İsmail Kılıçarslan / Yeni Şafak
Suriye’de muhalif grupların ve aşiretlerin destek verdiği Halep yürüyüşü, ben yazıyı yazdığım sıralarda olanca hızıyla devam ediyordu.
Bu askeri harekâtın oldukça başarılı olduğunu da, Suriyeli şebbihalar başta olmak üzere Pakistan’dan, Lübnan’dan, İran’dan hatta Nijerya’dan Suriye’ye insan öldürmek için gelen Rafizi sapkınların arkalarına bakmadan kaçıştıklarını da, Rusya destekli hava saldırılarının şimdilik pek işe yaramadığını da Türkiye’de “Halep düşüyor, cihatçılar Suriye’de insan öldürüyor” diye ağlaşıp duran Nusayri etki ajanlarından teyit edebiliyoruz artık.
Unutmadan. Bölgeden gelen bir başka güzel haber de iki İranlı Rafizi generalin cehennemin dibine yollandığı haberi. Allah bereket versin.
An itibariyle Halep’in Suriye muhalifleri eliyle fethedilip edilemeyeceğini bilemiyoruz tabii. Allah yardımcıları olsun. Ancak ortaya çıkan net bir durum var. İran’ın Hizbullah’ı satmış olması da, Suriye rejiminin zaten uzun süredir kâğıttan kaplan olarak var olması da, Rusya’nın Ukrayna Savaşı’nda geldiği nokta da Suriyeli muhaliflerin işini kolaylaştırmış görünüyor. Halep’in fethi müyesser olursa hem Suriye’de savaşın seyri uzun süre sonra ilk kez değişir hem de bölge yepyeni meselelere gebe olur.
Biz dönelim başa.
Artık iyice biliyoruz ki Rusya’nın Suriye’yi fiili olarak işgal etmesi için görüşmeler yürüten, aynı zamanda Suriye’de oranları yüzde 15’i bile bulmayan Nusayri azınlık iktidarının sürmesi için geniş çaplı bir Müslüman katliamı başlatmaktan geri durmayan iki önemli isim vardı. İkisi de ölü. Biri “İran’ın önünde hiçbir güç duramayacak” diyerek ağzından köpükler saçan Kasım Süleymani. Diğeri de Hizbullah’ın iki mi üç mü önceki lideri Nasrallat.
Gelinen noktada gerçekten 3-4 ayda halledilebilecek, bütün halk katmanlarının katılımı ve temsiliyle oluşturulabilecek kansız bir devrim yapılarak kurulabilecek Suriye devleti yerine 500 bin insanın ölümüne, 5 milyona yakın insanın mülteci durumuna düşmesine sebep olan emperyalist gücün adı İran. Bu 14 yıllık süreçte böyle yaptığı için İsrail’in güçlenmesini temin eden de İran. Safevi Şia’sının Şii Hilali dediği zıkkımın dibi hedefleri için elini kana buladı İran. Akla hayale gelmeyecek bin türlü zulümle iştigal etmesi bir yana, dünyaya bir de zulümde onları aratmayacak DAEŞ adında bir bela da hediye etti.
Bunu epeyce yazdım, bir kere daha yazacağım. Suriye savaşının üç temel kırılma noktası var bence. İlki, Beşşar Esed’in İran’ın emperyalist hedeflerine rıza göstermesindeki salaklık. Ülkesini İran’ın ve Rusya’nın maymunu haline getirdi bu kararı. Hâlbuki Türkiye de, başka ülkeler de ona “yumuşak geçişli ve gücün bir oranda kendisinde kaldığı” bir iktidar teklif etmişlerdi. Kim bilir, belki de Beşşar’ın buna rızası vardı ama BAAS bürokrasisiyle aptal kardeşlerinin manasız öfkesini aşamadı.
İkincisi, 2013’te Suriye’de Nusra dâhil, tüm muhalif gruplar anlaşmış ve rejim de inanılmaz zayıflamışken DAEŞ’in ortaya çıkması. Bu, Suriye’deki savaşın muhalifler açısından tepetaklak hale gelmesini sağladı. DAEŞ, vazifesini hakkıyla yerine getirdi yani.
Halep'in yiğit komutanı Abdulkadir Salih Kasım 2013'te şehit olmuştu. Şehidin memleketi Kasım ayında özgürlüğüne kavuştu...
— HAKSÖZ HABER (@HaksozHaber) November 29, 2024
Halep’de Esed rejimi ve ortaklarından temizlenen Halep’teki Basil kavşağının adı Halep’in yiğidi ve İslami Hareketin liderin "Şehit Abdulkadir Salih… pic.twitter.com/MfcBiVGNne
Üçüncüsü ise, liderliğiyle, karizmasıyla, son derece dengeli tavrıyla Suriye için muazzam bir umut ışığı olan Abdülkadir Salih’in 2013’teki şehadeti. Salih komutan, 10 bin kişiyi bulan Tevhid Tugayı (Liva’ut Tevhid) ile son derece etkili bir savaş yürütmenin yanı sıra bütün Suriye için de “devrimin bir sembolü ve öncüsü” olarak görülen saygın bir liderdi. Açın bakın Türkiye’deki İran etki ajanlarının ve şebbihaların Salih’in ardından neler yazdığına. Ondan öyle korkmuşlar, öyle çekinmişlerdi ki hem şehadetini bayram haberi olarak kutladılar, hem de arkasından akla hayale gelmedik zırvalarla iftira yarışına girdiler. Çünkü Salih, o güzel ve dürüst yüzüyle ödlerini koparmıştı tamamının.
Salih’in vizyonu netti: Suriye, Suriyelilerindir. Fransız emperyalistlerin artığı Nusayri cuntasının değil; İran’ın, Rusya’nın, Amerika’nın, herhangi bir emperyalist yavşaklığın değil; Suriyelilerin.
Bir de düşü vardı Salih’in. O zamanlar henüz Rusya ve İran tarafından işgal edilmemiş Halep’ten hareket ederek Hama, Humus, Şam hattıyla Suriye’yi Suriyelilere kazandırmak.
Bugün, bu yazıyı yazdığım saatlerde ilerleyen Halep kuşatması, Abdülkadir Salih’in düşünü hayata geçirecek ilk adım olur mu, olabilir mi, bunu göreceğiz. Zemin de, şartlar da son derece müsait görünüyor. Ancak bu seferde olmasa bile tarihin bize öğrettiği şudur: Azınlık iktidarına dayalı, emperyalist yavşakların ikame gücünü kendi gücü zanneden her iktidar tarihin çöp kutusuna, cehennemin dibine yollanmıştır, yollanacaktır. Beşşar’ın başına gelecek olan da budur.
İki de notum var yazıyı bitirmeden.
Birincisi Safevi Şia’sının emperyalist hedeflerine ve doğrudan mezhep gayretiyle Suriye’deki Nusayri cuntaya akıl almaz şekilde sahip çıkıp her türlü enformasyonu kirleten etki ajanlarının bu denli rahat hareket edebildikleri bir ülke olmamalı Türkiye. Yetkililer uyumamalı çünkü bu sümüklüler uyumuyor. Türkiye’ye de, Suriye’deki kardeşlerimize de her türlü kötülüğü planlayıp hayata geçiriyorlar. Gereğini yapmak için neyi beklediğinizi bir türlü anlamıyoruz. Haberiniz olsun.
İkincisi de şu: Mustafa Kemal’in Halep’i, Musul’u, Kerkük’ü emperyalistlere bırakıp bırakmadığı meselesi bu fetih harekâtıyla birlikte yine “leş gibi tartışma zemini” oluşturdu. Bu tartışmayla vakit kaybetmenin anlamı yok. Şimdi ve şu anda Halep için, Kerkük için, Musul için ne yapabiliyoruz, ona bakmak lazım. Kaldı ki tarihte olan herhangi bir olayı o tarihin şartları içerisinde değerlendirmek yerine bugün olan bitene meze etmenin de bize pek yararı yok. Bırakalım da -eğer kaldılarsa- memleketin namuslu tarihçileri bu meseleleri bilimsel olarak ortaya koysun. Olmaz mı?