“Şehidlik”, “Şahidlik”, “Şehadet”

MEHMET PAMAK

Değerli kardeşim İbrahim Sediyani’nin, ilahi alana ait “şehidlik” kavramının egemen sistemin konjonktürel ihtiyacı için istismarı anlamındaki aktüel yanlışlıkları vahyin ölçüleriyle ıslah çabasına destek vermek üzere önce yorum yazmak istedim. Ama daha sonra, bu önemli konuda kapsamlı bir yazı yayınlamanın daha gerekli olduğu kanaatiyle bu yazıyı yayınlamaya karar verdim. Rabbimiz, İbrahim ve onun yazısı altına yorum bırakan kardeşlerimiz başta olmak üzere hepimize, dini hakkında ve dinin temel kavram ve ilkeleri hususunda isabet kaydetmeyi ve onları hakkıyla anlayıp, iman edip yaşamlaştırmayı nasip etsin. Konuyu tekrar gündem yapıp, üzerinde daha derinlikli olarak konuşulmasına vesile olması dolayısıyla Allah İbrahim kardeşimizden ve doğruya ulaşmak cehdiyle katılımda bulunanlardan razı olsun.

Şehadet, ibadet, hilafet

Bilindiği üzere, “Şahid”, “şehid” kavramı, Kur’an’ın, İslam’ın, İslam şeriatının son derece özgün bir kavramı olarak, tarihe, insanlığa ve bugün bize yine bu özgün muhteva ve niteliğini muhafaza ederek intikal etmiştir.

Allah (c) en güzel bir şekilde yaratıp,1 üstün yeteneklerle teçhiz ettiği insanı yeryüzünde halife kılarak onurlandırmıştır.2 “Yaratmak da, emretmek de O’na (Allah’a) aittir”3 buyuran Allah, yeryüzünün halifeleri olan insanlara, iman edip, salih amel işlemelerini ve sadece kendisine kulluk yaparak, sadece Allah’ın hükümlerini (şeriatını, dinini) yeryüzüne egemen kılmalarını, hayatlarını sadece Allah’ın şeriatına uygun biçimde yaşamalarını emretmiştir.4 Mademki, Rabbimiz vahyini göndererek, peygamberleri vasıtasıyla örnekleyerek bize ulaştırdığı hükümlerine, şeriatına, emir ve yasaklarına iman ve itaat etmemizi ve bunları dünya hayatımıza egemen kılmamızı istemektedir, biz mümin insanlara düşen görev, bunlara teslim olmak ve vakit kaybetmeden uygulamaktır. Yani sadece Allah’a kulluk yapmaktır. Kim ki bunları yerine getirmez, Allah’ın şeriatından, Kur’an’ın hükümlerinden yüz çevirirse, hatta bu hükümlerin, İslam şeriatının bir tek kuralından yüz çevirirse, bir tek ölçü ya da hükmünü reddeder ya da değiştirirse Allah’a kulluktan uzaklaşmış, Allah’la birlikte başka şeylere de kulluğa yönelmiş, yani şirk koşmuş olur. Yeryüzü halifesi olmaktan da uzaklaşarak, hayvanlardan bile aşağı konumlara5 sürüklenen bu tür bir insan, İslam şeriatına, Allah’ın hüküm, kural, değer ve ölçülerine iman ve itaatten kısmen bile olsa vazgeçebilen, bireysel veya toplumsal hayatın, ekonomik, sosyal, siyasi ya da hukuki, herhangi bir alanını kısmen de olsa Allah’tan, Allah’ın dininden, şeriatından, hükümlerinden soyutlayabilen bir insan, Allah’a başkaldırmış, isyan etmiş bir insan olarak, halifelik, (ubudiyet) kulluk ve “şahidlik” mükellefiyetinden ve dolayısıyla “şehidlikpayesinden de uzaklaşmış ve yüklendiği emanete ihanet etmiş bir insandır.6

Dünyada izzet ve şerefe, ahirette kurtuluşa, ancak iman–salih amel bütünlüğü içinde vahye şahidlik yapmak ve hayatı ibadet kılmakla ulaşılabilir. İbadetler, ancak Kur’an’ın ifade ettiği ve ilk neslin yaşadığı gibi, parçalanmadan ve bütünlük içinde uygulandıklarında ve bütün hayat alanlarını kuşattıklarında inşa edici, arındırıcı ve inkılâba uğratıcı olabilirler. Hayatı vahiyle inkılâba uğratmak ve ümmeti vahiyle yeniden inşa edecek öncü Kur’an neslini yeniden ilk nesil örnekliğinde oluşturabilmek için, Allah’a boyun eğip, rükû halinde olmayı ve sadece Allah’a secde edip, itaat etmeyi, hayatın bütün alanlarında gerçekleştirmek ve iman-amel bütünlüğü içinde Allah’a ibadet etmeyi hayatı kuşatacak bir bütünlük ve süreklilik içinde gerçekleştirmek zarureti vardır.

Allah’ın insana yüklediği halifelik7 ve şahidlik (şehidlik)8 görevi gereğince, Allah’ın arzu, istek ve emirleri, yani hüküm ve şeriatı insanların gözleri önünde bizzat yaşanarak hayata geçirilmek suretiyle yerine getirilecektir. İşte, İslam’ın, İslam şeriatının, Allah’ın hüküm, kural ve ölçülerinin böylesine bir hayat tarzı halinde yaşanması ve insanlara örneklenmesi, Kur’an’ın tabiriyle “şehadet”tir ve bu “şehidlik”, mümin olabilmek, mümin kalabilmek için kaçınılmaz, olmazsa olmaz bir gerekliliktir.

Rabbimiz bazı ayetlerinde şöyle buyurmuştur:

“Böylece sizi insanlara ŞAHİD (ŞEHİD) olmanız için vasat bir ümmet kıldık. Peygamber de size ŞAHİD ve örnektir.”9

“... Peygamberin size ŞEHİD olması, sizin de insanlara ŞEHİD olmanız için, O (Allah), gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’an’da) size ‘Müslümanlar’ adını verdi. Öyle ise namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın...”10

Peygamber’lerin ilk önemli vasıflarından birisi de “ŞAHİDLİK”/”Şehidlik”tir.

Demek ki, müminler ve onların teşkil ettiği İslam ümmeti, Rabbine kulluk etmek ve diğer insanların da hidayetine vesile olmak için, Peygamber’in, ilk (şehidliğini) şahidliğini yaparak kendilerine ulaştırdığı vahyin insanlar için şahidliğini üstlenmek, yani Allah’ın hükümlerini, şeriatını, dinini hayata egemen kılmak, yaşamak, hayatlarında örneklemek zorundadırlar. Ancak böylece “şahid”/ “Şehid” vasfını kazanabilir, “şehadet” kavramının içerdiği anlamla nitelenebilirler. Yine bu ayetlerden ve Kur’an bütünlüğünden de anlaşıldığı üzere, “şehadet”e ulaşabilmek, “şahid” ya da “şehid” vasfını kazanabilmek için, “Allah’a, Allah’ın dininin hiçbir hükmünü, kuralını dışlamadan iman edip, bu imanımızı hayata geçirmek, yaşamak, yani Müslüman olmak, Müslümanlar adını almamızın doğal sonucu olarak da teslim olduğumuz şeriatın, dinin şahidliğini üstlenmek, vahyin hükümlerini bireysel ve toplumsal hayatımıza hakim kılarak, onunla ahlaklanarak hâlimizle örneklemek” kaçınılmaz, vazgeçilmez, olmazsa olmaz bir gerekliliktir.

“Şehadet” Kavramının Anlamı

Şehid, “Şe-Hi-De” fiil kökünden türetilmiştir. “Şe-Hi-De”, “tanıklık etti, görme ve hazır olma (müşahade) yoluyla haberdar oldu” demektir. Şehadet ise, müşahade ve şuhûd demektir ve “Şe-Hi-De” fiilinden türetilmiş mastardır.11Şahid”, sözlüklerde, ortada, adil ve hakkı söyleyen, sözü dinlenen ve sayılan saygın bir kimse, gözleyen, tanık, dosdoğru, güvenilir haberci anlamlarına geldiği gibi, bilinçli hissedilip görülen, bütün gözlerin kendisine çevrildiği kimse, örnek alınan, bir olayı görüp bilen, bir olay hakkında verilecek hükmün şöyle veya böyle olmasını etkileyen, model edinilen ve kendisine tabi olunan kimse demektir.12

Kur’an’da şehid kelimesi, yukarıda zikredilen anlamları önceleyen bir çerçevede kullanılmıştır. “Şehid” olmak, aslında bu anlamda “şahid” olmanın bir sonucudur. Mümin şahsiyetin, ancak iman ettiği değerleri hayata geçirerek yaptığı “şahid”lik ve Allah’ın hükümlerini yeryüzüne egemen kılmak, Allah’ın ismini yüceltmek uğrunda yaptığı fedakârlık sonucunda, kesin ilim ve mutlak adalet temeli üzerinde “şehid”lik söz konusu olabilir. Vahyin ne olduğunu ve nasıl yaşanması gerektiğini hayatında göstererek, Allah’ın şeriatını ahlâk edinerek yapılan vahye şahidlikle dolu bir hayatı sürdürürken, bu değerlerinden, tutumundan ve yaşayışından vazgeçmemek veya iman ettiği bu değerleri hayata egemen kılmak uğrunda yapılan mücadele sırasında canını feda etmek ise şahidliğin, imanın ispatı anlamındaki yeni bir boyutunu oluşturmaktadır ki, işte buna da şehidlik denilmektedir. İnandığı İslami değerler için, Allah yolunda ve Allah’ın ismini yüceltmek uğruna canını vererek yapılan son şahidliktir, şehidlik.

Kur’an’da “Şehadet” Kavramı

Âraf Suresi 172. ayette Rabbimiz, Ademoğullarının zürriyetlerini bellerinden çıkarıp kendileriyle bir misak (sözleşme) yaptığını ve aynı zamanda tüm insanları kendi nefislerine şahidler kıldığını beyan ediyor. İnsanlar bu ahidleşme sırasında Allah’tan başka Rabb ve ilah tanımayacaklarını ve buna şahidlik ettiklerinibeyan ettiler. Dünyaya doğmadan önce verilen bu fıtri söze dünyada riayet etmek ve bunu ispat etmek üzere bir şahidliği gerçekleştirmek gerekiyor. Hayatıyla, davranışlarıyla, iman ve amelleriyle, dünyada, bu söze riayetin gereğini yapmak, vahye şahidlik anlamında bir hayatı yaşayarak örnek bir şahsiyeti ortaya çıkarmak gerekiyor. Bu sebeple, dünyaya doğduktan ve sorumluluk yaşına geldikten sonra, Allah’tan başkalarına itaat etmek, Allah’tan gayrısının koyduğu, Allah’ın hükümlerinden başka ve ona aykırı hüküm, kural, kanun ve ilkeleri benimseyip itaat etmek, sözlerinde durmayan, ahde vefa göstermeyen, vahiyle fıtratın bütünleşmesini engelleyen sapkın insanların yapacağı şeylerdir ve bu durum, fıtrat sözleşmesinin, Allah ile gerçekleştirilen ahdin bozulması anlamına gelmektedir. İşte böyle yapanlar bozgunculuk yapanlardır ki, sonları hüsrandır.13

“Allah, kendisinden başka ilah olmadığına ve adaleti ayakta tuttuğuna kendisi şahittir. Melekler ve ilim sahipleri de şahittir. O’ndan başka ilah yoktur. O üstün iradeli ve hikmet sahibidir.”14

“Ey iman edenler! Kendi ana babanızın ve yakınlarınızın aleyhinde bile olsa, Allah için şahitler (şehitler) olarak kıstı (adaleti) dimdik ayakta tutunuz”15ayetlerinde ifade edildiği üzere, şehadetin temelini, kesin ilim ve mutlak adalet teşkil etmektedir. Allah’ın tek ilah oluşuna şahitlik eden meleklerin ve ilim sahiplerinin şehadetinden kasıt, Allah’ın ilahlığında ortağı olmadığını doğrulama, Allah’a itaat etme, bağlanma ve teslim olmadır. Kur’an’daki kullanımıyla şehid, yakin bir bilgiye sahip olan müminlerin, adaletin örnekliğini temsil eden bir kimliği ortaya koymalarıdır. Bu sebeple, ilme değil de zanna uyduklarını yine Kur’an’ın bildirdiği16, muvahhid ve mümin olmayanların şehidliği söz konusu olamaz. Şehid olmak, mutlaka savaşta ölmeye münhasır bir durum olmayıp, savaşta Allah yolunda ölmek de, şehadetin aslından olmayan bir sonucu ya da bir yan özelliğidir.17

Kur’an’ın pek çok ayetinde açıkça ortaya konmuştur ki, şahid olmak veya şahidlerle beraber olmak, esas itibariyle; Allah’ın dininin, şeriatının savunucuları olmayı, Allah’tan gelen vahye inanıp yaşamayı, vahyin şahidleri olarak insanlara güzel örneklik teşkil etmeyi, Allah’ın hükümlerini ve buna dayalı adaleti yeryüzüne, bireysel ve toplumsal hayata egemen kılmak üzere mücadele etmeyi, bu uğurda can ve mal fedakârlığı yapmayı ve Allah’ın Resulüne itaat etmeyi gerekli kılmaktadır.

“Rabbimiz! Biz, indirdiğine inandık ve resule uyduk. Bizi şahidler ile beraber yaz.”18

“Böylece sizi insanlara şahid olmanız için vasat bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir.”19

Hz. Peygamber (s) kendisine itaat eden müminlere güzel bir örneklik teşkil etmek üzere vahyin en güzel ve ilk şahididir. Örnek şahsiyet, rehber ve önderdir. İslam’ın nasıl hayata geçirileceği, vahyin nasıl anlaşılıp nasıl uygulanacağı, Allah’ın nasıl razı edileceği ve Allah’a kulluğun nasıl yapılacağı hususunda bütün mü’minleri bağlayıcı tek örnektir. İşte Resulullah’ın yaptığı şahidlikte ortaya konan bu ölçü ve örnekliği rehber edinerek hayatlarını düzenleyen müminler de diğer insanlar için “şahid”/”şehid”lerdir, örnek şahsiyetlerdir.

Allah yolunda, Allah’ın hükümlerinin egemen kılınması ve Allah’ın isminin yüceltilmesi uğrunda” can feda eder hale gelebilmek, yani ölümle “şehid” olabilmek için, önce yukarıda ifade edilen anlamda insanlara şahidlik eden bir örnek hayatı kurmak ve yaşatmak, yani öncelikle yaşarken “şehid”/”şahid” olmayı başarmak lâzımdır. O halde ancak, Allah’ın hükümlerini, şeriatını, İslam ölçü ve değerlerini tavizsiz bir netlikle benimseyip, hayata geçirmek suretiyle vahye şahidlik eden bir yaşayış ve mücadele içinde olanlar, yine bu uğurda yapılan İslami mücadele (cihad) sırasında ve bu niyetle canlarını verirlerse “şehid” olabilirler. Yani hak anlamda şehid olabilmek için, TC anayasa ve yasalarının, resmi ideolojinin ve Anayasa Mahkemesi’nin yasaklayıp suç saydığı, MGK kararlarının tehdit ve düşman ilan ettiği inancı kuşanmak, yaşamlaştırmak ve bu bağlamda yasaklanan “cihad” fiilini işlemek, Allah rızasını kazanmak amacıyla Allah’ın hükümlerini hâkim kılma mücadelesini vermek ve bu mücadele uğrunda can feda etmek gerekmektedir.

“Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki insanlara şahid olasınız.”20Vasat” olmak, ortada olmak ve herkes tarafından görülmek demektir. Vasat olmak, herkes tarafından görülecek ve örnek alınacak bir konumda olmaktır. Bu konum insanlar için kriter, ölçü ve yol gösterici bir konumdur. İşte bu vasat ümmetin şehadeti, insanların kendilerini ona göre ayarlayabilecekleri, doğruyu bulmakta ölçü alacakları bir örnekliği teşkil etmekle gerçekleşir. Bu “vasat ümmet”, şehadetiyle hak ve batılı ayrıştırıp, Hakk’a tabi olmakta ve bu anlamda insanlara rehberlik yapmaktadır. Ümmete rehberliği de vahye ilk ve önemli şahidliği ile Resulullah (s) yapmaktadır. Nitekim “vasat ümmet” kılınmanın bir başka açılımı da, Kur’an’ın başka bir ayetinde şöyle ifade edilmiştir: “Siz insanlar içerisinden çıkarılmış, iyiliği emreden, kötülükten men eden ve Allah’a inanan hayırlı bir ümmetsiniz.”21

Resulullah (s), nasıl ki, “Muhammedü’l-emîn” örnekliği ile müminlere, rehber ve model şahsiyet olmuşsa, müminler de bu görkemli örnekliği çağımıza taşıyarak, aynı şahidliği günümüzde gerçekleştirerek, emin, güvenilir, adil, doğru sözlü, dürüst ve iyi ahlak sahibi bir şahsiyeti ortaya koymak zorundadırlar. Allah’ın hükümlerini, vahyin gereklerini, hayatıyla, davranış ve ahlakıyla içselleştirip, mücadelesinin vazgeçilmez esası haline getirerek sürdürmek durumundadırlar. İşte gerçek şehidlik böyle bir şehadetin bedelinin canla ödenmesinin adıdır. O halde, yaşarken “şehid”, “şahid” olamayanın, ahlakıyla, mücadelesiyle, hedefiyle ve egemen kılmak ya da muhafaza etmek istediği değer ve ilkeleriyle “şahid” (şehid) olamayanın ölümüyle şehidliğe ulaşması mümkün değildir.

Hatta söylemleri Kur’an’a uygun olduğu halde, yaşayış ve mücadelesi, pratiği İslami olmayanın dahi “şahid” olamaması ve dolayısıyla “şehid” olamaması söz konusudur. Ve Allah’ın en sevmediği hal böylesine tutarsız şahsiyet tezahürleridir.

“Sizler kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?”22

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir nefretle karşılanır...”23

Allah’ın sevmediği böyle kişilerin, İslami söylemleri olduğu ve hatta başkalarına da tavsiye ettikleri halde, bu değerleri kendi hayatlarında yaşamayan tutarsız şahsiyetlerin pratikleri şahidlik oluşturmadığı için, İslami olmayan bu mücadeleleri sürecinde ölmeleri halinde “şehid” olmaları da mümkün değildir. Çünkü şehidlik, ancak, Allah yolunda, Allah’ın dinini hayata egemen kılma uğrunda canını verenlerin vasfı olarak Kur’an’da ve sünnette ifade edilmiştir.

Laiklik ve Kemalizm ise; pozitivizmi esas alan, dünyayı, toplumsal ve bireysel hayatı, ekonomik, sosyal, siyasi, hukuki tüm alanları, ilahi olandan, Allah’ın şeriatından soyutlamayı esas alan sistemlerdir. Terori ve pratiklerinin açıkça ortaya koyduğu üzere, Allah’ın dinini vicdanlara hapsedip, hayattan, dünyadan kovmayı esas alan modellerdir. Yani vahye şahidliği, Allah’ın hükümlerini hayata geçirmeyi reddeden, hatta “gericilik”, “irtica” gibi karalamalarla horlayan, aşağılayan sistemlerdir. Bu sebeple de vahyin, Kur’an’ın, İslam şeriatının hayata her türlü yansımasından rahatsız olan, bunu engellemeye çalışan ve bu sebeple müminlere ağır baskı ve zulümler yapan sistemlerdir. Halbuki, Allah (c), ekonomik, sosyal, siyasi, hukuki, bireysel ve toplumsal tüm alanları düzenleyen naslar, hükümler vazetmiş olup, müminlerin Allah’ın bu şeriatına tavizsiz itaat etmelerini emretmektedir. “Sonra seni de emirden bir şeriat üzerinde kıldık, o halde ona uy, bilmeyenlerin hevalarına (insanların ürettiği beşeri arzu, istek ve ideolojilerine) uyma...”24

Mümin olabilmek ve mümin kalabilmek, ancak Allah’ın hükümlerine, şeriatına tavizsiz iman edip, onları hayatına geçirmekle, yaşamakla, yani onların şahidliğini üstlenmekle, kısaca şehadetle mümkündür. Bu şahidliği gerçekleştirmeyenlerin, yani Allah'ın tüm emir ve yasaklarını, hükümlerini, şeriatını bireysel ve toplumsal hayata hakim kılmayanların ya da hakim kılmaya çalışmayanların, bu uğurda her türlü bedeli ödemeyi göze alıp, mücadele vermeyenlerin, pasif kalıp karşı bir mücadele vermemeleri halinde bile “şahid” ve dolayısıyla “şehid” olmaları mümkün değildir. Peki nasıl olur da, tam karşı bir mücadeleyi esas alanların, yani laiklik ve Kemalizm’in gereği olarak, İslam şeriatını hayattan kovan, vahyin, Kur’an’ın (tesettür dahil) hayata en ufak bir yansımasına bile tahammül edemeyip, İslam şeriatına ve yaşanmasına karşı mücadele eden laik, Kemalist sistemlerin egemenliği için çaba sarf edenlerin, hatta bunun için Müslümanlara zulüm yapanların “şehid”liği söz konusu edilebilir? Bu ilmen mümkün olmayan bir husustur. Çünkü laik, Kemalist ideoloji ve sistemler, Allah’ın dinini, şeriatını ve bunlara imanı, vicdanlara hapsedip, toplumsal hayata yansımasını engelleyerek bizzat “vahyin şahidliği”ne ve dolayısıyla bu yolda can vermenin adı olan “şehid”liğe karşı şavaş halindedirler. Mümin olmak ve mümin olarak yaşamak, yani “şahid” olmak, bu yolda can vererek gerçekten “şehid” olmak isteyenlere düşen görev ise, vicdanlara hapsedilmeye çalışılan bu imanı ve iman edilen, Allah’ın şeriatından oluşan değer ve ölçüleri, herkesin göreceği ve şahid olacağı şekilde hayata taşımak, vahye şahidlik yapmaktır. Çünkü iman sadece dil ile söylenen ve vicdanlarda muhafaza edilen soyut bir teori değildir. İnanç, dil ile ikrar, kalple tasdik ve pratiğe egemen olması gereken “salih amel”lerden oluşan bir bütündür, parçalanamaz.

“De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, hepsi alemlerin Rabbi Allah içindir.”25

Evet biz Müslümanlar, Allah’a teslim olmakla, and içtik, söz verdik ki, “Namazımız, ibadetlerimiz, hayatımız ve ölümümüz, her şeyimiz sadece alemlerin Rabbi Allah içindir.” Biz bundan dönemeyiz, çünkü Müslüman kalmamız bu bütünlüğe sadakatimize bağlıdır. Yani her türlü itaat ve kulluğumuz sadece Allah’adır. Hayatımızın her alanı ve ölümümüz, hepsi Allah’ın hükümlerine tabidir. Hayatımızın hiçbir noktasını, Allah’tan ve Allah’ın şeriatından soyutlayamayız.

Şehadet Yolu: Allah Yolunda Cihad

Yeryüzünün halifeleri olma misyonuna sadakat gösteren mümin insanlar, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun bir hayatı kurmak ve yaşamak zorundadırlar. Allah’ın şeriatını oluşturan bu emir ve yasakları26, yani Allah’ın hükümlerini, dinini bireysel ve toplumsal hayatımıza egemen kılmak için, maddi ve manevi anlamda gösterilen her türlü çaba “Allah yolunda cihad”ı oluşturur. Ve bu anlamda “cihad” süreklilik arzeder.

 “Andolsun ki, içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye kadar sizi imtihan edeceğiz...”27

“Kafirlere itaat etme, onlarla büyük bir cihad et.28

“Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza eriştireceğiz.”29

“De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız (aşiretiniz), elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, zevkinize uygun yapıp döşediğiniz evler sizin için Allah’tan, Resulü’nden ve ‘Allah yolunda cihad’ etmekten daha sevimli ise Allah’ın (azab) buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”30

“Ey inananlar! Size ne oldu ki ‘Allah yolunda savaşa çıkın’ denildiği zaman yere çakılıp kaldınız?”31

Tüm bu ayetlerde ve bunlara benzer pek çok ayette, “Allah yolunda cihad” ya da “Allah yolunda savaş” ifadeleri yer almaktadır. “Cihad” kavramının kullanılmasına bile tahammül edemeyen ve bu sebeple pek çok Müslümanı cezalandıran, laik, Kemalist sistem ya da yönetimler, nasıl olur da ancak “Allah yolunda cihad”ın bir sonucu olan “şehid”lik kavramını kullanabilirler. Üstelik; laik, Kemalist sistem ya da ordusunun hedefi, İslam’ı egemen kılmak değildir. İslam’ın ülke yönetimine hakim kılınmasını hedeflemesi söz konusu olmadığı gibi, tam tersine bunu amaç edinenleri “birinci öncelikli tehdit” ve düşman ilan ederek zulmetmekte, cezalandırmaktadırlar.

 Şehidlik”, Allah yolunda cihadın, Allah’ın dinini bireysel ve toplumsal hayata egemen kılma mücadelesinin sonucunda gelen ölümün vasfı olarak ortaya konmuştur. “Allah, şüphesiz Allah yolunda savaşıp öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kur’an’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız alışverişe sevinin, bu büyük başarıdır.”32

“Müminler Allah yolunda savaşırlar, kafirler ise tağut (tuğyan eden, şirk koşan, Allah’ın hükümlerini hayata hakim kılmaya karşı çıkan, Allah’ın şeriatına göre toplumsal hayatı düzenlemeyi engellemeye çalışan, dini, İslam’ı vicdanlara hapsedip hayattan kovan, toplumsal, ekonomik, siyasi, sosyal, hukuki hayatı Allah’tan, Allah’ın dininden ve İslam şeriatından soyutlamayı esas almış ve bunu dayatan otorite, sistem ve yönetimler) yolunda savaşırlar...”33Bu ayette de görüldüğü üzere, müminler Allah yolunda, mümin olmayanlar da tağutların (yani İslam dışı otorite, sistem ve yönetimlerin) yolunda savaşırlar.

Şehidliğe ve cennete müstahak olanlar ise, Kur’an’ın açık ifadesi ile Allah yolunda savaşanlardır, cihad edenlerdir. Cihad etmek” yani “Allah’ın dinini hakim kılmak, İslam nizamını egemen kılmak ya da savunmak” için mücadele etmek “şehadet”e ulaşmanın ön şartıdır. “Cihad”ın olmadığı yerde “şehid”lik gerçekleşemez. (Cihad ise sadece silahlı mücadeleyi değil, hatta daha fazlasıyla, Allah’ın dinini öğrenme, öğretme, iman etme, yaşama ve yayma safhalarının hepsini kapsayan tüm cehd ve gayreti içine alan bir kavramdır.)

İnanılan değerler uğrunda fedakâr olunması ve o değerlerin hayata hâkim kılınması, kurtarıcı ve aydınlığa çıkarıcı Kur’an mesajının hâl (yaşayarak) ve kâl (söz) ile bütün insanlara ulaştırılması için çabalar gösterilmesi, kaçınılmaz sorumluluktur. Bu sebeple Allah, ancak iman edip, rüku ve sücud halinde bulunanların, ibadet edenlerin ve hayırlı ameller işleyenlerin yani hayatı ibadet kılanların kurtuluşa erebileceğini bildirmektedir.34 Rabbimiz mü’minleri tanımlarken,Onları rükua varırken, secde ederken, Allah'tan lutuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar“35ifadesini kullanmaktadır. Mü’minler o kimselerdir ki, hayatın bütün alanlarında ve ömür boyu Allah’a (rukû halinde) baş eğmiş olarak ve sadece O’na (secde) itaat halinde bulunurlar. Onlar, bütün hayat alanlarındaki eylem ve söylemlerinde, bütün yapıp ettiklerinde sadece Allah’ın hükümlerini esas alırlar, sadece O’na itaat ve ibadet ederler ve bu şekilde vahiyle inşa olan hayatları Allah’ın boyasını yansıtır. Onların hayatlarına bakıldığında bu ilahi renk görülür. “Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin)36 Tıpkı vahye uygun hayatlarının Allah’ın rengini yansıtması gibi, bütün hayat alanlarında Allah’a itaati esas aldıkları için, onların hayatlarının bütün alanlarında Allah’a itaatın (secdenin) izleri görülür. Çünkü hayatları Kur’an olur, ibadet olur. Bu sebeple de Kur’an onların hayatını inşa eder, inkılaba uğratır, onlara izzet ve şeref kazandırır. Işte, ancak bu şekilde Allah’ın rengiyle boyanmış ve Allah’a itaatın (secdenin) izlerini taşıyan hayatı yaşayanlar, diğer insanlara vahyin şahidliğini/şehidliğini yapabilirler, örneklik teşkil edebilirler.

Allah’ın rızasını da ancak böyle sürekli ve istikrarlı bir mücadele ve kuşatıcı bir ibadet ve şehadet bilinciyle kazanabiliriz. Vahyi hayata hakim kılma mücadelesinin bütün boyutlarını yerine getirerek Allah yolunda hakkıyla cihad etmemiz ve Resulün (s) sünnetiyle bize şahidlik yaptığı gibi bizim de diğer insanlara vahyin şahidliğini yapmamız, örnek oluşturmamız, Rabbimizin bize verdiği Müslüman isminin kaçınılmaz bir gereğidir. Allah yolunda hakkıyla cihadın, küfre, şirke, zulme ve ifsada karşı Kur’an’la büyük cihad ve ıslah mücadelesinin sürekli ve istikrarlı bir biçimde sürdürülmesi imani sorumluluğumuzdur.37 Cahili sisteme ve ideolojik kuşatmasına karşı itiraz edip, adalet ve özgürlük mücadelesi vermek de, zulme ve despotizme karşı direniş de vahyin sosyalleştirilmesinin ve Kur’an’la cihadın bir parçasıdır.

Allah’ın dinini ana kaynağından dosdoğru öğrenme, yaşama, yayma ve hayata hâkim kılma mücadelesini kapsayan Kur’an’la cihadın sonucunda ortaya çıkan hayat, vahye şahidlik yapan bir hayattır. Cihad kavramının çok büyük bir bölümünü işte bu Kur’an’ı hayata hâkim kılma mücadelesi teşkil ettiği gibi, şehadet kavramının da büyük bölümünü işte bu mücadele sürecinde ortaya çıkan Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmış örneklik, yani vahye şahidlik (şehidlik) teşkil eder.38 Cihad kavramının çok azını, ama zirvesini kıtal, şehadet kavramının da çok az kısmını, ama zirvesini Allah yolunda can feda etmek anlamındaki şehadet teşkil eder.

Pek çok insan Kur’an’ı hakkıyla okumayınca, Allah yolunda hakkıyla, gerektiği gibi cehd ve gayret göstermekten uzak düşmüş, nasıl ve neler yapması gerektiğinin, nefsine ve içinde yaşadığı topluma karşı sorumluluklarının bilincine varamamıştır. Halbuki, Kur’an’da açıkça ortaya konulan mücadele yönteminde, iman, amel, cihad, hayırlı işler işlemek gibi kavramlarla, iman eder etmez neler yapmamız gerektiği anlaşılır bir biçimde ifade edilmiş ve Allah Rasulü’nün (s) güzel örnekliğinde de uygulamaya konmuştur. Aşağıda zikredilen bir kaç ayet bile hakkıyla okunduğunda bu anlamda muazzam açılımlar yakalanabilmektedir:

“Ey iman edenler!

Rükû’ edin, (Allah’a boyun eğip, O’ndan gelene teslim olun)

Secde edin. (Allah’a secde edin, itaat edin)

Rabbinize ibadet edin, (Allah’ın emir ve yasaklarına uyup, Kur’an’ı yaşayın)

Hayır işleyin ki, kurtuluşa eresiniz.

Allah yolunda hakkıyla cihâd edin. (Gereği gibi mücadele edin. “Kâfirlere itaat etme ve onlara karşı bu Kurân’la büyük bir cihâd yap”39)

Sizi o seçti … Önceden de bu (Kur’an)nda da sizi ‘Müslümanlar’ diye O adlandırdı.

Ta ki, Rasul size şahid olsun, siz de insanlara karşı şahidlik edesiniz.

İmdi namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin Ve Allah’a sarılın (Allah’ın kitapta indirdiği hükümlerle ahlâklanıp korunun)…”40

Sadece bu iki âyet ya da iman edip sâlih amel işlemeyi, hakkı ve sabrı yaşayıp tavsiye etmeyi hüsrandan kurtuluş vesilesi sayan Asr Suresi bile hakkıyla okunduğunda; bir müminin mücadele sürecinin evreleri, kurtuluşa ermek için yapması gerekenlerin yol haritası açıklıkla ortaya çıkacaktır. Allah’a, samimi bir teslimiyetle, tevhidi bir imanla bağlanmaya değinildikten sonra, hemen arkasından itaatın, inandığı Kitabın hükümlerini hayata hakim kılıp yaşamanın, emir ve yasaklara uyarak ibadet etmenin, salih ameller, hayırlı işler yapmanın zikredildiğini ve arkasından da bu kitabın hükümlerini diğer insanlara taşımanın, toplumsal sorumlulukların yerine getirilmesinin ve bu anlamda “Allah yolunda hakkıyla cihad” edilmesinin, bir başka ayetteki ifadeyle “Kur’an’la cihad”ın öneminin vurgulandığını görüyoruz. Müslüman adını almanın ve mümin olmanın en temel gereklerinden birinin de Peygamber’in insanlara örneklik ve şahidlik yapması gibi, müminlerin de diğer insanlara “vahyin şahidliğini”/”şehidliğini” yapmaları ve güzel örneklik teşkil ederek vahyin mesajını yaymaları gereği hatırlatılmaktadır.

 

Dipnotlar

1- Tin Suresi, 4.

2- Bakara Suresi, 30.

3- Araf Suresi, 54.

4- Casiye Suresi, 18.

5- Araf Suresi, 179., Furkan, 43-44

6- Ahzab Suresi, 72.

7- Bakara Suresi, 30; En’am Suresi, 165.

8- Hac Suresi, 78.

9- Bakara Suresi, 143.

10- Hac Suresi, 78.

11- Vahdettin Işık, “Şehadet ve Şehid”, Haksöz Dergisi, Şubat 1996, Sayı: 59, s. 39.

12- Hasan Eker, Şehadet Bilinci, Denge Yayınları, Bilinç Serisi 10, İstanbul: 1994, s. 17.

13- Bakara Suresi, 27.

14- Al-i İmran Suresi, 18.

15- Nisa Suresi, 135.

16- “...Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahmin’le yalan söylerler.” (En’am Suresi, 116) “Onların (müşriklerin) çoğunluğu zandan başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiçbir şeyi sağlayamaz....” (Yunus Suresi, 36)

17- Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, İstanbul: s. 453.

18- Al-i İmran Suresi, 53.

19- Bakara Suresi, 143.

20- Bakara Suresi, 143.

21- Al-i İmran Suresi, 110.

22- Bakara Suresi, 44.

23- Saf Suresi, 2-3.

24- Casiye Suresi. 18.

25- En’am Suresi, 162.

26- Casiye Suresi, 18.

27- Muhammed Suresi, 31.

28- Furkan Suresi, 52.

29- Ankebut Suresi, 69.

30- Tevbe Suresi, 24.

31- Tevbe Suresi, 38.

32- Tevbe Suresi, 111.

33- Nisa Suresi, 76.

34- Hac Suresi  17/77

35- Fetih Suresi 48/29

36- Bakara Suresi 2/138

37- Hac suresi 17/78, Furkan Suresi 25/52

38- Hac Suresi /78

39- Furkan, 25/52.

40- Hacc, 22/77-78.