Şehadetinden 50 Yıl Sonra Seyyid Kutub’un Tesiri

Yasin Aktay, Yeni Şafak’taki bugünkü yazısında şehadetinin 50. Yılında şehit Seyyid Kutub’u gündemleştirmiş.

Yasin Aktay’ın yazısı şöyle:

50 Yıl Sonra, Seyyid Kutub’un Eseri ve Tesiri

Daha önce başladığım 15 Temmuz sosyolojisine devam edecektim, ama bugün Seyyid Kutub'un şehadetinin 50. yıldönümü. Hiç kuşkusuz son 60 yıldır İslam düşüncesini ve siyasi hareketlerini en çok etkilemiş önemli isimlerden biri Seyyid Kutub.

Düşünceleri, eserleri çok farklı okumalara konu olmuş biri olması dolayısıyla her zaman tartışmanın odağında da olmuş olan yazarın bazı yorumları veya algılarının ağırlıklı olarak revaçta olduğunu söyleyebiliriz. Bu revaçta yorumların Kutub'taki derinliğin veya inceliğin görülmesine ciddi bir engel oluşturdukları da çok açık.

50 yıl önce düşündüklerinden ve duruşundan dolayı yargılanıp idama mahkum edildiğinde, Kutub'un önüne yaşamak için yaptıklarından ve söylediklerinden dolayı özür dileme karşılığında affedilme seçeneği sunulmuştu. Bu seçeneği hiç tereddütsüz reddetmiş ve “bir münafıktan özür dilenemeyeceğini” ilan etmişti. O yıllarda “Kardeşim, zindanların ardında da olsan, özgürsün / Kardeşim, bu parmaklıkların ardında da olsan özgürsün / Allah'a tutunmuşsan / Ne yapabilir sana, kulun hileleri, tuzakları?” (Ahi ente hurr) diyerek siyasetinin, davasının bu dünyayla sınırlı olmadığını, Allah'a ve sadece Allah'a kullukla ilgili olmak dolayısıyla hiçbir zaman ye'se, karamsarlığa yer bırakmadığını haykırıyordu.

Şehadetinin 50. yılında, hiç kuşkusuz Kutub'un nasıl algılandığı ve nasıl bir eser üretmiş olduğuna dair elimizde fazlasıyla veri var.

Bir eser bıraktı Kutub, dünyaya tesir eden bir eser. Müslümanlar üzerinde bir tesir bırakan, onların birçok konudaki algısını, davranışını, düşüncesini değiştiren, etkileyen bir eser. Aynı eser, hiç kuşkusuz onu sevmeyenler üzerinde de bir eser bırakmıştır. Bu eserin hiç de olumlu olmadığını biliyoruz. Belki onun eserinin şiddete götüren kötü tüketicileri yoluyla ulaşan bir etki olmasına yorulabilir bu antipatinin. Ama bence onun da ötesinde bir kökeni var. O kötü tüketiciler arada olmasa bile onu sevmeyenlerin ona ulaştıklarında onda sempatiyle bakacakları bir şeyler bulmaları zor. Çünkü en önemli özelliği hiç apologist bir meylinin olmamasıdır Kutub'un. İslam'ı insanlara “hoş” gösterme gibi bir telaşı yok. Aksine İslam'ın zaten kendiliğinden insanın tabiatına en uygun hitabı dolayısıyla, olduğu gibi, olduğundan farklı gösterilmeye çalışılmadan sadece olduğu gibi sunulmasını şart koşuyor.

İslam'ı şu veya bu özelliğinden dolayı benimseyemeyebileceklere tenzilatlar yaparak olduğundan farklı göstermeye çalışmanın, sırf insanların hoşuna gidecek bir İslam sunmanın, vahyi tahrif edici bir etki yapacağını sıklıkla vurgular Kutub. Ve der ki, İslam insanların heva ve heveslerine tabi olmak için değil, insanları, kendileri bilmeseler de, fark etmeseler de, kendileri için daha iyi olana teslim olmaya davet eder.

Kutub'un İslam'a davette savunmacı dilden uzak, modernistlere özgü apoloizmi reddeden yanı onu kuşkusuz özgün kılan özelliklerden biri. Onu okuyanlarda büyük bir özgüven duygusu oluşturduğu çok açık, ama bir o kadar da o özgüveni hak etmeyecek popüler düzeylerde de bir tür kibre yol açma ihtimali uzak olmamıştır.

Kayda değer bir eser bırakmış olanların etkileri tabiatıyla çok farklı olmaktadır. Eser ve tesir arasındaki ilişki son derece dinamik ve karmaşık bir ilişkidir. Kutub'un belki bundan daha da özgün olan yanı, aslında kendi eserini sadece asıl büyük Kitab'a yönelten bir işaret taşı olarak nitelemesi. Kutub, Müslümanların hayatına, düşüncelerine ve eylemlerine yön verecek Kur'an'dan başka bir otorite bırakmamak üzere kurgulamıştır bütün eserini. O yüzden kendi eserini, asıl büyük esere ulaşıldığında, onunla başbaşa kalındığında aradan çıkacak basit bir ulaşım aracı olarak kurgulamıştır.

Tefsir tarihine kuşkusuz çok önemli bir katkıda bulunmuş olduğu halde onun 8 ciltlik (Türkçeye 16 ve 12 cilt olarak çevrilip basılmış olan)Fizilali'l Kur'an isimli eserini bir tefsir olarak bile sunmamıştır. O bu çalışmasını Kur'an'ın Gölgesinde yaşanmaya çalışılmış bir hayattan izlenimler olarak sunmuştur daha ziyade. Kitabın adını böyle koymakla, Kur'an'la bir müminin ilişkisinin özel niteliğine vurgu yapmış oluyor. Kur'an önümüzde cansız bir metin gibi durmaz. Ona inanarak okuyan kişi üzerinde son derece güçlü bir etki yapar. Bu da metni nesnel bir şekilde anlamaya karşı önemli bir engel sayılabilir. Kitabı anlamaya çalışan kişinin bütün şartları, bütün niyetleri ve bütün zamansallığı da devreye girer. Kur'an bir gölge gibi hem huzur hem koruma hem de serinlik verir. Kur'anla olan ilişkiyi semantiğin, anlama, bilme ve açıklama terimlerinden ziyade bu varoluşsal nitelemelerle mecazî açıklaması bile hayata, canlılığa ve dinamizme dikkat çekmeye yöneliktir. Bunun hermenötikteki karşılığı metin-merkezciliğe karşı hayatı, tarihi, okuyanı önemseyen bir tavır olarak sol hermenötikçiliktir denilebilir.

Kur'an'ın Gölgesinde'ki anlama ve yorum tecrübelerinin sergilenişinde, bir tefsirciden ziyade bir edebiyatçı, üstelik Kur'an'ın herhangi bir anlam kapalılığından hiçbir şekilde muzdarip olmayacak kadar rahat bir kişilikle karşılaşılır. Kur'an'ın Gölgesinde anlama sorunu kendiliğinden aşılmış, doğrudan yaşama problematiğine geçilmiştir. Bu da onun tek tek ayetler üzerindeki bütün anlatımlarında kendini fazlasıyla hissettirir. Yine de bir tefsir kitabı beklentisine cevap vermenin asgari veya en azından formel ihtiyacı ayetler üzerinde tek tek durmasını gerektirdiği için akış yer yer aksayabiliyor.

Böylece Kutub'un Kur'an'a yönelten özelliği kendisi de dahil her türlü şahıs otoritesini ikame etmeyi de engellemeyi hedefler. Onun Kur'an'ı Müslüman düşüncesinin ve hayatının merkezine yerleştiren çabası sayesinde kendisinin de her türlü eleştiriye açık hale gelmesi mukadder oluyor. O yüzden aslında “Kutupçuluk” diye bir şey onun telkin ve tavsiye ettiği bir İslam anlayışında mümkün değildir. Ayetleri yorumlayış biçiminde bir tür nesnelcilik temayülü var ve bu belli bir yorumun başka her türlü yorumun önünü kapatmaya yol açabileceği yönünde bir eleştiriye konu olmuşsa da, bunu aşmayı engelleyecek bir otoriterlik tesis etmiş değildir Kutub.

O yüzden bugün Kutub'un eserinin 50 yıl sonra İslam düşünce ve siyasetine yaptığı katkıları rahatlıkla eleştirel bir yaklaşımla değerlendirmeye açık durmaktadır. Her türlü şahıs kutsallaştırmasına karşı açık bir tavrı olan Kutub'u bitirecek asıl şey ona veya eserine de bir tür kutsallık veya dokunulmazlık atfetmek olur.

Yeni Şafak

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!