Sözümüzün başında Yeni Akit gazetemizin tüm okuyucularımıza ve halkımıza hayırlı olmasını Yüce Allah’tan diliyorum. Allahu Teala hayırlı ve faydalı çalışmalara muvaffak eylesin.
Bugün aslında Arap Birliği’nin Sirte Zirvesi hakkında değerlendirme yapmak istiyordum. Fakat daha öncelikli olduğunu düşündüğüm bir konuyu ihmal etmemek ve zihinlerde hatalı kalmaması için soğumadan onunla ilgili bazı bilgilere dikkat çekmek gerektiğini düşündüm. Arap Zirvesi’nden çıkacak sonuçlar da bir süre gündemde kalacağı için onu ertelemekte mahzur görmedim.
Geçtiğimiz günlerde Mavi Marmara şehitleri hakkında bir zatın, özetle ifade edecek olursak onların ölümü istedikleri ve bilerek ölüme gittikleri için şehit bile olamayacakları iddiasında bulunduğu söylendi. Muhterem Hakan Albayrak kardeşimizin itiraz yazısı üzerine o sözlerin sarf edildiği mecliste bulunduğunu söyleyen bir gazeteci o sözlerin Mavi Marmara şehitleri hakkında değil bilerek ölüme giden birtakım eylemciler hakkında söylendiğini iddia etti.
Peki, ister Mavi Marmara şehitleri ister başkaları hakkında söylenmiş olsun bir kimsenin, bilerek ve Allah yolunda ölümü arzulayarak öldürüldüğünde şehit bile olamayacağı iddiası doğru mudur? Bu konuda bizim başvuru kaynağımız şu efendinin, bu beyin iddiası değil şehadet kavramını bize öğreten yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim ve onu tebliğ eden Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. “Allah’ın kitaplarına ve peygamberlerine iman” şartlarını kabul etmiş bir kişinin yapması gereken de Kur’an-ı Kerim ve sünneti seniyyede vazıh (açık) bir ifadeyle ortaya konan hükümle efendilerin ve beylerin sözleri arasında çelişki hâsıl olduğunda, vahye dayanan yüce kitapta ve sünnette bildirileni tercihtir. Çünkü bunlara inanmak imanın şartıdır. İmanın şartları arasında “filanca efendiye, falanca beye iman” diye bir şart ise mevcut değildir. Allah’ın huzurunda da mükellef olduğumuz şartlara göre hesap vereceğiz.
Bir ayeti kerimede şöyle buyurulur: “Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır.” (Ahzab, 33/23)
Burada parantez arası açıklamaları kafamızdan değil tefsirlere ve âyeti kerimenin sebebi nüzuluna dayanan açıklamalara göre koyduk. Nüzul sebebine bakalım:
Buhari, Müslim, Tirmizi ve daha başkalarının Enes ibnu Malik (r.a.)’ten rivayet ettiklerine göre, onun amcası Enes ibnu Nadr (r.a.) Bedir savaşında bulunamayınca: “Resulullah (a.s.)’ın girdiği ilk çarpışmada bulunamadım. Eğer Allah bana Resulullah (a.s.) ile birlikte bir çarpışmaya katılmak nasip ederse, mutlaka nasıl hareket edeceğimi görecektir” dedi. Bu kişi Uhud savaşında şehid edildi. Bu savaşta öldürülünceye kadar kahramanca savaştı. Bedeninde kimi gürz, kimi kılıç, kimi de ok yarası olmak üzere seksen küsur yara görüldü. Bu ayet de onun hakkında indirildi. (Buhari, Cihad, 12; Tefsir, Ahzab suresi tefsiri, 3; Tirmizi, Ahzab suresi tefsiri, 2,3)
Burada kendilerinden övgüyle söz edilen kişilerin ahitlerini yerine getirmeleri ile kastedilen O’nun yolunda şehit olmalarıdır. Yani bırakın şehadeti arzulamayı, şehadet onlar için bir ahittir ve bu ahitlerini de üzerinde herhangi bir değişiklik yapmadan, kalem ve laf oynatmadan, “Kahramanca çarpışma sözü vermiştim çarpıştım; fazlasına gerek yok” demeden şehadete kadar direnmek suretiyle yerine getirmişlerdir.
Dikkat edilirse âyette bazılarının da beklediklerinden söz ediliyor. Peki, neyi bekliyorlar? Allah yolunda çarpışmayı mı? Bu ahitlerini zaten yerine getirmiş, girdikleri her savaşta kahramanca çarpışmışlar. Bekledikleri Allah yolunda şehit olmaktır.
Allah’ın onların şehadete kadar çarpışmalarından ve böylece ahitlerini yerine getirmelerinden övgüyle söz etmesi onların ölümlerinin asla intiharla bir tutulamayacağını ortaya koyar ve “bu gibilerin şehit bile olamayacakları” iddiasını tamamen çürütür.
Evet, cihadın, Allah yolunda savaşın gayesi ölmek değildir. Ama şehadet arzusu kınanmış, eleştirilmiş bir arzu değil Yüce Allah’ın övgüsüne mazhar olmuş üstün bir arzudur. Bundan dolayı İmam Hasan el-Benna’nın müntesiplerine öğrettiği ilkelerden biri de “ve’ş-şehadetu fi sebilillahi esmâ emaninâ (Allah yolunda şehit olmak en yüce arzumuzdur)” ilkesidir. Bundan dolayı Abdülaziz Rantisi, Şeyh Ahmed Yasin’in yerine geçtiğinde Şeyh Yasin’in başına gelenin kendisi için de geçerli olduğunun hatılatılması üzerine; “Kanserden ölmek de bir ölümdür, roketlere hedef olarak ölmek de. Bana sorarsanız tercihim roketlerdir” cevabını vermişti. Çünkü şehadet günâh kirlerini temizleyen ulvi bir ölümdür.
Hepsi bu kadar değil. Daha başka şer’î delilleri ve Mavi Marmara’daki durumla ilgili müşahedelerimizi de inşallah müteakip yazımızda aktaracağız.
YENİ AKİT