Kobra, Süper Kobra ve Skorsky helikopterleri... F-4 ve F-16 savaş uçakları... Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk kampları... Heronlar, İHA’lar, termal kameralar...
Şiddeti giderek artan ve yaygınlaşan çatışmalar, haberlerin dilini ve mantığını alabildiğine askerileştiriyor. Dil ve mantığın toplumsal anlamda askerileşmesiyle ortaya çıkan sonuçları en sıkıntılı halleriyle yaşamış bir ülkeyiz oysa. Fakat medya ise sanki bu türden sıkıntılara müptela bir topluma hitap eder gibi yayın yapmakta ısrar ediyor.
Görüntülü yayınlar bir taraftan acı içerisinde gözyaşına, feryada boğulmuş ailelerin görüntüleriyle dolup taşıyor. Diğer taraftan aynı ekranlar haritalar üzerinde bütün bir halka ders verircesine askeri operasyonların hangi kademelerden geçerek gerçekleştiğini anlatan stratejisyenlerle doluyor. Bu türden yayınların toplumu milliyetçi hislerle kışkırtan ve durumdan vazife çıkarmaya teşvik eden tehditlere, tehlikelere yataklık ettiği kimseye meçhul değil.
Peki, böyle bir misyonla donanımlı bir medya, yaşanan sorunların çözümüne mi yoksa kangrene dönüşmesine mi katkı sağlar? Bu soruyla sansüre veya otosansüre zemin hazırlamaya niyetli değiliz.
Sansür veya otosansür kelimeleri haber alma ve haber verme hakkını, özgürlüğünü gaspa işaret ettiği oranda tedirgin eder bizi. Aynı tedirginlikten daha fazlası milliyetçi histeriyi, ulusçu paranoyayı kışkırtan askeri dil ve mantığa karşı sergilenmeli değil mi?
İki değeri birbirine kurban etmeksizin yol alma çabası sorunların çözümüne katkı sağlayacaktır. Karargah veya örgüt tarafından hizaya çekilmiş haber ve yorumların çözüme değil toplumsal çözülme ve çatışmaya hız vermesi hiç de sürpriz değildir. Bu olgu, yılların tecrübesiyle sabittir. Ölülerinizi sayarak, acılarınızı yarıştırarak asla ve asla zulümlerinizi meşrulaştıramazsınız. Bu işe kalkışırsanız sonu gelmez misillemeler, arkası tükenmez intikamlar birbirini kovalar durur.
Nasıl mı kovalar? İşte size son dönemden pratik birkaç örnek:
Ceylan Önkol isimli küçük bir kızımız havan mermisiyle parçalanarak öldürüldüğünde “Katil devlet hesap verecek!” diye askeri birlikler önünde eylem yapmanın meşruiyetine ve zaruretine inanırım.
Uğur Kaymaz isimli küçük bir çocuğumuz babasının yanında elinde silah var zannıyla Özel Tim kurşunlarıyla delik deşik edildiğinde de aynı şekilde eylem yapmanın, protesto etmenin meşruiyetine ve zaruretine inanırım.
Org. Büyükanıt’ın iyi çocukları tarafından ‘vatan için’ Şemdinli’deki Umut Kitabevi’nin bombalanmasının ardından ‘Kontrgerilla’dan hesap soracağız!’ diyerek yürümenin ahlaken ve siyaseten ne kadar önemli olduğunu da takdir edebiliyorum elbet.
Fakat işler ve sorumluluklar burada bitmiyor. Günler ilerledikçe, olaylar geliştikçe ahlaken ve siyaseten üzerinize binen yükümlülükler de artıyor. Bir dönem, belli olaylar karşısında doğru ve iyi bir tutum takınmış olmanız sizin tüm zamanlar ve gelişmeler karşısında meşru ve makul bir tutum sahibi olduğunuzun garantisi sayılmıyor.
Mesela Serok Apo ve Mareşal Karayılan’ın iyi çocukları Ankara Kumrular’da ‘barış için’ çivili bombalarla insanları delik deşik ederken haklar ve özgürlükler mücadelesinde başımıza havari kesilenler ‘Katil PKK hesap verecek!’ diye korkudan mı yoksa bu saldırıları meşru gördüklerinden mi meydanlara inip protesto edemediler? Yoksa yalandan bir özüre ve örgüt içi soruşturma sözüne hemencecik fit mi oldular?
‘AK Parti devleti 90’lı yılları hortlatmak istiyor’ manipülasyonuyla Siirt’te içinde dört genç kızın bulunduğu aracı PKK'nın 200 kurşunla kalbura çevirmesi ‘Demokratik Özerklik sürecinin olağan zayiatı’ olarak mı görüldü de sol-sosyalist muhalifler acılarını içlerine gömdüler? Başöğretmen Öcalan ve Kurmay Başkanı Bahoz Erdal/Fehman Hüseyin’in iyi yetiştiremediği bazı ‘çürük elmalar’ mı bu yanlışlıklara sebep oldular acaba? Öyle ya koskoca bir örgütü ve onun kurtuluş mücadelesini bazı ‘çürük elmalar’ın yanlışları sebebiyle karalamak isteyenlerin eline koz verecek strateji yoksunu olmadıklarına göre neyin protestosu!
Batman’da Mizgin Doğru’yu karnındaki bebek ve dört yaşındaki kızı Sultan ile kara toprağa düşüren kurşunlar maalesef gerillaların üzerine adres yazmayı unutmasıyla onlara yönelmişti. Kurşuna adres yazmak gibi küçük bir teferruatın unutulmuş olmasıyla ortaya çıkan bu hadise Kandil’deki elektrik yokluğuyla değil esasen vicdan yokluğuyla birebir alakalıydı. Ama dostlarınızın yoksunluğunu dünya aleme ifşa edecek değilsiniz ya!
Seferberlik haberciliği Türk-Kürt ulusal kimliği adına Allah’ın kullarını, İslam’ın kardeş kıldıklarını akılsız ve vicdansız tetikçilere dönüştürmenin hesabıyla piyasaya sürülüyor. Seferberlik haberciliğinin bağımlı müşterileri değil kararlı muhalifleri olmalıyız ki adaletin ve merhametin tesisinde yol alabilelim.