Sedat Yenigün 31 Yıl Sonra İstanbulda Anıldı

Kirli güçler tarafından 5 Temmuz 1980 tarihinde Fatih’te şehid edilen Sedat Yenigün, TYB’nin Cağaloğlu’ndaki Kızlarağası Salonu’nda ilk defa katılımcısı yoğun olan bir programla anıldı.

Mavera Gençlik’in düzenlediği Sedat Yenigün’ü Anma Programı’nda ilk olarak Mehmet Güney, Ali Bulaç ve Abdurrahman Arslan konuştular ve iki tur içinde Yenigün’ün mücadelesini, misyonunu, dönemini farklı açılardan anlattılar ve hatıralarını aktardılar. Asım Gültekin’in yönettiği programda daha sonra Ümit Meriç, Ahmet Ağırakça, Hamza Türkmen, Beşir Eryarsoy, Hasan Güneş ve Sedat Yenigün şehit edildiğinde henüz iki yaşında olan oğlu Halil İbrahim Yenigün söz alıp onunla ilgili hatıralarından bahsettiler ve değerlendirmelerde bulundular. Program, Mahmut Balcı’nın şehadetle ilgili okuduğu Kur’an ayetlerinin tilavetiyle son buldu.

İlk konuşmacı Mehmet Güney, Yenigün ile MTTB’de 1971 yılında tanıştığını ve onunla MTTB bünyesi içinde birçok faaliyeti paylaştığını anlattı. Sedat’ın o yıllarda MTTB içinde en fazla dikkat çeken yanının Kültür ve Basın Komiteleri’ni yürütürken okuma ve öğrenme konularında oldukça ilgili ve titiz davranması olduğunu vurguladı. O yıllarda bilgi ve rehberlik mahrumluğu dolayısıyla milliyetçi-mukaddesatçı çizgiden kopamadıklarını belirten Güney, Çanakkale Şehitlerini Anma Programı ile ilgili şu anekdotu aktardı: “Yakalarımızda MTTB’nin hilal içindeki bozkurt rozetini uzun yıllar taşıdık. Ama Allah’a şükür ki daha sonra ciddi bir arınma süreci yaşadık ve kimliğimizi sadece Allah’ın verdiği isimle Müslüman olarak sabit kıldık. 1973’te Çanakkale’ye giderken ‘Müslüman Türkiye’ diye bağırıyorduk. Başka bir uçta da bir grup ‘Milliyetçi Türkiye’ diye bağırıyordu. Onların da yakalarında bozkurt rozetleri vardı ve daha büyüktü. Bize MTTB’den bazı yöneticilerimiz ‘biz sağcıyız’ diyerek bozkurtlu rozetlerimizi sol yakalarımızdan çıkartıp sağ yakalarımıza asmamızı söylediler. Çünkü biz o zaman sağcı Müslümanlar idik.”

MTTB’li gençlerin yetişmesi için 1970’li yıllarda Sabahattin Zaim öncülüğünde bir Sosyal Bilimler Enstitüsü kurulduğundan bahseden Güney, Zaim’in bir müfredat programı çıkarttığını ve bu kuruluşun da sekretaryasına Sedat Yenigün’ü getirdiğini söyledi. Salih Tuğ, Ahmet Kabaklı, Selçuk Özçelik, Ayhan Songar, Faruk K. Timurtaş, Mahir İz gibi dindar camiada tanınan 30’a yakın yazar ve akademisyenin ders verdiği Sosyal İlimler Enstitütüsü’nde MTTB gençliğinin hafta sonlarında ya da hafta içinde dört gün olmak üzere yoğun bir eğitim sürecine tabi olduğunu ve Sedat Yenigün’ün de bu sürecin koordinasyonunu gerçekleştirdiğini belirtti. Ve o dönemde MTTB’de görev alan bugünkü devlet adamlarından bazılarının isimlerinden ve o zaman ki rollerinden bahsetti.

Mehmet Güney, bilgi ve imkan mahrumluğu içinde kendini yetiştirmeye, aşmaya ve yanlışlardan arındırmaya çalışan Sedat Yenigün’ün bugünkü gençler için iyi bir örnek olduğunu vurguladı ve gençliğin bilgisayar psikopatlığı denilen sanal âlemden kurtarılması gerektiğinin üzerinde durdu.

Konuşmasında ilkin MTTB içinde tanıdığı Yenigün’ün araştırıcı, fedakâr ve nezaketli tavrı üzerinde duran Ali Bulaç; öncelikle onunla anlaşamadığı iki noktayı belirtti. Birincisi dil kullanımı hususuydu. İkincisi ise Yenigün’ün o yıllarda yeterince sağcı ve milliyetçi düşünceyi aşamamış olmasıydı. Kendisinin Öz Türkçe akımının hâkim olduğu o dönemde, gençlere hitap edebilmek için bu akımın yeni kelimelerini kullandığını, ama süreç içinde yanıldığını ve Sedat’ın mutedil Türkçe’de ısrar etmesinin İslami meramımızı anlatmak konusunda daha isabetli olduğunu belirtti. Yenigün’ün eleştirdiği sağcı ve milliyetçi eğilimlerinin ise, okuduğu Türkoloji bölümünde; ayrıca sekretaryasını üstlendiği Sosyal İlimler Enstitütüsü’nde Müslümanlara hürmetkâr ama sağcı-muhafazakar yanları ağır basan ve İslamcılığa soğuk bakan 30 yazar ve akademisyenin etkisiyle oluştuğunu vurguladı. “Milli” ya da  “Müslüman Türkiye” söylemi ayırıcı, parçalayıcıydı. Yenigün’ün etkisinde olduğu Osmanlı medeniyetini, Emevi, Abbası, Safevi medeniyeti gibi diriltmek mümkün değildi.

Ali Bulaç, Metin Yüksel gibi Sedat Yenigün’ün niçin vurulduğu sorusunun, İslami camiayı sağ-sol, ülkücü-sosyalist çatışmasının içine çekmek şeklinde cevaplanabileceğini belirtti. Yenigün’ün ilerleyen zaman içinde MTTB içinde bilinmeyen güçlerin yönlendiriciliğinden rahatsız olduğunu söyleyen Ali Bulaç o döneme ait şöyle bir tarihi kesiti aktardı. Polis ve sağcı güçler 1970’li yılların başında defalarca MTTB’nin Kıbrıs hakkında veya komünistlere karşı miting yapmasını istediklerini, çoğu zaman gece yarılarına kadar Sedat’ında bulunduğu istişare halkalarında bu konuyu tartışıp reddettiklerini belirtti. Ama öğlen sokağa çıktıklarında reddettikleri miting teklifinin çağrı olarak MTTB amplemiyle duvarlara asılmış afişler olarak karşılarına çıktığını anlattı. Ve Sedat’ın bu durum karşısında adeta çıldırdığını ve kirli güçler tarafından MTTB’nin kullanıldığı konusunda sorgulama sürecine girdiğini belirtti.

Bulaç, Milli Gençlik dergisinde yayınladığı bazı yazılarını derleyerek Çağdaş Kavramlar ve Düzenler ismiyle Sırdaş Yayınları’ndan kitaplaşmasını ve muhtevasının da elden geçirilmesini büyük ölçüde Sedat Yenigün’ün sağladığını söyledi. 1977 sonunda Sedat ve arkadaşlarının kurduğu İKO’nun Tepebaşındaki  toplantısında Necip Fazıl’ın “Türk’ün ruh kökü” ve “Tanrının kurtardığı millet” lafızlarını İslami ölçü ve kavramlarla eleştirdiği için ülkücülerin saldırısına uğradığında, kendisinin selamete çıkmasında Sedat’ın vesile olduğunu; bu konuyla ilgili olarak çocuğunu ülkücülerin kaçırmak istemesi üzerine Fatih-Yavuz Selim’den Güngören’e evini taşıdığını belirtti.

Ali Bulaç Yenigün’ün son dönemlerindeki ilgilerinden bahsetti, onun muttaki bir kul olduğunu belirtti ve zaten Kur’an’ın da muttakilere yol gösterdiğini vurguladı.

Abdurrahman Arslan da onunla Düşünce Dergisi’nde tanıştığını belirtti. Arslan, Düşünce Dergisi ile 1976 yılında tanışınca Ali Bulaç’la birlikte onu da tanıdığını, çünkü onun sürekli dergiye gidip geldiğini belirtti.

İslam’ın evrensel doğrularından bahseden kitaplara çeviridir diye dudak bükülemeyeceğini belirten Arslan, 1970’lerde sağcı ve solcu tutum karşısında İslami çeviri kitaplarında katkısıyla üçüncü yol olarak İslamcılığın ortaya çıktığını ve bu süreçle de ötekilerle yüz yüze gelindiğini belirtti. Ama bu süreçte ilim geleneğinin temsilcilerinin de rol alması gerekiyordu. Sedat Yenigün’ün bu konudaki eksiklikten dolayı yakınmalarına işaret eden Arslan, onun en fazla gençliğin dejenerasyonu üzerinde durduğunu, pornocu ve apolitik yaklaşımların gençliği dinden uzaklaştırmasıyla mücadele etme hassasiyetini aktardı.

Abdurrahman Arslan’da Bulaç gibi onunla anlaşamadığı en önemli konunun, onun sağcı reflekslerden yeteri kadar kopamaması olduğunu vurguladı. Arslan’a göre o dönemlerde üniversitede Türkoloji ve tarih bölümlerinde okuyanlar genellikle sağcı-millici oluyorlardı. Müslümanlar arasında henüz yeteri kadar tarih bilincinin gelişmemişliği sınıfsal, ilerlemeci, medeniyetçi yaklaşımlara öykünme oluşturabiliyordu. Abdurrahman Arslan, Yenigün’le diyaloglarında sağcı, milliyetçi, muhafazakâr kavramlarla Müslümanlığın ifade edilemeyeceği konusundaki müzakerelerinden bahsetti ve Yenigün’ün İslam’a olan aidiyetinin takva boyutunu örneklerle aktararak konuşmasını tamamladı.

Programa katkı sağlamak açısından kürsüye veya mikrofona sırasıyla Ümit Meriç, Ahmet Ağırakça, Hamza Türkmen, Beşir Eryarsoy, Hasan Güneş ve Halil İbrahim Yenigün davet edildi.

Ümit Meriç, Ramazan ayı dolayısıyla da evinde yaptıkları hatim merasimi dolayısıyla programa biraz geç kaldığını söyleyerek başladığını konuşmasında, hatim duasını  Sedat Yenigün için gerçekleştirdiklerini belirtti. Sonra da Sedat Yenigün ile babası Cemil Meriç’in ilişki ve dostluk boyutunu aktardı. Babasının 37 yaşında âmâlaştığını belirten Meriç, bundan sonraki süreçte babasının yüzlerce gelip-gidenine rağmen bir gözünün Ali Bulaç diğer gözünün de Sedat Yenigün olduğunu belirtti. Cemil Meriç’in kitaplarının birçoğunun oluşumunda tuttuğu notlar ve yayın süreçlerini takip etmesiyle  Sedat Yenigün’ün ciddi bir emeğinin geçtiğini belirten Meriç, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olduğu 1970’li yıllarda soldan da sağdan da bir çok talebesinin öldürüldüğünü ve bu acıları ortak değerlerimizin kaybı olarak gördüğünü belirttikten sonra, bu bağlamdaki en önemli acıyı Sedat’ın şehadet haberinin kendilerine ulaştığında taddıklarını belirtti ve rahmet dileklerini belirterek sözlerine son verdi.

Yenigün’le 1971 yılında tanıştığını ve tanıştığının akabinde de kendisini Üsküdar’daki öğrenci evine davet ettiğini belirten Ahmet Ağırakça ise onun samimiyeti, ihlası, tevazusu, nezaketi, çalışkanlığı ve İslam davasına aidiyet duygusu üzerinde durdu. Onun süreç içinde sağcı, milliyetçi, dindar çizgiden İslami bilinç ve arınma çizgisine ulaştığını belirten Ağırakça, şehit edilmeden önce 7 veya 10 ay içinde ulaştığı İslami değerler ve tevhidi bakış açısı sayesinde ne sağcılığının ne de Osmanlıcılığının kaldığını belirtti. Onun sadece Müslüman olarak İslam’ı yaşamaya çalışan bir şahit haline geldiğini ve dünyaya da gözlerini İslami bir dava adamı olarak yumduğunu vurguladı.

Kendisiyle 1970’de MTTB Orta Öğretim Komitesi’nde tanıştığını belirten Hamza Türkmen, birlikte hem gelenekçi, Osmanlıcı, Anadolucu ve muhafazakâr yazarların hem de öze dönüş, İslami direniş ve ıslah çabalarını taşıyan yazarların kitaplarını okuyup tartıştıklarını belirtti. Onun MTTB’deki tüm taklitçi ve statükocu tepkilere rağmen çıkmasında en önemli rolü olan Milli Gençlik dergisiyle 1973’ten sonra bir tahkik ve sorgulama çığırına yol açtığını ve bu çabalarını Ali Bulaç, Beşir Eryarsoy, Şehmuz Durgun, Selahaddin Eş, Ömer Özbay gibi tavır ve tahkik eğilimli gençlerin fikri ve edebi yazılarıyla paylaştığını belirtti. Türkmen, Sedat Yenigün’ün tevhidi ve siyasi bilgilenme süreçleriyle birlikte MTTB’deki taklitçi akıma ve iç yozlaşmaya tahammül edemeyerek 1976-77 yıllarında arkadaşlarıyla beraber koptuklarını, özgün ve vesayetsiz İslami bir cemaat arayışı içinde İstanbul Kültür Ocağı’nı kurup İslami Hareket dergisini çıkarttıklarını anlattı. Yenigün’ün 1970’li yılların sonunda sahih ve özgün bir İslami bilinçlenme ve cemaatleşme çabası içine girmek isteyen ender öncülerden birisi olduğunu söyleyen Türkmen, büyük ölçüde bu nedenle “Tağuti sistem tarafından sesi kısılmak istendi ve kirli güçlerce 5 Temmuz 1980’de şehit edildi” dedi. 31 yıl sonra böyle bir katılımla ve topluca onu yâd etmemizin önemli olduğunu ama bu gecikme nedeniyle de ders çıkartılacak bir muhasebeye ihtiyaç bulunduğunu vurguladı.

Beşir Eryarsoy, konuşmasında bazı senelerde Sedat Yenigün’ü anmak için toplandıklarını belirterek Türkmen’in tespitlerine katılmakla beraber onu anma konusundaki cümlelerini tashih etmek istedi. Eryarsoy da Yenigün’ün meziyetleri üzerinde durdu ve onu öldüren şer güçlerinin İslam düşmanı niyetleri üzerinde durdu. Yenigün’ün İslami ilimleri öğrenmeye temayülünü ve talebini vurgulayan Eryarsoy, ömrünün son yıllarında kendisiyle ilmihal dersi yaptıklarını belirtti.

Hasan Güneş, Sedat Yenigün’ün  şehit edildiği andan 40-50 dakika önceki pozisyonunu aktardı. 5 Temmuz 1980 günü ikindiden sonra İKO’da İslami Hareket dergisinin son sayısını nasıl çıkartacaklarına dair bir toplantı yapmışlardı. Toplantı 19.30’da bitmiş ve Yenigün ayrılmıştı. Ayrıldıktan 40 dakika sonra tıraş olmak için gittiği Akşemseddin Mahallesi’ndeki bir berber dükkânında hain eller tarafından kurşunlanarak öldürülmüştü. Sedat Yenigün’ü bu olaydan sonra anmak için ufak çaplı da olsa toplantılar yaptıklarını belirtti ve onu yâd etmek için çoğu zaman mezarı başına da gittiklerini söyledi. Ekip olarak da onunla Ömer Nesefi’nin kitabından akaid dersleri yaptıklarını anlattı.

Son konuşmayı Sedat Yenigün şehit edildiğinde 2 yaşında bir çocuk olan oğlu Halil İbrahim gerçekleştirdi. Organizatörlere, konuşmacılara ve katılımcılara teşekkür etti. 31 yıl sonra babasının böyle katılımcı bir programla gündeme gelmesinin vefa ve İslami bilinçlenme açısından önemli ve öğretici olduğunu vurguladı. Öğrenimi için ABD’de bulunduğu zaman bile babasının hatıratının birçok diyalogda önüne çıktığını; örneğin babasının İslami Hareket dergisinde röportaj yaptığı ABD’li imam Zahid Şakir ile yıllar sonra ABD’de tanıştığını ve bu tür tanışıklıklar nedeniyle babasının hatıratının hep hayatında olduğunu anlattı. Babası hakkında kendisine büyük ölçüde perspektif kazandıran yazının 1993’te Hamza Türkmen tarafından Haksöz Dergisi’nde kaleme alındığını belirten Halil İbrahim Yenigün, her geçen gün babasının 1970’li yıllarda taşıdığı misyon, yaşadığı arınma ve bilinçlenme sürecinin ne kadar önemli olduğunu öğrendiğini vurguladı.

Mavera Gençlik’ten bir üyenin Sedat Yenigün’ün son yazdığı Gel Ey Zulüm, Zulmün Ta Kendisi” şiirini okuması ve Mahmut Bal’ın da şehadetle ilgili ayetleri kıraat etmesiyle program sona erdi.

HAKSÖZ-HABER

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Gazze nöbeti devam ediyor
Çocuklar "Hayat Namazla Güzeldir" sloganlarıyla yürüdü
Aksa Tufanı ve kazanımları
Özgür-Der Üniversite Gençliği programlarına başladı!
Diyarbakır Özgür-Der Gençlik Çalışmaları başladı