En başa şunu yazalım: Duygu ve söylem düzeyinde son dakikaya kadar bir hayli gerilimli geçmiş olsa da 24 Haziran seçimlerinin hemen hiçbir fiili kavga olmadan tamamlanmış olması en önemli başarı ve kazanımdır.Seçimler ilan edildiği günden sandıkların büyük oranda açılıp kamuoyuna ilan edildiği saatlere değin tırmandırılan ‘hile yapıyorlar, oyları çalıyorlar, iktidar çöküyor’ tarzı yoğun kara propaganda faaliyetleri ne sonucu değiştirmeye ne de sokakları karıştırmaya kifayet etti.
Verilerin kamuoyuna ilan edilmesi sırasında hangi bölgelerin öncelendiği hangi bölgelerin sonraya bırakıldığına dair usul tartışmasının dışında seçimlerin şeffaf ve denetime açık oluşunu şaibe altında bırakacak hiçbir ciddi iddia olmadı. Bu bağlamda seçimler, siyasal manada toplumsal iradenin önemli ve güçlü bir sigortası işlevi görerek ne zaman tamam veya nereye kadar devam edileceğine dair en güçlü karar mercii olarak konumlanmaktadır.
Milliyetçi Söylem Çarpıntısı
24 Haziran seçimleriyle ortaya çıkan siyasal tablo toplumsal tercihler üzerine söylenecek sözlerin epeyce farklı açılardan temellendirilmesini zaruri kılmaktadır. Evet, 16 Nisan 2017 referandumu ile karar verilen sistem değişimi için toplum Cumhur İttifakı ile ‘yola devam’ demiştir. AK Parti ve MHP’nin ortak adayı R. Tayyip Erdoğan % 52.4 ile ilk turda büyük bir destek alarak en yakın rakibi Muharrem İnce’ye % 20’den fazla fark atmıştır. Bu büyük fark kapanması veya tevil edilmesi hiç de kolay olmayacak çok derin bir uçuruma işaret etmektedir. Fakat bu sonucun şimdilik gölgesinde kalan daha başka bir sonucu, AK Parti’nin 16 yıllık iktidar sürecinin ardından ilk kez Meclis çoğunluğu kaybetmesini de etraflıca tartışmak gerekiyor. Adeta 7 Haziran seçim sonuçları tekerrür etmiş gibi bir tablo ortaya çıkmış olmasına rağmen Cumhur İttifakı ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi dolayısıyla sanki hiçbir şey olmamış gibi bir duygu iklimi yaşanıyor.
AK Parti seçmenlerinin yaklaşık % 7’lik bir kısmı neden 7 Haziran 2015’te olduğu gibi 24 Haziran 2018’de de tercih değiştirdi acaba? Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP yaşadığı Kurultay tartışmaları sonrasında parçalanmış ve önemli oranda tecrübeli kadrolarını Akşener liderliğindeki İYİ Parti’ye kaptırmış olmasına rağmen 1 Kasım 2015 seçimlerindeki gücünü kabul edilmeli ki AK Parti tabanında yaşanan kaymalarla koruyabildi. Garip ama MHP neredeyse hiç fark edilmeyen veya üzerinde hiç durulmayan siyasi duruş ve söylemiyle İYİ Parti’ye kayan milliyetçi oyların telafisini AK Parti tabanından gerçekleştirdi. Fakat bütün hassasiyet ve tepkilerini CHP’den İYİ Parti ve HDP’ye kay(dırıl)an taktik oylara hasreden AK Parti kadroları ve medya için yaklaşık % 7’ye tekabül eden bir seçmen kitlesinin siyasal davranış değişikliği tam bir kör nokta oldu.
Bu kör nokta yakın ve orta vadede iki açıdan sıkıntı doğurabilir. Birincisi aşırı vurgu yapılan ‘yerli ve milli’ söylemiyle hatta yoğunluğu düşük olsa da ‘hakiki Atatürkçülük’iddialarıyla MHP milliyetçiliğine kayış için ciddi ve kalıcı bir geçişken zeminin önü açılabilir. İkincisiyse koalisyonları bitirecek en önemli formül olarak lanse edilen yeni sistem ‘kötü ve yıkıcı koalisyonlar’ın yerine ‘iyi ve yapıcı ittifaklar’ı gayet makul gerekçelerle ikame ederek MHP’ye bağımlılığı arttırabilir. Üzerine bir de milliyetçi oyların iki parti ve % 21’i aşan bir güçle Meclis’e taşınmasını koyunca yeni sistemi işletmenin zorlukları daha bir netleşecektir. Yaşanan bütün tartışma ve ayrışmalara rağmen, hemen hiçbir siyasal sorumluluk ve icraat yüklenmeden sadece MHP’nin değil daha geniş manada milliyetçi duygu, söylem, sembol ve kadroların kilit pozisyona yükseldiğini söylemeliyiz.
Mesaj Seçmenden Alındı, Teşkilatlara Verilecek
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sonuçların netleştiği saatlerde Ankara’da AK Parti Genel Merkezi’nin balkonunda on binlerce insana yaptığı konuşmada elbette büyük bir başarıyı, haklı bir zaferi vurguluyordu öncelikle. Lakin bu konuşmasında ciddi bir özeleştiri daveti de vardı. Öyle ki kendisinden önce balkon konuşması yapan Başbakan Binali Yıldırım gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan da sadece eşiyle çıkmıştı kitlelerin karşısına. Yanına ne bir bakan ne de bir parti yöneticisi almaksızın yaptığı konuşmada ayrım yapılmaksızın seçmeninden müşahidine bütün bir topluma, Bahçeli’den Alperenler’e değin özenle dile getirilen teşekkürlerde parti yönetimine de bakanlara da bir pay ayırmamıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir taraftan zaferin çizdiği yol haritasına diğer taraftan da Meclis’te kaybedilen çoğunluğun faturasına yoğunlaştığı şu cümlelerin neler getirip götüreceğini bir düşünelim: “Milletimizin sandıkta partimize verdiği mesajı da aldık. Önümüzdeki dönem, milletimizin karşısına tüm bu eksikliklerimizi tamamlayarak çıkacağımızdan emin olunuz. Hemen yarından itibaren milletimize verdiğimiz sözleri yerine getirmek için koşturmaya başlıyoruz.” Alınan mesaja ve gereğince koşuşturmaya dair seçimin sabahı Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ’ın OHAL’in kaldırılmasına ilişkin açık irade beyanı bir örnektir mesela.
CHP’nin gerileyen oy oranı, İYİ Parti ve HDP için kullanılan taktik seçmen kaydırmaları hedeflenen maksadı bir oranda elde etmiş görünüyorsa da Cumhurbaşkanı İnce ile partisi CHP arasında açılan % 8’lik makas kaybın kazanımdan daha fazla olduğunu işaretliyor. CHP içerisindeki iktidar mücadelesinin ne şekilde ve nasıl bir süreçte cereyan edeceğini hep birlikte göreceğiz ama siyasal söylem ve kadrolarda ileriye dönük ciddi değişimlerin kırk yıl sonra aşılan % 30 bandıyla daha sağlam gerekçelerle yapılacağını söyleyebiliriz. Bu esnada HDP’nin kendi asli tabanında AK Parti’ye kaybettiği oyları ancak ve de bir mutabakat sonucu seküler, Türk ulusalcısı ve Kemalist kesimlerden telafi ettiğini de vurgulamalıyız.
Seçim enteresan bir tablo çıkardı ortaya. Sloganlarla, basit ve kışkırtıcı argümanlarla çözümlenemeyecek kadar girift bir toplumsal tablo duruyor önümüzde. Seçmenlerden alınacak mesajlardan ilki, rakip siyasi partilerden önce AK Parti’nin içini ayrıştırıp düşmanlaştırmaya, adam eksiltmek ve ekip tasfiye etmek üzere örgütlenmiş muhteris ve devşirme şebekelerle mücadele kararı ve kararlılığı olmalı.