Okullara seçmeli Kur'an dersi konulması iki açıdan eleştiriliyor.
Biri, devletin din eğitimi işine soyunmasının laikliğe aykırı olduğu iddiası. Diğeri de, bu dersin varlığının seçmeli de olsa bütün çocuklar ve aileleri üzerinde baskı yaratacağı ve "dinsiz" diye suçlanmamak için hemen bütün çocukların dersi almak zorunda kalacağı savı...
Genellikle tartışmalarda bu iki argüman iç içe, bir arada dile getiriliyor ve biri çürütüldüğünde hemen diğerine sığınılıyor.
Biz konuyu netleştirmek için itirazları teker teker ele alalım.
Önce bu dersin seçmeli bir biçimde müfredatta yer almasının laikliğe aykırı olup olmadığı meselesine bakalım.
Kur'an öğretmek bir tutumsa, öğretmemek de bir tutumdur
Yeni yasanın laikliğe aykırı olduğunu iddia edenlerin temel yanılgısı şu: Onlar, devletin müfredata din dersi koymasını dine karşı pozitif bir tutum, koymamasını ise tarafsız (nötr) bir tutum addediyorlar.
Oysa devletin, kendisine teslim edilen öğrencilere Kur'an öğretmesi bir tutumsa, öğretmemesi de bir tutumdur.
Eğer devlet böyle bir dersi zorunlu olarak koyarsa dine karşı pozitif bir tutum almış, koymazsa da negatif bir tutum almış olur.
Eğer laikliği devletin halkın din ve ibadet özgürlüğünü garanti altına alması ve kendisinin inançlar karşısında tarafsız tutum alması olarak tarif edersek (ki doğru tarif budur) devlet açısından alınabilecek tek tarafsız tutum, bu dersleri seçmeli olarak koymaktır.
Zira birinci şıkta devlet çocuğa "öğren" demekte; diğerinde "öğrenme" demektedir.
Sadece seçmeli ders opsiyonunda "ister öğren, ister öğrenme" diyerek görüş belirtmemekte ve böylece inançlar karşısında tarafsız kalma pozisyonunu korumuş olmaktadır.
Ben meseleye bu bakış açısıyla baktığımdan, Kur'an derslerinin seçmeli olarak konulmasında laikliğe aykırı bir taraf göremiyorum.
Ama hükümetin tutarlı olabilmek için, şu anda hâlâ zorunlu olan Din ve Ahlak Kültürü dersini de kaldırması gerektiğinde ısrar ediyorum.
Yine mahalle baskısı
Seçmeli Kur'an dersine karşı çıkanların öne sürdükleri diğer gerekçe ise artık gına getirdiğimiz şu malum mahalle baskısı korkusu...
Seçmek istemeyen çocuklar da baskı altında seçmek zorunda kalırmış!
Hatırlarsınız, üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması gündeme geldiğinde de, bütün bahanelerin bittiği noktada aynı argümana sarılmışlar ve şöyle demişlerdi:
"Bazı kızlar başını örterse, örtmeyenler sanki Müslüman değillermiş gibi algılanmaktan korkar ve onlar da örtmek zorunda kalırlar."
Anlaşılan bizim "laikçiler" inanç özgürlüklerini kullanabilmek için devletin yasakçılığına o kadar muhtaçlar ki, yarın öbür gün tekke ve zaviyeler açılsa, mahalle baskısı yüzünden onlar da çocuklarını "mecburen" tekkeye gönderecekler.
Hani olacak iş değil ama çok evliliğe yasal engel kaldırılsa, "sürüye uymak" uğruna kızlarının kuma gitmesine bile razı olacaklar.
Böyle bir zavallılık olabilir mi? Eğer bizim "laikçiler" bu kadar korkak, bu kadar kişiliksizse; inanma ya da inanmama özgürlüğüne sahip çıkacak en ufak bir medeni cesaretleri yoksa vay bizim laikliğimizin haline...
Neyse ki, biz genel bilinç durumumuzun bu kadar kötü olmadığını; "mahalle baskısı" klişesinin, yasakçıların hiçbir mantıklı karşı çıkış gerekçeleri kalmadığı noktada sarıldıkları bir bahaneden başka bir şey olmadığını biliyoruz.
Ama yine de bir insanın sırf bir yasağın devam etmesi uğruna kendi kendini bu kadar aşağılayabilmesine şaşmamak elde değil.
BUGÜN