Bugün seçimler hakkında siyasi bir analiz yazmak, hıncahınç dolu bir otobüse büyük bir kalabalıkla birlikte binmeye çalışmak gibi...
O kadar çok yorum çıkacak, o kadar insan, o kadar değişik açılardan konuyu anlatacak ki herkesin yazısı birbirini çiğneyecek.
Ama elden ne gelir, seçim ertesinde ne yazılır, ben de mecburen kendimi o kalabalığın içine atacağım.
Seçim sonuçlarından ben ne çıkartıyorum, onu anlatmaya çalışacağım.
Benim görebildiğim, iki tane “tek parti” var.
Ulusal düzeyde “tek parti” AKP.
Güneydoğu’da “tek parti” DTP.
AKP, Türkiye’nin her yanında, her ilinde, her köyünde varlık gösterebilen tek siyasi organizma bugün.
Onun dışındaki bütün partiler bir kenara sıkışmış vaziyette.
CHP ve MHP, Güneydoğu’ya gidemiyorlar.
DTP de batıya gelemiyor.
Bu açıdan baktığımızda Türkiye genelinde aslında bir tane gerçek siyasi parti olduğu görülüyor.
Benden daha akıllıca yorum yapacak çok adam vardır ama benim görebildiğim AKP “dört ayak” üstüne yerleşiyor.
Din, muhafazakârlık, liberallik ve Avrupa Birliği yanlısı olmak, bu dört ayağı oluşturuyor.
Güneydoğu’da DTP’nin “Kürt” kartına karşı “din” kartıyla oynuyor.
Orta Anadolu’da MHP’nin milliyetçiliğine “muhafazakâr liberallikle” cevap veriyor.
Batı’da CHP’nin “içe dönük” Kemalizm’ine, Avrupa Birliği taraftarlığı ile karşı çıkıyor.
Bu dört ayak onun bütün Türkiye’ye yayılmasını sağlıyor.
Ama dört ayağa birden sahip olmanın sorunları da var.
Kürt kartına “din” kartıyla cevap verirken, bu “din” yaklaşımı batıdakileri ürkütüyor, üstelik AKP’nin “liberalliğinden ve AB yanlılığından” rahatsız olan Ankaralı “laikçi” egemenlere de, AKP’ye “kapatma davaları” açabilmeleri için koz veriyor.
Ankara’nın kendisini kapatmasını engellemek için “devlete” yaklaşmaya çalıştığında ise Kürtleri kaybediyor.
Batıda ise bu “din” kartı, özellikle şehirli kadınlar arasında “şeriat” korkusu yaratıyor, bir de AKP kadrolarının, Moda’da içki yasaklamak türünden “yerel” işgüzarlıkları bu korkuyu arttırıp, insanların bir kısmının, aslında hiç de beğenmedikleri CHP’ye sığınmalarına yol açıyor.
AKP’nin en sağlam olduğu alan “muhafazakâr liberallik” ve bu da Orta Anadolu’daki rakipsizliğinden anlaşılıyor.
Anadolu’nun hem muhafazakâr olup hem de dünyaya “ihracat” yaparak zenginleşen halkı, “muhafazakâr liberalliğe” tam destek veriyor, çünkü onlar hem Avrupa’dan ve dünyadan kopmak istemiyorlar, hem de “muhafazakârlıkları” küçümsenmesin, aşağılanmasın, saygısızlıkla karşılanmasın istiyorlar.
Aslına bakarsanız, AKP’nin bünyesine en uygun yapı da bu “Avrupa yanlısı, muhafazakâr liberal” anlayış.
Muhafazakârlık, din meselesini, kimseyi korkutmadan, incitmeden, inanç özgürlüğü çerçevesinde içeriyor...
Avrupa yandaşlığı, hem inanç ve fikir özgürlüğünü kapsıyor, hem de Ankara’nın Ergenekon türü karışık işlerine, ordunun gizli saltanatına ciddi biçimde karşı çıkıyor.
Liberallik ise ihracatını ve üretimini arttırma yolundaki Türkiye’nin önünü açıyor.
Ama Kürt sorununa, “Avrupalı bir hukuk ve liberallik” çerçevesinde çözmeyi geri plana itip, din kokulu bir “devlet partisi” olarak yaklaşınca hem Kürtleri, hem de batıdaki şehirlileri kaybediyor.
Burada garip bir paradoksu var AKP’nin.
Din konusuna fazla abanınca Ankara’ya “parti kapatma” bahanesi veriyor, bunu yatıştırmaya çalışırken de “devlet partisi” konumuna düşüyor.
Din vurgusunu öne çıkarmak, AKP’yi, “laiklik” diye tutturan Ankara’nın kölesi yapıyor.
Bu köleliğe, Avrupa Birliği yolundaki yürüyüşünü durdurmayı da ekleyince, karşımıza Kürtleri, şehirlileri kaybeden, herkesi kuşkulandıran tuhaf bir parti çıkıyor.
Benim görebildiğim kadarıyla, AKP, dini “hoşgörülü bir muhafazakârlığın” içine yerleştirebilse, kendisi kadar dindar olmayanlara da güven veren bir “inanç özgürlüğünü” savunsa, Kürt meselesini “din” kartıyla çözmeye çalışma kurnazlığı yerine Avrupa Birliği kurallarına uygun bir hukukla çözüme kavuşturmaya uğraşsa, oylarını kaybetmek bir yana, sahip olduklarına fazlasını da ekleyecek.
Neticede Türkiye’de Ergenekon’un üstüne giden, Avrupa Birliği üyeliğini “lafta” da olsa savunan tek parti ve bu alanlarda rakipsiz.
AKP’nin bu seçim sonuçlarını nasıl yorumlayacağı elbette hem kendisi hem ülke için çok önemli.
Aslında, “gerçekler” AKP’ye benim tarif ettiğim yoldan başka yol bırakmıyor bence. Bugün “din” yolu, atağa kalkan Saadet Partisi tarafından, milliyetçilik yolu, MHP tarafından, “devlet partisi” olma yolu, CHP tarafından kesilmiş vaziyette.
AKP ya enerjisini “tıkanmış” ve rakiplerle” dolu bu yolları açmak için harcayacak ya da tümüyle boş ve rakipsiz olan “Avrupa Birliği taraftarı, muhafazakâr liberal” yolundan yürüyerek “tekliğini” sürdürüp başarıya ulaşacak.
Kendi bölgesinde büyük bir başarı gösteren ve “tek parti” konumunda olan DTP’ye gelince, bu partinin geleceğini belirleyecek soru bence çok net.
Kürt sorunu çözüldüğünde, Kürtler eşit vatandaşlar olduğunda, hukuk Türkiye’de egemenliğini ilan ettiğinde bu parti var olabilecek mi?
Var olacaksa hangi projelerle var olacak?
Bu projeleri yaratabilirse DTP, “çağdaşlaşmış, demokratikleşmiş” bir Türkiye’de de varlığını sürdürebilir, bunu yapamazsa Kürt sorunu hakkaniyete uygun olarak çözüldüğünde bu parti de güç kaybeder.
Her parti bu seçimlerden bir ders çıkartacak, dersini doğru okuyanlar kalacak, yanlış okuyanlar sahneden çekilecek.
TARAF