Seçimler ve milliyetçilik

SERDAR BÜLENT YILMAZ

Adaletsiz bir seçimi geride bıraktık. Demokrasilerin en ilerisi dahi temsilde adaleti mümkün kılmıyor. Yönetimde ehliyet, şura, liyakat gibi kavramların yer almadığı bu cahili modelin her yeri dökülüyor. Buna karşın şimdilerde demokrasi muhabbeti her çevreyi kuşatıyor ve birçok İslami kesim, geleceğini demokrasilerin gelişmesine bağlıyor. Demokrasiyle arasına mesafe koyanlar ise belli kesimlerce akredite edilmiyorlar.

Kuşkusuz özgürlüklerin genişlemesi -Müslümanlar eğer o ortamdan azami düzeyde faydalanmasını becerebiliyorlarsa- oldukça faydalıdır. Ancak bu araçsal durumu amaca dönüştürüp, demokrasi neferi olmanın da bir âlemi olmasa gerek.

Evet, adaletsiz bir seçimi daha geride bıraktık. İğreti cahili düzenin, iğreti demokrasisinin baraj sistemi nedeniyle milyonlarca oy çöpe atıldı. Seçim barajı olmasa vekil ya da vekiller çıkarabilecek partiler bir yandan iman edip bir yandan yetersizliğinden yakındıkları demokrasinin cilvesiyle oyunun dışına itildiler.

Seçimin adaletsizliğinden en fazla zarar gören kesim ise hiç şüphe yok ki bu seçimde vekil sayısını oransal olarak en fazla artıran BDP’nin desteklediği bağımsızlar oldu. Baraj olmadığında elliden fazla vekil çıkarabilecekken baraj nedeniyle (Hatip Dicle dâhil) 36’da kaldılar. Demokrasiye iman edenlerden, kaybedenler kızgın, üzgün ve müşteki; kazananlar ise kendileri adına coşkulu, sevinçli ve fakat demokrasi adına buruklar(!)

Kürdistan’da 2007 seçimlerine göre Kürtlerin yoğunluklu olduğu illerde AK Parti oylarında radikal bir düşüş, bağımsızların oylarında belirgin bir tırmanış var. Buna karşın diğer birçok ilde AK Parti oylarında yaşanan yükseliş bu düşüşü tolere edebilecek düzeyde.

Seksenlerden bugüne genel tabloya bakıldığında, PKK’nin en fazla kitleselleştiği dönemin Kürt meselesinde adımlar atmasına karşılık AK Parti dönemi olduğu görülecektir. İşte gelinen noktada bölge halkının yarısı BDP’yi destekliyor. BDP tabanının yoğun ve örgütlü olduğu iller, Kürdistan’ın diğer illerinden giderek daha fazla kopuyor. Kürt milliyetçiliği bu yerlerde hızlı bir şekilde taban kazanıyor. Bu tablonun oluşmasının, burada izah edilemeyecek kadar birçok karmaşık nedeni var.

Bu kesim, hiçbir şekilde AK Parti’nin ülke çapındaki yönetim başarısından etkilenmiyor. Genel ilerleme tablosunu kendi öncelikleri arasında görmüyor. Türkiye’nin büyümesi, bölgesel güç olması, makro ekonomik göstergeler ve sair birçok husus batıdaki halkın gözlerini yaşartsa da bu bölge halkını ilgilendirmiyor. “İstikrar sürsün Türkiye büyüsün” konsepti, bu kesimde hiçbir anlam ifade etmiyor. Bölge halkının büyük çoğunluğu, meseleye kendi öncelikleri açısından ve yer yer ideolojik bakıyor. Bu nedenle Kürt sorununda alınan mesafeyi Türkiye vizyonu bağlamında değerlendiren AK Parti yaklaşımına paralel olarak bunun entegrasyon amaçlı samimiyetsiz çabalar olduğunu düşünüyor. Nitekim seçim reklâmlarında AK Parti’nin Diyarbakır’da billboardlara astığı “kendi savaş uçağını ve helikopterini üreten Türkiye” vizyonu, Kürtler için negatif çağrışımları beslemekten öte bir anlama gelmiyor.

Öte yandan genel olarak Kürtlerin, Kürt sorunu konusunda AK Parti’den (aynı anda devletten) beklenti çıtası da oldukça yükselmiş durumda. AK Parti’nin önünde sorunu çözmesine mani olacak hiçbir direncin olmadığı, sorunu çözecek güçte olduğu ve fakat sorunu çözmede isteksiz davrandığı kanaati yaygınlaşıyor. AK Parti’nin çözüm ufkunun dar olduğu konusunda genel bir kanaat oluşmuş durumda.

Elbette halktaki bu yaklaşım mesnetsiz bir kara propaganda ürünü değil. AK Parti’nin açılımı durdurması ve mevcut kazanımlara da cesurca sahip çıkamaması; açılımın -dolayısıyla çözümün- sınırlarını anadili dışlayacak şekilde dar tutması; tek bayrak, tek millet, dek devlet söylemiyle mevcut üniter ulus devlet formunu değiştirmeye niyetinin olmadığını göstermesi, Kürtlerin tepkisini çekiyor.

AK Parti, 2009 seçimlerinden bu yana giderek yoğunlaşan bir şekilde milliyetçi söyleme tutunuyor. MHP tabanını çekmek için uyguladığı söylenen bu taktiğin başarılı olmadığı, MHP oylarındaki sadece bir puanlık düşüşten anlaşılabilir. Bu taktikle AK Parti, MHP’den aldığı milletvekilinden daha fazlasını bölgede kaybetti.

AK Parti tarzı milliyetçilik, Türkiye’deki ırkçı milliyetçi söylemi yumuşatırken daha yumuşak bir milliyetçiliği ise tahkim ediyor.

Buna karşın BDP de Pankürdist bir dil kullanıyor ve dindar tabanı da etkileyen bir tarzda milliyetçi hinterlandı genişletiyor.

BDP’nin seçim başarısı karşısında beklenti artık şiddetin değil siyasetin dilini kullanması ve Türkiye’nin dördüncü büyük partisi olarak 36 sandalye ile çözümün ortağı olması. Bu arada devletin de KCK sanığı olan vekilleri engellemek, operasyonları sürdürmek, şiddeti tırmandırmak gibi şiddeti tahrik edecek adımlar atmaması gerekiyor.

Aksi takdirde şiddet ve gerilim ortamının, yaslandığı milliyetçi söylemi sivrilterek milliyetçi ve ateşli tabanı tahakkümcülüğe, otoriterliğe ve dolayısıyla faşizme sürükleyeceği (ve hali hazırda sürüklenmekte olduğu) bilinmeli.

Bu Makale Özgün Duruş gazetesinde de Yayınlanmıştır