Türkiye'nin birbiriyle bağlantılı iki âcil problemi, Ergenekon'la özdeşleşen gayr-ı hukukî vesayet ve "Kürt sorunu" denilen problemdir.
Bu her iki problemi AK Parti iktidarlarının ne ölçüde idrak ettiği ayrı bir konu. Fakat "Kürt sorunu" denilen problemi, en son Yeni Şafak'ta bir bayan yazarın KCK tutuklamalarını ve güya polis şiddetini BDP'nin yükselmesine sebep olarak göstermesinin de ortaya koyduğu üzere, aynı şekilde düşünen bazı liberal kalemlerle, onların çizgisinde kalem oynatan bazı "İslâmcı" aydınların anlamadıkları ortadadır. Bu kalemler veya aydınlar, geçmişi, bugünü, sosyo-ekonomik yapısı, halkının psikolojisi ve inançlarıyla Güneydoğu'yu ve Kürtleri, iç ve dış bağlantıları ve problem etrafında dünden bugüne olup bitenlerle "Kürt sorunu" denilen sorunu, PKK'yı, BDP'yi ne kadar tanıyorlar, ne kadar araştırdılar, ne sıklıkla bölgeye gidip kimlerle görüşüyorlar, doğrusu meraka değer. Eğer geçen yıl Diyarbakır'ın KCK üyesi bir çöpçünün Belediye Başkanı Baydemir'i tokatladığı şayiası ile çalkalandığını olsun dikkate alsalardı, sanırım biraz olsun farklı düşünüp farklı yazabilirlerdi.
Önce şunu kabûl edelim ki, AK Parti'nin 12 Haziran seçimlerinde % 50 oy alması elbette büyük başarıdır. Bu başarının medyada tartışılan görünür ve tartışılmayan görünmez faktörleri var. Fakat AK Parti'nin söz konusu başarısıyla birlikte, bölge olarak Doğu ve Güneydoğu'da da % 50'nin üzerinde oy almış olmasının örtemeyeceği ve örtmemesi gereken bir diğer gerçek daha var ki, "açılım"a ve bölgeye giden hizmetlere rağmen 2007 seçimleriyle karşılaştırıldığında Diyarbakır, Hakkâri ve Şırnak'ta BDP ciddî oranda yükselirken AK Parti ciddî oranda düşmüş ve BDP arayı bir hayli açmış; Mardin, Van ve Batman'da BDP geride iken bu defa AK Parti'yi ciddî denilecek oranda geçmiş, hattâ Mardin'de ikiye katlamış; Siirt, Bitlis ve Ağrı'da önemli atak yaparak arayı kapatacak noktaya gelmiş ve Bingöl'de ciddî atak yapmıştır. Kısaca BDP, planları istikametinde Güneydoğu'nun tamamından sonra Doğu'nun İran sınırı şeridinde de kuzeye doğru ciddî yol almaktadır. Yeni dönemde AK Parti iktidarının ve Türkiye'nin en önemli ve birbiriyle bağlantılı iki meselesinden biri anayasa değişikliği, diğeri de "Kürt sorunu" denilen problem olmaya devam edecektir.
"Kürt sorunu"nda açılıma ve hizmetlere rağmen BDP'nin yükselişinin devam etmesinin sebepleri ve problemin mahiyeti, bu defa olsun ciddî araştırılmalı, teşhis sağlam konulmalı ve çareler de ona göre üretilmeli, konu üzerinde, sadece bazı aydınlar ve STK'larla değil, özellikle Türkiye'nin ve milletimizin hayrından başka bir şey düşünmeyen kanaat önderleriyle istişareler yapılmalıdır. Meselenin Sayın Mehmet Şimşek'in de görüp itiraf etmek zorunda kaldığı üzere PKK ve BDP tarafından etnik "kimlik" üzerine odaklanması, "açılım"la takip edilen politikaların buna hak verir nitelik arz etmesi, çözümün de burada aranması, "Kürt sorunu" denen problemin gerektiği gibi anlaşılmadığını göstermeye yetiyor. Etnik temelde siyasî bölünmeyi hedefleyen ve adım adım buna giden problemde etnik kimlik ayrışmasını bertaraf edecek dinamikleriniz yoksa, üstüne üstlük, problemi bu temelde kabûl ederek çözmeye çalışırsanız, neticenin aksi yönde çıkması kaçınılmazdır.
Bir yönetim, kabaca hukuk, adalet ve otorite üzerinde yükselir. Türkiye, özellikle Müslüman halk çoğunluğuna ve Kürtlere karşı baştan beri hukuk konusunda sınıfta kalmıştır. Otorite, adaleti kendine göre yontmuş ve hukuku da ona göre uygulamıştır. Bugün bölgede Türkiye Cumhuriyeti hukukuna ve adaletine güven kalmadığı gibi, zulümlerle hatırlanan otoritenin bıraktığı kısmî boşluğu da artık PKK ve KCK doldurmaktadır. PKK, KCK ve BDP'ye karşı olan Kürtler bile, "Devlet bizi PKK sayesinde sayar oldu" demektedir. En azından bu üç temel husus iyi kavranır ve çözüm de başlangıç itibarıyla bu hususlar çerçevesinde düşünülürse doğru bir başlangıç yapılmış olabilir. Yoksa yapılan hizmetler de, açılımlar da tersine işlemeye devam eder.
ZAMAN