14 Mayıs günü Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimleri için yaklaşık 55 milyon seçmen sandık başına gitti.
Cumhurbaşkanı seçilebilmek için %50 + 1’in zorunlu olduğu, siyasi ve ideolojik anlamda birbirinden farklı partilerin aynı çatı altında ittifak kurmaya mecbur kaldığı bir vasatta; “Cumhuriyetin kurucu partisi” olan CHP’nin öncülük ettiği Millet İttifakı ile “milli görüş” geleneğinden gelen AK Parti’nin öncülük ettiği Cumhur İttifakı arasında heyecan ve gerilim dozu yüksek olan bir seçim gerçekleşti.
Türkiye gibi siyasete yatkın ve siyasetin gündelik hayat içerisinde ağırlıklı bir yer kapladığı, iktidar olanın eğitim, sağlık, ekonomi, medya, sermaye, yargı, diyanet işleri ve daha nice alanı kendi siyasi ve ideolojik anlayışı doğrultusunda şekillendirebildiği bir zeminde; hayata dair sözü ve iddiası olan tüm tarafların bu yönetim aygıtına sahip olmak istemelerinin ve seçimlere büyük bir motivasyonla hazırlanmalarının açık ve anlaşılır sebepleri var.
Kabul etmek gerekiyor ki, Batı’daki gibi hayatın durağan ve stabil olduğu, seçim ve iktidar değişiminin teknik bir mevzu olarak kurumsal bir işleyişin el değiştirmesinden ibaret görüldüğü bir ülkede yaşamıyoruz.
14 Mayıs seçimleri işte böyle bir atmosferde gerçekleşti ve son 20 yıldır yapılan diğer tüm seçimlerde olduğu gibi Erdoğan yine ezici bir üstünlük sağlayarak seçimi önde bitirdi.
Seçimlerin kazananları varsa kaybedenleri de illa ki vardır.
Erdoğan karşıtlığı temelinde farklı siyasal ve toplumsal kesimleri aynı çatı altında toplamayı başaran CHP ve Kılıçdaroğlu bu seçimin en büyük kaybedenidir.
Kampanyası boyunca toplumsal barışın tesisi yönünde yaptığı vurgu, ekonomik refah, daha yaşanabilir bir ülke ve daha pek çok alanda verdiği taahhütler, helalleşme çağrısı, kalp emojisi ile süsleyerek yapılandırdığı sevgi, anlayış ve hoşgörü timsali “Bay Kemal” figürü; tüm bu iddia ve taahütlerinde samimi olsa bile bunları gerçekleştirecek bir beceriye sahip olup olmadığı, parti tabanının bu politikaya hazır olup olmadığı, bu iddia ve söylemlerle çelişen kaset ve kumpas işleri, CHP’nin 80 yıllık geçmişinin oluşturduğu bagaj ve daha birçok sebeple toplum tarafından inandırıcı bulunmadı.
Bütün siyasi eylem ve söylemlerini bir kenara bırakıp Erdoğan nefreti temelinde bir politikayı merkeze alarak siyaset yapan HDP ve Demirtaş bu seçimin ikinci en büyük kaybedenidir.
Demirtaş; Kürt Ulusal Hareketi üzerinde vesayet oluşturan illegal odaklardan aldığı güç ve cesaretle bu kitleyi ve bu kitlenin meşru hak ve taleplerini kendi kişisel hırsına kurban ederek kendisiyle birlikte marjinal ve gayrı meşru bir zemine sürükledi.
Tahakküm altına aldıkları bu kitleyi Türk Sol’undan LGBT’ye kadar tüm marjinal kesimlerin hizmetine sunarak ve aynı zamanda Kürt toplumunun değerler dünyasına sırt çevirerek bir tükeniş sürecine girmişlerdir. Önümüzdeki süreç HDP’nin büyük bir hızla eriyerek güç kaybına uğrayacağı bir evreye girdiğini göstermektedir.
Bu seçimin bir diğer kaybedeni, Deva, Saadet ve Gelecek Partisi’dir.
AK Parti’ye yönelttikleri kimi haklı eleştirilere rağmen demir attıkları liman, bütün iddia ve söylemlerini çürüterek gölede bırakmıştır. Hak, adalet, ehliyet ve liyakat gibi söylemlerle yola çıktıktan sonra Kılıçdaroğlu’nun gölgesinde ve CHP çatısı altında toplaşmak; karşıtlık temelinde geliştirilen bir dil ve söylemin daha iyi bir alternatif olmak anlamına gelmeyeceğinin açık bir ispatı olmuştur.
Bu seçimin başka bir kaybedeni, İP ve Akşener’dir.
Bir kısmı MHP’den kopmuş veya daha önceleri farklı sağ partilerde siyaset yapmış aktörlerden oluşan İP’in takip edeceği siyaset ve yükleneceği misyona ilişkin ciddi belirsizlikler söz konusuydu. Millet İttifakı içerisindeki tavırları bir anlamda daha net görüntü verdikleri bir vitrin oldu. Bu ittifak içerisinde sergiledikleri çelişkili ve tutarsız tavırları bu partiye yönelik ciddi bir güven sorununun ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Bu seçimin diğer kaybedeni, anket firmaları’dır.
Seçim öncesi yaptıkları hatalı tahminlerle zaten düşük seviyede olan güvenilirliklerini büsbütün yitirerek birer algı merkezi olduklarını göstermişlerdir.
Bu seçimin diğer kaybedeni, Batı’lı dostlarına kendi safsatalarını ‘Türkiye gerçekleri’ olarak pazarlayan, içerisinde yaşadıkları toplumdan kopuk ve bihaber olan analistler’dir.
Bu seçimin diğer kaybedeni, kaset, kumpas, şantaj gibi kirli işlerle sonuç alınacağını zanneden fetö yöntemleri’dir.
Bu seçimin diğer kaybedeni, yabancı düşmanlığı yapan, dini inanışlarından dolayı insanların giyim kuşamına karışıp çirkeflik yapan, kafasına yatmadığını ülkeden kovmakla tehdit eden faşist zorbalar’dır.
Evet, 14 Mayıs günü yukarıda sözünü ettiğim kesimler; toplumun feraseti karşısında büyük bir hezimet yaşamışlardır.