Seçim Günlüğü ve Paralel 'Zekâ'

Markar Esatan bugünkü yazısında seçim günü yaşadıklarından ve halkın seçimlere olan yaklaşımından bahsediyor.

Seçim günlüğü ve paralel 'zekâ'

Markar Esayan/Yeni Şafak

Sabah erken kalktım ve akıllı telefonumdan daha akıllı olduğum için sekizi bekleyerek sokağa çıktım. Hava güneşliydi İstanbul'da... Oyumu kullanacağım okula doğru yürürken, oy vermek için sokağa çıkan aileleri gördüm. Herhalde Türkiye halkları kadar seçimin değerini bilen az toplum vardır. Batı ülkelerinde refah rehavetinden seçime katılma oranları hızla yüzde ellilere doğru düşerken, halkımız bu seçimlerde muhtemelen katılım rekoru kıracak. 30 Mart'a kadar ne yaşanırsa yaşansın, seçim sonuçları ne olursa olsun bu büyük bir kazanımdır. Bir seçime daha, tüm ayak oyunları, tüm siyaset mühendisliklerine rağmen varabilmiş olmak, sandığın bu kadar değerli hale gelmesi, büyük bir mücadelenin sonucu.

Bir ailenin yanından geçiyorum. Erkek karısına, yanılgıya düşüp kadın mahalle muhtar adayına oy vereceğini söylediğinde kıyamet kopuyor. Kadının kocaya cevabı çok net: 'Ben olsam vermezdin! Neyimi takdir ettin ki?

Git elin kadınına ver oyunu ama evin kadınının değerini bilme!'

Ait olduğum bu toplumu çok seviyorum. Adam, karısının onu ittiği çukurdan çıkmaya çalışırken, onları artık duyamayacağım noktaya ilerlemiş oluyorum. Okulun sokağı çok kalabalık. Saat sabahın sekizi ve insanlar öbek öbek oy kullanmaya gidiyor.

Oy vereceğim okula giriyor, sandığımı buluyorum. Şansa bizim sandıkta kuyruk yok. Ama kabinlerin içini göremediğim için kimliğimi heyecanla burnuna dayadığım seçim görevlisi kibar olmaya çalışarak 'Kabinler dolu' diyor. Sabah mahmurluğum geçmediği için 'Ama oy kullanacaktım' diyorum. Adamcağız 'Tamam da, kabin dolu, şöyle biraz bekleyin lütfen' diyor. Salondan çıkmaya yelteniyorum. Adam 'Çıkmanıza gerek yok' diyor 'Belaya çattık' ses tonuyla. 'Şurada bekleyin lütfen.'

Bir iki dakika bekledikten sonra, kabinin birinden 'Föntürk bir teyze' çıkıyor. Oyunu sandığa attıktan sonra seçim heyetine 'Sandığa sahip çıkın!' diye bağırıyor. Heyet kibar insanlardan oluştuğu için duymazdan geliyorlar. Kadın tiradını attıktan sonra hışımla dışarı çıkarken, kimliğini unuttuğu için hepimizin ikazıyla karşılaşıyor. Föntürk teyze kimliğini almak için geri gelirken yüzündeki o ifadeyi görüyoruz. 'İşte bizim kimliğimize sahip çıkmamamız yüzünden ülke bu hale geldi' dercesine özeleştiri ile dolu. O kimlik o kadar önemli, o kadar sembolik ki gerçekten.

Seçim kabinine giriyorum. Evde eski işyerimden kalmış otomatik mühür ile sabaha kadar pratik yapmış olmanın güveni içindeyim. Basıp geçiyorum, basıp geçiyorum. Ama bu arada masanın üzerinde üç tane muhtarın adının yazılı olduğu broşürleri görüyorum. Haliyle sinirleniyorum. Seçim günü, hem de seçim kabini gibi en mahrem yerde propagandanın devam ediyor olmasına içerleniyor, şikâyet etmek üzere dışarı çıkıyorum. Oyumu sandığa atıp tam şikâyetimi ifade edecekken, sandık memuru 'Bir de muhtarlık için oy kullanacaksınız' diyerek ikinci bir zarf daha uzatınca, içine düştüğüm gafletten rezil olmadan uyanıyorum. Tarih fön Türklerden değil, halktan yana galiba. Bunu ilahi bir işaret olarak kabul ediyorum.

Güneşli günde oy kullanmaya giden, oy kullanmaktan dönen insan kalabalığının içinden ilerleyerek kahvaltı yapmak üzere caddenin birinde bir kafede konuşlanıyorum. Hemen yanıma iki genç oturuyor. Gazetelikte aradığını bulamayan biri, dışarı çıkıp bir iki dakika sonra elindeki 'Birgün' ile geri dönüyor. Halbuki, gazetelikte Hürriyet, Sözcü, Karşı, Yurt, Zaman, Bugün, Habertürk, Milliyet, Vatan, Sözcü hepsi var.

Genç ilk sayfayı açınca 'Harika! Çok zekice bir manşet' diyor. Haliyle merak ederek aypedimden gazetenin ilk sayfasına bakıyorum. Sayfayı ikiye bölecek şekilde kırmızı 170 puntoyla 'Seçim senin!' demiş gazete. Ünlem biraz evvel bizi azarlayan föntürk teyzenin azarını hatırlatıyor. Ben manşetteki zekâyı ararken, fotoğrafları fark ediyorum. Üstte Gezi'de direnen gençlerin el ele karesini görüyorum. Hepsi okumuş, modern çocuklar. Kasklı filan ama, başörtülü değil. Bu foto 'Seçim senin!'in üstünde. Altında ise AK Partili bakanların yan yana bir fotoğrafı var. Yukarıdaki foto ne kadar renkli ve modern ise, altındaki ise o kadar siyah, o kadar iç karartıcı. Yani şunu söylüyor bize: 'Bu modern, laik gençler mi, yoksa yolsuzluk iddialarına bulaşmış şu bıyıklı erkek grubu mu?'

Ama bu zekâ onların değil ki! Kısa bir süre önce 'Yiyin birbirinizi' dedikleri grubun paralelleşmiş bölümünün onlara servis ettiği malzemeden bunlar. Ödünç bir zekâ yani.

Ama medya dünyamıza yeni katılan Karşı gazetesi paralel zekâyı daha iyi kullanmış. 'Bir gün değil, her gün kapat, haydi Türkiye' demiş yanan bir ampul fotosunun üzerine. Müthiş bir zekâ. Ancak sayfayı kaplayan karanlık zeminli fotoyu yanan ampulün aydınlatması manşet ile tezat oluşturmuş. Olur o kadar tabii. Zeka ödünç en nihayetinde.

Bunların hepsi bana keyif veriyor. Çünkü bu 'zeka'nın halkın zekâsına yetişemediğini biliyorum. CHP ve MHP seçmeninin aklına hakaret edildiğini de görüyorum. Kendisine saygı göstermeden, ortaya namuslu, özgürlükçü, halkçı bir siyasi alternatif koymadan ayak oyunları ile önlerine gelen bu ittifakın asıl CHP ve MHP seçmeninden çekeceği var. Önümüzdeki dönemde, kendilerini böyle bir paralel ittifaka, onun ayak oyunlarına mahkum eden tembel, ilkesiz, oportünist tavırlara değişimi dayatacaktır.

Seçim sonuçları ülkemize hayırlı olsun.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!