Seçim çıkarsamaları

Etyen Mahçupyan

Seçim sonrası popüler muhabbetin en basmakalıp tartışmaları 'seçmen ne demek istedi?' sorusu etrafında yaşanır ve her seferinde birileri aslında 'seçmen' diye bütünleştirilecek bir kitlenin olmadığını, karşımızda farklı tercihlerin dağılımının bulunduğunu vurgulamak zorunda kalır.

Nitekim eğer 'seçmen' diye bir özne olsaydı, bu liberal demokrasi kuramının herkese eşit oy hakkı ilkesiyle pek bağdaşamazdı. Gerçekten de 'seçmen' bize bir şey söylemez ama seçmenlerin oy dağılımı siyasetin hareket alanını yeniden belirler, çünkü siyasetçiler bu tablodan hareketle özgüven kazanıp kaybedecekleri gibi, stratejilerini de yeniden değerlendirirler. Öte yandan seçmenlerin oy dağılımı, toplumsal değişimi ve dinamikleri anlamaya çalışanlar için de yeni çıkarsamalar yapma veya analizlerini zenginleştirme fırsatı verir.

Geçtiğimiz haziran seçiminin sonuçlarını son on yılın diğer seçimleri ve referandumla birlikte ele aldığımızda siyasetin geneli hakkında bazı gözlemler yapmak mümkün. Bunlardan ilki Meclis'e giremeyen küçük partilerin aldığı toplam oya ilişkin. Görünen o ki bu oylar yüzde 5 ila 15 arasında değişiyor, ancak bu sonuçta söz konusu partilerin etkisi epeyce az. Büyük meselelerin ve kırılmaların eşiğinde olunduğunda, toplumsal tercihler doğal olarak büyük partilere doğru kayıyor. Buna karşılık toplumsal açıdan nisbi istikrar ve 'sükunet' yaşanan, ya da büyük partilerin kimliksel kaynaşma içinde olduğu, temsil yeteneklerinin azaldığı dönemlerde seçmen küçük partilere doğru kayabiliyor. Sınama imkânımız yok, ama örneğin eğer AKP şimdiki tutarlılığına ve temsil gücüne sahip olmasaydı, bu partilerin oy oranının 15'e doğru çıkması şaşırtıcı olmazdı. Öte yandan böyle bir durumda bile küçükler arasındaki en büyüğün gelebileceği noktanın yüzde 7-8 olacağını öngörebiliriz. Dolayısıyla yüzde 10'luk barajı sürdürmenin demokratik açıdan meşru olmadığını, bu eşiğin en fazla 5 olması gerektiğini saptayabiliriz.

Bir başka sonuç ilk üç partinin belirli bir oy yelpazesine oturmuş olması ve bunun niteliksel bir toplumsal değişim olmadıkça sabitleşmiş varsayılabileceğidir. Buna göre AKP oyu 35-55, CHP 15-35, MHP ise 8-18 aralığındalar. BDP'nin ve diğer küçüklerin oyu da hesaba katıldığında yüzde 70 çekirdek oy toplamına ulaşılıyor. Bunun anlamı her seçimin aslında bakiye yüzde 30 için yapıldığıdır. Örneğin son seçimde söz konusu toplam AKP 15, CHP 10, MHP 5 olarak bölüşüldü. Bu değerlendirmenin bir diğer çıkarsaması, AKP'nin kendi azami oyuna epeyce yaklaşmış olması, dolayısıyla milletvekili sayısının da artık bu seviyede olacağıdır. Oysa CHP'nin önünde halen gidilecek epeyce mesafe bulunmakta ve bu da söz konusu partinin iç değişimini genel siyasi dengeler açısından hayati kılmakta. CHP'nin kendine has özelliği bununla sınırlı değil... Geçtiğimiz seçimlerde AKP'nin MHP'yi baraj altında bırakma yönünde bir strateji izlediği çokça yazıldı. Gerçi bu önermenin ikna edici bir temeli yoktu, çünkü iktidar partisinin Kürt meselesindeki tutumu zaten daha az milliyetçi değildi. Bu vesile ile söylemek gerekir ki AKP'nin milliyetçiliği MHP'ninkine göre hem çok daha parçalı ve pragmatik, hem de dini bir kuşatıcı dilin içinden üretiliyor. Yani milliyetçilikte AKP MHP'ye benzemiyor ve kendince daha milliyetçi olduğunda bile bu mesafe kapanmıyor. Kısacası eğer AKP'lilerin MHP'yi baraj altında bırakma hayalleri varsa, bu bir ham hayal... Ama aynı tespiti CHP için söyleyemiyoruz. CHP'nin önündeki yüzde 10'luk potansiyel, aslında MHP'yi baraj altında bırakabilecek partinin bu olduğunu söylüyor. AKP'nin devletçiliğin alternatifi ve dindarlığın rakipsiz temsilcisi olduğu bir ortamda, CHP ile MHP seçmeninin psikolojik yakınlaşması da bu eğilimi işlevsel kılıyor.

Son olarak AKP'nin laik kesimden aldığı desteğe değinelim. Bugüne kadarki sonuçlar ülkede kabaca yüzde 8 civarında bir demokrat oy olduğunu göstermekte. Bunlar referandumda silme 'evet' dediler. Seçimde ise bu 8 puanın 7'sinin AKP'ye, 1'inin ise BDP'ye gittiği söylenebilir. Öte yandan demokrat oyların büyük çapta BDP'yi desteklemesi de şaşırtıcı olmaz. Yeter ki BDP şiddet siyasetinden uzaklaşabilsin ve güvenilir bir parti olduğunu göstersin. Bu ise toplam yüzde 10'un üzerinde oy demek... Kısacası Erdoğan pek de haksız değil. Temsili siyaset açısından 'aslında' BDP'nin baraj sorunu yok. İdeolojik duruş sorunu var. Üstelik bu duruş değiştiğinde Kürt seçmen nezdinde de daha geniş bir temsiliyetin doğacağını düşünürsek, BDP'nin oy sınırının yüzde 15 olduğunu tahmin edebiliriz.

'Seçmen'in dediği bir şey yok, ama seçmen dağılımı birçok şey söyleyebiliyor...

ZAMAN