Türkiye’nin aşamalı olarak oluşturduğu seçim sistemi, Batı Demokrasilerindeki parlamenter siyasetten kaynaklanmaktadır. Parlamenter siyasette Meclis seçimlerle belirlenen Siyasi Partilerden oluşur. Siyasi Partilerin konumları, işlevleri; tabi olunan hukuk sistemi, iktisadi sistem ve yasamanın kaynağı değerlerden bağımsız değildir. Hali hazırdaki devlet yapılanmasında bu bağlantılar bize ait olmayan kavramlar etrafında şekillenmiştir. Bizim sorunumuz; tabi olmak, benimsemek değil bunlarla olan ilişkilerimizdir.
Türkiye’de daraltılmış siyaset alanındaki faaliyetlerin kategorize edilmesi pek kolay değildir. Siyasi partilerin konumları yüklendikleri misyonları, imkânları ve fiili hareket tarzları iyi analiz edilmezse, varılacak yargılar ve alınacak tavırlar yüzeysel olacaktır.
Mevcut şartlarda Siyasi Partilerin program ve tüzükleri batıdaki ile kıyaslanamayacak tahditler/sınırlar altındadır. Siyaset alanını daraltan bu sınırlar; katı, ideolojik sınırlarla belirlenmiştir. Halkın örgütlülüğü olarak şekillenmesi öngörülen siyasi partilerin hangi değer yargıları, hukuk, ekonomik sistem ve yasama kaynaklarına bağlı olacağı önemli oranda sınırlandırılmıştır. Dolayısı ile açık ve net kendi değer yargılarımız, hukuk sistemimiz ve yasama kaynaklarımızla var olacağımız bir siyasi alan kapalıdır. Bu kapalılık bizim ya parlamenter siyasetten belirli oranda uzak kalmamızı ya da ona entegre (uyumlu hale gelme) sonucunu doğuruyor. Her iki durumda mevcut tahakkümün sürmesine yarayan tavırlar olarak pratiğe dökülüyor.
İş sadece yönetime talip olmakla sınırlı olsa fazla problem çıkmayacak. Ama siyasi yapılanma toplumsal bütün faaliyetleri etkileyen bir alana sahip. Burada en mantıklı davranış biçimi olarak sistem içi olarak ta tanımlanabilecek siyasi parti faaliyetleri ile özgürlük alanlarını genişletmek olarak görüldü. Yıllarca, Ülke siyasetinin partiler çöplüğüne dönüşmesinin de sebebi; militer devlet zihniyetinin bu alanı daraltma çabasıdır. Günümüzde Ak Parti’nin İslami bir nizamı iddiası içermeden siyaset yapma anlayışı, gerçekte entegrasyonu önleyebilecek bir yaklaşımdır. Burada “Neden İslami bir gayeniz yok” şeklindeki çıkış stratejik anlayıştan yoksun bir yaklaşımdır. Ak Parti’nin faaliyetlerinin bu alanı genişletip genişletmediği, kitle üzerinde çözücü etkisinin olup olmadığı, kendi kadrolarının dönüşerek bu amaçtan uzaklaşıp uzaklaşmadığı gibi konular tartışılabilir. Yine burada Ak Parti’nin emperyalist politikalara teslim olduğu, samimi olmadığı gibi suçlamalarda zanni ve soyut değerlendirmelerdir. Zira bu siyasetçiler bu halkın arasından çıkmış düşünsel zaaflar içerse bile, yıllarca belirli bir amaç etrafında şekillenmiş kişilerdir. Ancak kullanılan, yönlendirilen, dönüştürülen ve zaaflarının kuşattığı politikalara sahip olup olmadığını tartışabiliriz.
Genellikle siyasal partiler iktidar olmadan önce oldukça özgürlükçü programlar çizerler. İktidar olmanın bazen rehaveti, bazen bal parmak pozisyonu, bazen de sınırlayıcı etkileri ile geri adımlar atmaya uzlaşmaya meylederler. CHP, MHP gibi totaliter partiler bu özgürlük vaatlerini daha muhalefette bile yapamazlar. BDP siyaseti, DEHAP döneminde özgürlük açısından göreceli olarak Ak Partiden daha cesur ve daha olumlu programlar ortaya koymuştu. Şimdi mikro ölçekte hâkim olduğu bölgelerde gerçek güç/devlet olarak varlık gösteriyor. Hatta yine bu bölgelerde kamu üzerindeki/içindeki militer gücü merkezi devletten daha da baskın. Ne yazık ki basiretli tahlillerin önceden uyardıkları “Ulus Model” ve totaliter zihniyetin etkisi şimdiden zahire çıktı. Sağlam bir değere bağlı olmayan mazlumlar, kendilerini ezenlerle aynı değerlerden beslenirse, zalimleşecekleri de tarihi bir gerçek.
Diğer muhafazakâr partiler ise; sistem içi siyasetin henüz primitif aşamasında olduklarından, İslam iddiasında oldukça yalın açıklamalarda bulunuyorlar. Realite ile yüzleştiklerinde ne olacağı halkın bilinçaltında şekilleniyor. Hele bir kısmının sol’a öykünen söylemleri, bu ülkede küçükken idealist olmanın ne olduğu tecrübe ile sabit.
Bütün bunlar ışığında, tarihi süreci en iyi okuyan partinin de Ak Parti olduğu görülüyor. Sorunun parlamenter açıdan çözümü için; aşamalı olarak öncelikle militer yapıyı zayıflatması, ardı sıra yargı üzerindeki belili kesimin tahakkümünü zorlaması ve muhalefeti özgürlük alanlarını genişleterek etkisizleştirmesi kendi programı açısından başarılı metot takip ettiğini gösteriyor. Burada mevcut politikanın bazı yasakları daha da yerleştirdiği, toplumsal talepleri oyalayıp söndürdüğü şeklindeki değerlendirmeyi de dikkate almak gerek. Bütün bu program dâhilinde mevcut kapitalist ekonominin kurallarına göre davranıyor. Yürürlükteki ekonomik sistemde ani ve köklü değişimler ekonomide bazı uyum sıkıntıları doğurur ve sistem içi bir siyasal hareket için mümkün değildir. Bu davranış biçimi Kapitalist global sisteme entegrasyon kadar, onun yerel ölçekte dejenerasyonuna da müsait bir politika.
Ak Parti dersine iyi çalışmış olacak ki, teferruatlarda da kapsamlı çalışmaları var. Örneğin; toplum katmanlarının belirli kesimlerini etkileyen libido esaslı, düşünme melekesi zayıf haber gazetelerinin muhalefetini, onlara kısmi benzerlikler içeren taraftar gazetelerle dengeliyor. Yine siyah beyaz, mihrak bir gazetenin ideolojik duruşunu, devşirme sol yazarlardan ve liberal çerçeveden oluşmuş gazete ile dengeleyebiliyor. Aynı dengeler uğruna Üniversite rektör atamalarında kadrolaşmış elitler nedeni ile ağırlıklı olarak olumsuz kişiler tercih edildi. Bu sayede bunların aktif muhalefetleri de giderilmiş oldu. Üniversitelerde uzun vade de zararlı gibi görünen bu kadrolaşmaya neden göz yumdu? Sanırım yeni eğitim sisteminde Amerikan modeline geçilecek. Özel ve vakıf üniversitelerin önü açılıyor ve bürokratik devlet üniversitelerin bunlarla başa çıkabilecek dinamikleri yok. Bu dershaneler mevzuunda örneği yaşanmış bir süreç.
Dış politikada tam bir dengeler üzerinde siyaset takip ediliyor. Filistin hususundaki zemin desteği bir takım yararlar getiriyor. Arap intifadalarına yönelik söylemleri ve Gazze ablukasına yönelik zemin destekleri önemli etkilere neden oluyor. Bu siyasi manevralara, Yeşil kuşak, BOP, İran’a karşı Suni İslam cephesi gibi söylemler, bu siyaseti açıklamakta biraz sloganik kalıyor. Öyle ki bu komplo teorilerinin baş hedefi olan İran bile, uluslar arası siyasi okumasında Ak Partiye böyle bir suçlama yöneltmiyor. Libya olayında ya da NATO’nun müdahalesine karşı ikircikli görünen tavrı, aslında yapılabilirlik sınırlarındadır. Biz ilkesel olarak karşı çıkmamız gerek, ama entegre siyaset biz tasvip etmesek de olaya yararcı mantıkla bakar. Önce NATO müdahalesine karşı çıkmak, engel olamayınca etkisini azaltmak için dâhil olmak kendi içerisinde makul bir manevradır. Yine uluslar arası siyasi dengeleri gözeterek Suriye halkının katledilmesine pasif kalmasını kabul edilebilir bulmuyoruz. Muhtemelen de bu konuda da pragmatist davranarak Suriye’de de, kendi uyguladığına benzer entegre ve dönüştürücü bir siyaset oluşmasını istiyor.
Ortada iki gerçek var. Birincisi bütün zaaflarına rağmen toplumsal hayatta eskiye nazaran ciddi özgürlük alanları açıldığıdır. Bunu görmemek insafsızlık olur. İkincisi çözülme, gerek üst yapının kapitalist yaşam biçimini içselleştirmesi gerek toplum katmanlarında değer erozyonu, örgütsüzlük, bireyselleşme, sorumlulukları siyasiler yıkma gibi çözülmeler. Bu nedenle Partini İslami hedeflerinin olmamasının toplumsal açıdan daha yararlıdır.
Kapitalist sistemin tek genel geçer kural olduğu global dünya ekonomik sisteminde Türkiye’nin de kuruluşundan itibaren yer aldığı bu blok, siyasetin de kendine uyumlu olmasını dayatıyor. İlk zamanlardaki merkezi totaliter yapıların problem çıkartmadığı Global Kapitalist sistem son hali ile merkeziyetçi yapılardan daha esnek olduğu ama iktisadi gücün vesayetini arttırdığı gerilimsiz göreceli özgürlük ortamı dayatıyor. Daraltılmış siyaset alanı ne kadar gevşerse gevşesin, köklü değişime imkân vermeyen yapısı ile sistem içi araçlar olarak siyasi partilerin bu sisteme uyumlu hale gelmeleri ya da öyle görünmeleri kaçınılmaz. Ak Parti bu süreçte bu uyumu yakalamış tek parti olarak görülüyor. Parlamento’da etkin olan diğer partilerin bürokratik ve kutsal devletçi yapılarından sıyrılamamaları muhtemelen kaset operasyonları ile yeniden dizayn edilmeye çalışılıyor. Bu dizayn, kuvvetle muhtemel ki, belirli mihraklar tarafından değil, değişimin iç dinamikleri ile kendiliğinden parti içi guruplar tarafından yapılmaktadır.
İktidar Partisinin alternatifsiz kaldığı bu süreçte bütün muhalefetin yekvücut olması ve şiddeti tırmandıran reaksiyonlar göstermesi doğal. Yeni meclisin ve oluşturulacak Anayasa’nın kısmen de olsa özgürlük alanlarını genişleteceği muhakkak. Ama burada diğer kesimlerin tamamen devre dışı kalması, Ak Parti’nin yasamayı tek başına yapacak çoğunluğa ulaşması sıkıntı doğuracak. Zira bu durum; iktidar partisinin keyfiliğe kaçan eğilimleri, güçten şımarması ve kulaklarını tıkaması ile dönüştüğü liberal keyfilikle safahata dalmasına yol açar. Diğer yandan meclis dışı kalan yasal düzenlemelerde söz hakkı kalmayan muhalefet partilerinin hırçınlaşarak çatışmayı tırmandırması da toplumumuz için hoş olmayan bir durumdur.
Türkiye’de mevcut parlamenter siyasal sistem içerisinde “Adil Şahitlik” gibi bir gaye’nin imkânı ve yakın populist getirisi yok. Yine toplumsal hassasiyetin olmadığı bu gibi durumlarda iktidarı hedefleyen bir siyasi partinin birçok şeye göz yumması gerekiyor. İşin özü sağlıklı bilince sahip olmayan toplumun yönetimi de sağlıksız olacaktır. Burada sorunumuz; sağlıklı yapıya sahip olma imkânı olan bir partiye tabi olmak değil, müdahil olunabilecek tercihte hangi zeminin hareket sahasını ve adil şahitlik görevlerini daha iyi yapabileceğimiz sorunudur. Ak Parti’nin başörtüsü gibi sorununu teferruattan görmesi, büyük resme bakma argümanı ile bunu ötelemesi gibi görünüyor. Ama gerçek, toplumsal taleplere cevap verme rasyonalitesi ile toplumun bu konuda net ve potansiyel talebi olmadığı inancında. Bu bir yerde pasif toplum yapısının bir yansımasıdır. Yine sorunun temeli “Adil şahitlik” gibi bir gayesi olmayan ancak arz-talep ilişkisi ile şekillenmiş entegre pragmatist siyasetin doğal sonucu. Burada İktidarın başörtüsü sorununu çözmesini beklemek absürt bir durum. Bu reel şartlarda İktidara ancak toplumsal baskı ile gerçekleştirebileceği özgürlük talebi olabilir.
GETİRİSİ VE GÖTÜRÜSÜ İLE DESTEK NASIL BİR ŞEY?
ABD’de yaşayan bir arkadaşım, önceki seçimlerde Obama’yı desteklediğini söyledi. “Beklentileriniz karşılandı mı?” soruma karşılık “Beklentiye girenler hayal kırıklığına uğradılar. Oysa biz Bush iktidarında Müslümanlar üzerine bir kat daha fazla bomba atılacağını düşündüğümüzden pişman olmadık” cevabını verdi. Almanya’daki birçok Müslüman, Hıristiyan Demokratların ve Sağ partilerin hareket alanlarını kısıtlayacak politikaları karşısında Sosyal Demokratları desteklemektedirler. Belki de Rusya’daki Çeçen Müslümanların; Putin’in saldırgan tavrına karşı Komünistleri desteklemeleri, Venezuela’da yaşayan Müslümanların ise Chavez’i desteklemesi mümkündür ve makuldür.
Bazen hareket alanları açmak için destek maslahat gibi görünür.
Bunun bir de tersten okunması var. Destek bazen toplumsal maslahata daha da karşı olabilir.
Partilerin tabanlarını oluşturan geniş halk yığınları istediği kadar ideolojik ayrışma yaşasın büyük oranda aynı kültürel çevreden olan insanlar. Üst sınıfların kompedanlarını bir yana koyalım. Bazı partilerde belli oranlara kadar etkili olan şoven kesimleri, yozlaşmış kapitalist kültürün ahlaksızlaştırdığı elitleri ayırırsak, kitlenin önemli kısmı bizim insanlarımız. Cumhuriyetçiliği kamu düzeni, milliyetçiliği toplumun bağlayıcı unsuru, sosyal demokrasiyi kamu yararı, Muhafazakârlığı dinini savunma olarak gören insanlar bunlar. Katılalım katılmayalım, değerlendirmeleri belli seviyelere kadar olan toplumumuz böyle. İlahi vahye temasını yeterince kuramamış ama onu kimlik olarak ta kaldırıp atmamış insanımız bu. İnsani değerlere saygılı, istekli ama onun hakkında çözülmelere uğramış bir tarihin ve Batı değerlerinin çürüttüğü zihin ile yetişmiş bir nesil bu. Üst sınıflara çıktıkça yozlaşan, yozlaşmaya direnenlerinde üst sınıflara çıkması mümkün olmayan, oldukça zorlaşan bir toplumsal yapılanma bizimkisi.
Kavramların oluştuğu cahili paradigma içerisinde cerahate dönüştüğü bir çağda yaşıyoruz. Sıkıntımız, kavramları deşip parçalamak isterken, insanlarımızı da deşip parçalamamak için çırpınış beklide.
Böyle bir toplumda ötekileştirmenin, husumetin ve çatışmanın ne anlamı olabilir ki?
Seçim zamanlarında hassaslaşan bu ayrışma siyasiler tarafından oy’a tahvil edilmek için kaşınır çoğu zaman. Üst sınıfın elitlerinden uzak durmak gerek. Basiretsizler birbirini yerken, erdemli kişiler ise toplumu germek yerine yakınlaştırmalılar.
Parlamento dışı bazı kurumsal yapılar da tarafgir ve tepkisellik nedeni ile manevra alanlarını kısıtlayabilmektedirler. Bulunduğumuz toplumsal yapıda güçlü potansiyel yapıları olmayanların siyasal kurumlara verecekleri açık desteğin, kendileri için tükenme olacağı da açıktır. Zira siyasiler; ne yapılsa karşı çıkacak kesimleri ve potansiyel gücü olmayan kesimleri dikkate almazlar. Daha iyisi yok mantığı ve mecburuz şeklindeki çantada keklik görülen destekler, yaptırım gücü olmayan desteklerdir. Siyasiler bu tip desteklerin taleplerini hafife alır, görmezden gelir ya da sürekli ötelerler.
Diğer önemli bir yan etki, belki de yıkıcı olabilecek köklü etki olarak toplumun liberal değerleri içselleştirmesidir. Bu uzun vade de kurdun kemirdiği asa gibi iktidarını yıpratacak bir süreçte, kendi kadroları başta bu dönüşüme direnç gösteremeyen bir yapısı var. Ak Parti klasik bir Necaşi ya da Rum rolü oynamaktadır. Öyle ki oluşturduğu muhafazakâr din anlayışı ile Kitabi Müslümanlara karşı cephe alabilecek potansiyel içermektedir. Genlerine kadar işlemiş bin yıllık şanlı milliyetçilik söylemi, gerçek bir hesaplaşmaya müsait olmadıklarının da göstergesi. Son seçimlere yaklaşırken, iktidar partisinde bu açılardan tutarlı bir söylem görülmemektedir ve özgürlük alanlarının açılması belirsizleşmekte, hatta yer yer geri dönmektedir. Eklemlenmek ve açık destekler vermek, bu etkilerin kendi bünyemize de bulaşmasına neden olur.
TAVIR ÜZERİNE
“Tavır ne olmalı?” sorusunun cevabı; “Yönlendirici Manevra” olabilir.
Tamamen ilgisiz kalıp, toplumsal bir rol almadan temiz(!) kalmak mümkün.
Mevcut siyasal siteme tümü ile karşı çıkarak Devrimci Metot(!) ta takip edebilirsiniz. Bu durumda mevcut aktörlerin teveccühünü kazandıkları kitleye karşıda kavga sahanızı belirlemeniz gerek.
Görünen o ki, mevcut parlamenter sistem açık ve net kimlikli siyasi yapılanmaya izin vermemektedir. Mevcut Siyasi partiler de buna yarar sağlayacak nitelikte görülmemektedir. “Adil şahitlik” ise hali hazırda parlamenter yapılanmalardan bağımsız kurumlar tarafından yürütülebilecek tavır olarak görünüyor.
İstenilen zemini sağlayacak yönde davranacak herhangi bir siyasi partiye karşı, bireysel olarak destek ya da uyarı/ihtar şeklinde tavır alanlar olabilir.
Bu tavırlar ve tercihler siyasi-içtihadi-rasyonel manevralardır.
Tavırlar sonuçları itibarı ile değerlendirilmelidir.
Bütün bunlara rağmen içtihadi bir manevra ile bireysel destek şeklindeki terciler söz konusu ise bazı tehlikeli gelişmelere dikkat etmekte yarar var.
1-Militarist ve bürokratik yapıyı güçlendirecek gelişmeler
2-Muhafazakâr politikaların Müslümanlar üzerindeki çözücü ve yozlaştırıcı etkisi
3-Cahili paradigmaya bağlı olarak, hâkim ya da etnik ulusçuluğun güçlenmesi.
4-Toplumsal çatışmayı arttıracak yapılanmaların güçlenmesi.