İlkokuldayken öğretmenlerimizin rehberliğinde Yurttaşlık Bilgisi derslerinde sınıfça genel seçimleri, vekillerin seçilmesini ve Meclis oturumlarını canlandırdığımız senaryoları oynardık. Sınıf öğretmenimiz Cumhurbaşkanı pozisyonunda oyunu yürütmeye çalışırdı.
Akşamcıların bir sözü vardır: 'O meret şişede durduğu gibi durmuyor.' Verili demokrasi de piyeslerde oynandığı veya kitaplarda yazıldığı gibi işlemiyor. Yani ilkokul kitaplarıyla öğretilmeye başlanan yönetişimle ilgili yurttaşlık bilgilerinin de egemen sistemin ve reel politikanın içinde bütünsellik bakımından ciddi bir karşılığı yok.
Artık siyasi yönetimlere lobilerin hâkim olduğu ABD ve AB ülkelerindeki demokrasiyle ilgili akademik çalışmaların başlıklarında 'demokrasinin sonu' söylemi öne çıkmaktadır.
Dünya Sosyal Formu'nun meydanlarda milyonların haykırışıyla gündeme getirdiği arayışın sloganı ise 'Başka bir dünya mümkün!' idi.
Dünya egemenlerinin inisiyatifini kırmak için R. T. Erdoğan'ın söylediği ve söylemekte olduğu da farklı değil: 'Dünya beşten büyüktür!'
Verili siyasette
statükoyu savunmak,
düzene eklemlenmek,
rant peşinde koşmak gibi
müptezellik ve asabiyeler aşılamazsa eğer, politikacılıktan ve pragmatizmden ayrışılamaz.
Mebuslar halkın vekilleri ise eğer, öncelikle toplumun ihtiyaçlarını ve güvenliğini sağlayacak tutarlı çözümlemelerle hizmet atılganlığı içinde olmalıdırlar.
Tabii ki yerelde özgün ve özerkleşme yolunda atılan her adım küresel kapitalizm ve sermaye öbekleri için bir daralmadır. Zaten yerel ve küresel vesayet, hegemonik egemenlerin genişlemek ve daralmayı engellemek için kurdukları siyasi ve ekonomik bir düzenektir.
Ekonomik, kültürel ve hukuki sömürü ağı içinde kurulan bu düzeneğe, hayat rehberimiz olan Kitab-ı Kerim 'cahiliyye' demektedir.
Türkiye'de ve tüm ümmet coğrafyasında Müslimlerin derdi de cahiliyyeden ayrışabilmek ve istikballerini üretebilmektir.
Hizmette asıl olan, bu bilinç seviyesinde olabilmek ve özgürlük yolunda elde edilen kazanımlardır.
Bu imtihanda üç seçeneğimiz var:
1. Aşmak,
2. Eklemlenmek,
3. İnzivaya çekilmek.
Raşid Gannuşi'den Halid Meşal'e, Muhammed Bedii'den Recep Tayyip Erdoğan'a duyulan ilgi ve sevginin nedeni de birinci şıkkın istikametini seçtiklerindendir. Tabii ki yapabildikleri kadarıyla...
Seçilenlerin ‘aşma’ tercihini taşıyıp taşımadıkları sadece onların değil; seçenlerin veya tâbî olanların da samimiyeti, basireti ve talepleriyle alakalıdır.
Halk, çevre ve fıtri değerler yaranı hizmet ehline karşı statükonun azılı dişleri kadar, rantçıların da mafyalaşan çıkarları adalet ve özgürlük arayışının önünde barikatlaşır.
Coğrafyalarımızda hizmet vermek için seçilenlerin önünde görünen ve görülmeyen engeller vardır.
Örneğin Türkiye’de Lozan Antlaşması’yla başlayan hukuki ve uluslararası bir tutsaklık hali var. NATO var. Kapitalist ekonomi içinde hemen kırılamayacak zincirler var. Anıtkabir gibi ulusal tapınçlarla oluşturulmuş kurumlar ve algılar var.
Bir de ‘üst akıl’ denilmeye başlanan siyasi ve ekonomik gizil vesayet odakları var.
Özgünlük ve özgürlük yolunda hizmet vermek, aşacağımız ‘barikatlar’ı hem kavramayı hem mücadeleyi göze almayı gerektirir. Karşı taraf insan hakları meleği değil. Aksine insan hakları emperyalisti.
R. T. Erdoğan’ın çizgisi için birçok eleştiriler yapılabilir. Ama onun egemenler karşısında halk, çevre ve fıtri değerler adına ‘idam gömleği’ni giymeyi göze almadığı söylenemez. Muhammed Bedii, Muhammed Mursi hatta Raşid Gannuşi için de…
Son idam gömleği ile darağacına çıkan şehidimiz Bangladeş’ten Muhammed Kamarruzzaman.
Vekillerin akıllarından çıkartmamaları gereken temel soru şudur:
Vesayet rejimlerinde özgün siyaset ve hizmet, kefen giyme bilincini taşımadan olabilir mi?