Öyle görünüyor ki Türkiye’de “Ermeni” kelimesi kadar “tansiyon” yaratan, nabız hızlandıran, yürek çarptıran bir kelime daha yok. Her şeye rağmen, adı farklılaşmış, şu bu, yüz binin üstünde Ermeni yurttaşımız bu ülkede yaşadığı için, bu durum bana endişe veriyor. İşte Hrant örneği. Ama onunki düşünülmüş, planlanmış, uygun görülen birilerine işletilmiş bir cinayetti. Oysa daha “pogrom” mahiyetinde girişimler bile mümkün. Evet, o “düşünen ve planlayan” merkezler buraya kadar gitmek istemeyecektir –rezaletin bu derecesine! Ama kızıştırıp azdırdıkları adamların endazesi yok ki!
Yıllar önce bu “Ermeni düşmanlığı”nı faşizmin ezelî “anti-siyonizmi” ile karşılaştırmıştım. Bu ikincisi de vardır bizde: birtakım adamların özellikle o alanda dükkân açıp yeni yeni Yahudi tesbit etmelerinden belli. Ama daha büyük kalabalıklar çerçevesinde baktığımızda Yahudi düşmanlığı Ermeni düşmanlığının yanında solda sıfır.
Nedeni de belli. Bütün bu süredir tartıştığımız konu zaten bu konu. Bu konu açılınca bağırmaya ve tepinmeye başlayanların, diyelim ki yarısı, siyasî sistemimizin “vatanperver Türk vatandaşı” olmak üzere yetiştirdiği “doğru, çalışkan” Türkler olsun. Onlar, koro şefinin işareti üstüne “Karolsun...” diye bağırmaya hazır, buna göre yetişmiş. Ama bir de öbür yarı var ki onlar ne yaptıklarının gayet iyi farkında. “Benim dedem öyle şey yapmaz” diye bağırırken aslında oturduğu evin, kullandığı tarlanın vb. tapusunu koruyor. Asıl cazgırlığı yapan da bunlar zaten. “Gene yaparız”cılar bunlar. “Kabul edecek olursak, şunları şunları isteyecekler” propagandasının birinci sıradaki alıcıları da bunlar.
Çünkü, hep söylediğimiz gibi, böyle bir “oldu mu/ olmadı mı?” sorusu 1915’te yoktu. Büyük çoğunluk herhalde resmin bütününü göremiyordu –olayın cesametini, boyutlarını. Ama herkes, kendi yöresinde olanı görmüştü. Unutturmak, habersiz kuşaklar yetiştirmek, bunca yıl aldı. Üstelik hâlâ hatırlayanlar, kendi yaşları yetmese de akrabalarının “görgü tanıklığı” yoluyla bunları bilenler var.
Şimdi bu konunun bizim ülke içinde nasıl konuşulduğu, nasıl bir korkutma ve yıldırma ortamı yaratıldığı ayrı bir konu. Ama bu patırtının en az bir kısmı da, olayın “dış dünya”da nasıl karşılanacağıyla ilgili. Buradaki bu patırtı, ayrıca, olduğu gibi yansıyor o “dış dünya”ya, çünkü yaşadığımız dünyanın haberleşme koşullarında her şey böyle. Dünyanın gizlisi saklısı kalmadı artık.
Bütün bu bağırtı, bu cayırtı, dünyayı böyle bir olay olmadığına inandıracak mı? Şu kadar yıldır bizim tek politikamız bu. Kaç kişiyi ikna ettik, olmadığına dair? Hukuk çerçevesinde “soykırım”dır, değildir, bunlar ayrıca tartışılır. Ama Türkiye’nin resmî kurumları dahi, bu olayı uluslararası platformda konuşmaya çıktıkları zaman, konunun sadece bir “tehcir” olmadığını, “maalesef” çok insanın hayatını kaybettiğini, bu sayının dört yüz bine çıkabileceğini kabul ederek söze başlıyorlar. Bunları emekliliğinde Büyükelçi Kâmuran Gürün de yazdı veya ima etti ki onun kitabı bir çeşit “gayrı resmî resmî manifesto” karakteri taşıyor.
Peki, yurt içinde “bu olay oldu” diyenleri sindirmek ve susturmak için girişilen bu vahşet dolu kampanyalar yurt dışında ne etki yaratıyor? Bunları gözlemleyen “ecnebiler”, Türk milletinin yüksek hümanizmine hayranlık mı duyuyor? “2008 yılında böyle bağıran ve bu kelimelerle böyle tehditler savuran bir millet, mümkün değil, 1915’te Ermeniler’i öldürmüş olamaz” mı diyorlar? Yoksa, “Bunlar her şeyi yapabilir!” mi diyor? Bu adamların bu şamataları mı dış dünyada Türkiye’ye itibar getiriyor, yoksa “Evet, oldu ve çok kötü oldu” diyen, diyebilen bir avuç insanın her şeye rağmen varlığı mı?
Geçen gün yazdığım gibi benim derdim “itibar” falan değil, kendi vicdanî tutumum. Ama bu anlattığım da çok ciddi bir olgu ve bu ülkedeki, “vicdan” laflarını çok afakî, gerçekdışı bulan “reel-politiker”ler bu olgudan da haberdar olmalı. Olmayacaklarını düşünemiyorum. Ne başaracaklarını düşünüyorlar o halde?
Bağıranların bir kısmı açısından, bu davranışlarıyla dünya kamuoyunda yarattıkları tiksinti sorun değil; zaten bunu istiyorlar. Ama bağırtanların hiç değilse bir kesiminin başka bir planı olmalı.
Belki de yok.
TARAF