Bu hafta Suriye’nin bütün bölgelerinde kılınan Cuma namazını halk “Rusya ve İran’ın Piyonu Annan’ı Düşürme Cuması” olarak isimlendirmişti. Esed-Baas cuntasını alaşağı etmek üzere kıyam eden Suriye halkı her Cuma namazını değişik bir isimle anmayı gelenek haline getirdi.
Hamza el-Hatip cuması, Özgür orduyu silahlandırma cuması gibi isimler Esed-Baas diktasına karşı sürdürülen mücadelede birer motivasyon unsuru olarak öne çıkarıldı. Kuşkusuz bu haftaki Cuma namazının “Rusya ve İran’ın Piyonu Annan’ı Düşürme Cuması” olmasında Hama’nın Treymse kasabasında Esed-Baas şebekesi tarafından gerçekleştirilen ve 305 kişinin katledildiği saldırılarda Rusya ve İran’ın Annan Planı üzerinden Baas rejimine verdiği destek belirleyici olmuştu.
Suriye halkı başlarına musallat edilen Baas-Esed cuntasının destekçilerini de teşhir edip lanetleyerek hangi ilahlara karşı başkaldırdığının şuurunda olduğunu beyan ediyor. Baas şebekesinin Rusya ve İran’ın desteğiyle katliamlarını icra ettiğini hemen herkes biliyor elbet. Bu söylem bir açıdan malumun ilanıdır tabii ki. Ancak büyük yıkım ve katliamlara rağmen zulmün teşhiri ve zalimlere yönelik açık bir meydan okuma Suriye halkının cesaretini, ferasetini ve de tevekkülünü sergilemesi açısından muazzam bir örnekliktir.
Utan Ey İran! Suriye Halkıyla Savaşmadasın!
Üstteki ara başlığın orijinali “Utan ey Amerika! Muhammed Ümmetiyle Savaşmadasın” şeklindeydi. Farsça söylenen ve Şahlık rejimini devirmek üzere harekete geçmiş Müslüman İran halkının emperyalist ABD tarafından nasıl bastırılmak istendiğini anlatan bir marşın Türkçe sözleri güzel bir ezgi eşliğinde emperyalist tuzakları anlatırdı.
Seksenli yılların ortasından itibaren sıkça Tahran Radyo’sundan dinlediğimiz güzel bir marşın güzel bir mısrasıydı “Utan ey Amerika”. Ancak üzerinden yıllar geçen bu marşın tekrar bestelenmesi halinde güftesinde maalesef önemli bir değişiklik yapmak gerekecek. Çünkü İran devrimci İslami söylem ve siyaseti terk edeli, kanlı ve despotik statükoyu korumaya, bunun için de ulusalcı ve mezhepçi pragmatizme sıkı sıkıya sarılalı çok olmuştu.
İslam ve İslam’ın ölüm/yokluk pahasına öngördüğü ‘adalet’ epey zamandır ne İran’ın içinde ne de İran’ın Suriye’ye yönelik siyasetinde zerrece yer tutuyor. Sadece İran halkına değil bütün bir ümmete “rehberlik” etme iddiasındaki Ali Hamaney, Suriye topraklarını kan gölüne çeviren barbar Esed-Baas cuntasının sırtını sıvazlıyor. Sırtını sıvazlıyor deyince kan dökmemesi, zulmetmemesi için nasihat ediyor, adalete ve merhamete davet ediyor filan gibi şeyler anlaşılmasın. Tam tersine. İran nasıl bir İslam inkılâbına dönüştüyse bir zamandır zalim bir tağuti otorite uğruna bütün devrim muhafızlarını cihad-ı ekber için seferber ediyor.
Devrim muhafızları Suriye halkının katilleri ile safları sıklaştırıyor. Baas-Esed diktasını muhafaza ve müdafaa için çok boyutlu bir savaşım veriyor. Suriye’ye yönelik politikasından önce İran’ın kendi içinde İslam inkılâbının temel ilkelerine dönüşle alakalı bir öze dönüşün aciliyeti var. Yoksa bu ulusalcı ve mezhepçi siyasette inat edenler için, Tahran Radyosu’ndan akşamdan sabaha “Utan ey İran! Suriye halkıyla savaşmadasın” marşını söyletmek kaçınılmaz olacak.
Diplomatik ve Entelektüel Şebbihalar
Suriye’de katliam oldukça, diplomatik ve entelektüel çevreler utangaç kınama mesajları yayınlamaya başladılar. Her yeni katliam için edebi açıdan çarpıcı ama siyasi açıdan etkisiz nitelemeler yayınlamayı marifet bildiler. Esed-Baas rejimi katliam politikalarını tırmandırırken ABD ve AB’den katliamın “şoke edici” olduğu, “endişe verici” olduğu ve Esed rejimin son bir buçuk yıldaki davranışlarının inanılır gibi olmadığı türünde diplomatik teamüllerde çok sert olduğu bilinen cümleler kuruluyordu.
Entelektüel camia ama özellikle Müslüman mahallesine hitap edenler hem kendilerini hem de yaşadıkları zamanı ve mekânı çoktan aşmışlardı. Aynı aşma ve aşkınlığı Suriye halkına da tavsiye ediyorlardı. Tankların altında ezilen, çoluğu-çocuğu katledilen, tecavüze maruz kalan Suriye halkına şöyle sesleniliyor: Esed-Baas cuntası bir şey değil daha kötüsü hatta tahayyül bile edemeyeceğiniz kadar kötüsü geliyor! Hem Esed’i hem de ona sahip çıkan İran’ı anlayışla karşılayalım.
Ali Bulaç’tan Atasoy Müftüoğlu’na kadar entelektüel camiamızın üstadları bütün hesaplarımızı ABD ve AB’li ‘thing-tang’lerin raporlarından okudukları istikametinde yapmaya davet ediyorlar bizleri. Suriye halkının zulme başkaldırısını kirletmeyi, itibarsızlaştırmayı ve böylece İran İslam İnkılâbı’nın bekası için ortak olunan katliamlara dolaylı meşruiyetler kazandırmaya çalışıyorlar.
Emperyal siyasetin diplomatik söylemleri nasıl ki Suriye’de dökülen kanların artmasına ve yaşanan acıların derinleşmesine zemin hazırlıyorsa entelektüel söylemlerin önemli bir kısmı da aynı amaca hizmet ediyor. Şebbiha rejimini iyice azgınlaştıranın Rusya kadar İran ve İran merkezli siyasal analiz ve stratejik bağımlılıklar olmadığını kim söyleyebilir?