’Şeb’ gece demektir, farsçada.. ’Rûz’ ise, gündüz demektir.. ’Yeldâ’ da, arabça ve farsçaya suryaniceden geçmiş bir kelime olup ’en uzun’ demektir.. ’Sâl’ ise, yıl demektir, yine farsçada.. ’Sâlnâme’ler vardı eskiden.. Şimdilerde ’Yıllık’ denilen yayınlar için kullanılırdı..
Her 21 Aralık tarihi, 365 günlük güneş takvimine göre, bir yıl içindeki ’şeb-i yeldâ’ dır, en uzun gecedir, kuzey yarımkürede..
Aynı yarımkürede 21 Haziran ise, yılın en uzun günü, ’rûz-i yeldâ’sıdır.. Diğer bir deyişle, yılın en kısa gecesidir..
Divân edebiyatında, şairler ’şeb-i yeldâ’ üzerine pek çok şiirler yazmışlardır. Ama, ’rûz-i yeldâ’ üzerine pek bir şey yazılmamıştır.. Bunu şairler, ilham geceleri geldiği ve o tarih de en kısa gece olduğu için, şiir yazmak için ilham bekliyecek kadar bir zamanın yokluğu nüktesiyle izah etmişlerdir..
Ama, ’şeb-i yeldâ’ terkibi, imâlı anlatımlar için de kullanılmıştır.. Ağır hastaların, gecenin karanlığında rûhen, daha bir sıkıntılı olması ve sabahın ilk ışıklarını bekleyişlerindeki sabırsızlık dolayısiyle, o gecelerini ’şeb-i yeldâ’ olarak niteledikleri bilinmektedir.
Ya da, ’Muvaqqit ne bilir, âşık’a sor, şeb-i yeldâ’yı..’ mısraını da nicelerimiz işitmiştir herhalde.. Sevdiğini bekliyen için, o anların geçmezliğini tekrara gerek yoktur, herhalde.. ’Muvaqqit / muvakkit’ (vakit ölçen, takvimci..)
Kezâ, zorba yöneticilerin hükümranlık dönemlerini ’şeb-i yeldâ’ya benzetenler de olmuştur; Hâfız-i Şirâzî misali: ’Hukkâm-ı zulmet, şeb-i yeldâ est..’ (Karanlığın zorba egemenleri, şeb-i yeldâ’dır..)
*
Bu hatırlatmalardan sonra, özellikle de Ortadoğu’da, gerçekte, ’sâl-i yeldâ’ (en uzun yıl) denilmesi gereken ’şeb-i yeldâ’ya değinmek gerekiyor:
Bazı seneler vardır ki, bitmek bilmez.. Hele de Ortadoğu’da, şu son bir yıl, daha bir öyle..
Tıpkı, Hâfız-i Şirâzî’nin 650 yıl öncelerde söylediği gibi, ’Hukkam-ı zulmet, şeb-i yeldâ est!’
*
Ama, umutsuz olmaya gerek yok.. Çünkü, karanlığın en koyu olduğu saatler, sabahın en yakın olduğu saatlerdir..
Ortadoğu müslüman coğrafyasında, zorbaların yönetimlerin ve yöneticilerin birçoğu birer birer devrildi, devriliyor ya da devrilmenin eşiğindeler..
Hepsinden de öte, kendilerini en güçlü zanneden zorba yöneticiler veya rejimler bile, yıkılışın, uçurumun kenarında olduklarının korkusunu yaşıyorlar..
Bu coğrafyanın Filistin’den sonra, en uzun kanayan yaralarından birisi de Suriye coğrafyası oldu..
Filistin’de müslüman halk, hiç değilse, kendi topraklarını işgal eden sionist İsrail rejiminin apaçık bir düşman olduğunu biliyor, bu hususta tereddüdü olan yok..
Suriye’de ise, Birinci Dünya Savaşı’ndaki ağır yenilgiyle dağılan Osmanlı Devleti’nin enkazının bir bölümü üzerinde emperyalist odakların Fransa eliyle oluşturduğu kukla yönetimlerin planlamasının acı sonucu olarak ortaya çıkan ve hükûmetini, tahakkümünü 50 yıldır sürdüren Baas rejiminin ve hele de, (Baba-Oğul) Esed Ailesi’nin 43 yıldır sürdürdüğü ve bırakmaya hiç yaklaşmadıkları diktatörlük, yazık ki, sadece ülkenin yüzde 12-15 kadarını oluşturan ve bir azlık inancının mensublarınca yönetilmiyorlar; büyük ekseriyeti oluşturan mezhebe bağlı kitlelerin içinden çıkan zengin kesimlerin desteği de onlara güç veriyor.. O büyük çoğunluğu oluşturan mezhebin ‘ulemâ’ kesiminden nicelerinin de tipik bir ‘kapıkulu’ mantığıyla, bu zulüm düzenine destek vermeleri de, tam bir tüy dikme mesâbesinde..
Hatırlayalım ki, daha geçen hafta, Beşşar Esed, mescidlerde, ve diğere mahfillerde müslüman hanımlara vaizelik yapan hanımlardan bir kesimle görüşmesini devlet televizyonundan Suriye toplumuna yansıtıyordu.. Son 20 ayda, 50 binden fazla insanın öldürülmesiyle sonuçlanan ve 750 binden fazla insanın evlerinden-barklarını terkedip başka ülkelere sığınmak ya da milyonlarının da ülke içinde daha güvenliklice kabul ettikleri mekânlara kaçmak zorunda kaldığı bir yönetim bozukluğunun başsorumlusu Beşşar Esed gibi bir kişinin, işbu vaize’lere, bazı ünlü ulemâyı da yanıbaşına alıp, İslam’ı ve Hz. Peygamber (S)’in yolunu halka anlatmaları dolayısiyle övmesi ve bu gibi erkek ve hanım müslüman tiplerin, o zulüm düzeninin bu atraksiyonuna âlet olmaları değil midir?
Hatırlayalım ki, 34 sene öncelerde bu günlerde de, İran’daki tâgût rejimine ve Şah Pehlevî’ye karşı, ‘Allah’u Ekber!’ diye ayaklanan müslüman halk kitlelerini kandırmak için, ‘Sizin inandığınız değerlere biz de bağlıyız, saygı gösteriyoruz..’ dercesine, Şah’ın hanımı Ferah Pehlevî, Meşhed’deki İmam Rızâ Türbesi başta olmak üzere ve halkın çok önem verdiği diğer ziyaretgâhlara gidiyor v çarşafa bürünerek ziyaretini yapıyor ve bununla yetinmeyen Şah Pehlevî de, Meşhed’deki ünlü türbeye gittiğinde, kollarını ve paçalarını sıvıyor, çoraplarını çıkarıyor ve eline aldığı bir bez ile, türbenin tozlarını siliyor ve tabiatiyle bu sahneler, halka tv. ekranlarından günler boyu, tekrar tekrar gösteriliyordu..
Ama, müslüman halk, bu atraksiyonlara aldanmıyordu..
Ne kadar ibret vericidir ki, bugün, nice İran’daki o muazzam inqılabla cûş-u hurûşa gelip, diğer müslüman toplumların başındaki hemen yöneticilere de, haklı olarak tâgût ve Şah nitelemesi yapan en keskin , radikal söylemli bir kısım müslümanlar, şimdi, Beşşar Esed’in yanıbaşında saf tutmuşlar, onun iktidarının devrilmemesi, zulmünün devam etmesi için ellerinden gelen desteği veriyorlar ve bütün bunları, başlangıçta, sionist İsrail rejimi karşısındaki Direniş Cebhesi’nin zayıflatılmaması gibi, nicelerimize cazib gelen gerekçelerle izah ediyorlardı, ama, bugün, bu kimseler, bu diktatörlük rejimini, Suriye coğrafyasını baştan başa bir virâneye, harâbeye çevirdiğini ve onbinlerin öldürülmesine yol açan hükûmetsizliğini sergilediğini ve milyonların da perişan ettiğini göre göre, vargüçleriyle destekliyorlar.. Kendileri gibi düşünmeyenleri ise, emperyalizmin işbirlikçileri, global entrikalara teslim olmuş gibi tavsiflerle karalamaya çalışıyorlar.. Kendi dayanakları ise, sadece, bir devletin stratejisini belirleyen bir iradeye, kendilerini, İslamî açıdan tartışmasız olarak itaatle mükellef görmeleri..
Geçenlerde, bir müslüman, gönderdiği mesajda, ‘Biliyorsun diyordu, biz, filanı Naib-i Mehdi olarak görür ve onun siyasetine karşı çıkılmasına da tahammül edemeyiz’ diyordu..
Son yüzyılların en büyük müslüman halk hareketlerinden, qıyâmlarından olan bir inqılabın bağlılarının bugün, böylesine bir zulmü, bir takım stratejik menfaat hesablarıyla destek vermenin, kendi ayaklarına kurşun sıkmaları mânâsında olduğunu yazık ki, anlayamıyorlar.. Hele, siyonist İsrail karşısındaki mücadelenin yiğit liderlerinden birisi olarak müslümanların hemen bütün kesimlerince sevilen Hizbullah Hareketi’nin lideri Hasan Nasrullah’ın, Suriye’deki bu tâgûtî rejimi vargücüyle desteklemesi de bir ayrı acı.. Dahası, onun bu büyük yanlışında ona destek vermeyi sürdürenlerin, sionist İsrail rejimi karşısında yiğitçe savaşan ve direnen öteki müslüman hareketleri ve Khâlid Meş’al gibi liderlerini, -onların Beşşar Esed rejiminin zulümlerinden uzak olduklarını açıkça söylemeleri üzerine-, emperyalizmin oyununa gelmekle veya mezhebçi olarak nitelemeleri de bir başka acı durum..
*
Suriye’deki ‘şeb-i yeldâ’ sürüyor, bir ‘sâl-i yeldâ’ halinde..
Bu satırların sahibi, işin taa başında, (Baba) Esed ve kadrosunun Ortadoğu’daki mes’elelerde ilginç bir siyaset ve diplomasi mafiası olarak, poker masasına elleri olarak gelip, masadan, bütün kartları toplayarak kalkmak gibi bir gücünün bulunduğunun kabul edildiğini, Amerikan emperyalizmiyle karşı karşıyaymış gibi sanıldığı halde, en hassas anlarda bile, amerikan emperyalizminin ona imtiyazlar vererek, imtiyazlar koparttığını; onun için de, 50 yıllık bir kanlı diktatörlük olan Suriye Baas rejimine karşı verilen mücadelenin o kadar kolay olmayabileceğini hatırlatıyordu..
Bugün gelinen nokta da bu tahminleri doğrulamıştır, yazık ki..
Ama, mücadele ne kadar uzun sürerse sürsün, ‘artık Esed rejiminin yıkılması ân mes’elesi..’ gibi psikolojik savaşın yıpratma taktiklerine fazla prim vermeksizin, bu rejimin geleceğinin hele de bundan sonra hiç olmayacağını söylemek bir kehanet sayılmamalıdır. Çünkü, onbinleri öldüren, yüzbinleri- milyonları perişan eden, bütün bir ülkeyi virâneye çeviren bir kişi ve etrafındaki kadrosu, zulmünü arttırmakla, ancak, müslüman halkının direncini daha bir güçlendirmiş oluyorlar..
Diyarbekir’de komşum olan bir yaşlı hanım vardı,, ‘Zulmü arta, evi başına yıkıla, inşaallah..’ diye beddua ederdi, çok kızdıklarına..
Birgün, ‘Valide, hem zulümden şikayetçisin, hem de zulümlerinin artmasını istiyorsun, bu çelişki değil mi?’ diye sorduğumda, ‘Evladım, ben zayıfım, çaresizim.. Ama, zulme payidârlık / kalıcılık yoktur; zulmü artsın ki, dünyası başına yıkılsın..’ demişti..
Biz de bugün, aynı sözü tekrarlamak durumundayız, Suriye’deki Baasçı- Esed rejimi için..
‘Başka yerlerdeki zulümlere niye karşı çıkmıyorsunuz’ diyenler oluyor.. Bahreyn’de, Suûd’da, Qatar’da, Ürdün’de veya daha müslüman coğrafyalarındaki zulüm düzenlerine destek verdiğimiz sanılıyor.. Sanılıyor ki, biz de zâlimler arasında, ‘benim zâlimim iyidir..’ tercihi yapıyoruz.
Aslâ!..
Nerede, zulme karşı qıyâm eden, ayaklanan bir mazlum var ise, biz müslüman olarak kendimizi onların yanında hissederiz.. Ve bu, bir takım hissî yakınlık veya strateji hesablarıyla değişmez.. Elhamdulillah ki, alnımızda bunun tersini gösterecek bir leke yoktur.
Şunu da belirtelim ki, sivil-savunmasız insanlara, bir takım hangi yüksek idealler adına da olsa her kim zulmederse etsin, biz onlara da asla müsamaha ile bakamayız ve biz onlardan berîyiz..
Ve bu tavrımızı belirlerken, emperyalist odakların, en başta da, Amerikan emperyalizmiyle onun Ortadoğu coğrafyasına saplanmış bir hançeri mesâbesindeki sionist İsrail rejiminin ve Rusya’nın, Çin’in, Fransa’nın, AB’nin ve kısaca bütün şeytanî odakların ne gibi planlar içinde olduklarını da elbette hissediyoruz, görüyoruz.
Nitekim, Amerikan emperyalizmi, Suriye’de, en İslamî hassasiyet ve hedeflerle mücadele vermeye çalışanların başarısız olması için, elinden geleni yapıyor ve hattâ onları ‘terörist’ ilan ediyor; tıpkı HAMAS’a yaptığı gibi.. Bu durumu hâlâ da anlamayan ve sadece korku ve vehimleriyle hareket eden müslümanlara da, basîret niyaz ediyor ve ‘emperyalistlerin, şeytanî güçlerin ve onların işbirlikçilerinin bir hesabı varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır..’ diyoruz.
Allah’ın izniyle, o zâlim dayanışmanın bir cebhesi de çökmek üzere.. Hemen yarın, bir şeyler olacakmış gibi dile getirilen diplomatik beyanların cazibesine kapılmadan..
Nitekim, Rusya Lideri Putin, 20 Aralık günü yaptığı açıklamada, sorulduğunda, ‘Biz Esed Ailesi’nin iktidarı 40 yıldır bırakmadığını biliyoruz. Bizim bu ailenin iktidarını sürdürmesi ve korunması gibi bir derdimiz yok.. ‘ demek gereğini hissedip, ‘Dertlerinin Esed rejiminden sonra Suriye’nin geleceğinin ne olacağını düşünmek olduğunu’ dile getirmiş ve 'Libya’da şu anda farklı grup ve kabileler arasında iktidar kavgası devam ediyor. Üstelik Rusya’nın çıkarları da bu ülkede büyük zarara gördü. Şimdi bizden Suriye’de de aynısını yapmamız isteniyor..’ gibi gerekçelerini de sıralayarak, kaygılarının asıl kaynağını dile getirmiştir.
Putin, evet, Esed Hanedanı’nı veya rejimini değil, Rusya’nın stratejik maslahat ve menfaatlerini düşündüğünü açıklıkla dile getiriyor ve bu siyaseti değiştirmesi halinde, kendisiyle ters düşeceğini belirterek, ’Bana soruyorlar, kariyerin boyunca bir hatan var mı? diye.. Söylüyorum, Suriye krizine bakış açımızı değiştirirsek kariyerimde belki de en büyük hatayı yapmış olurum. Bizden farklı düşünen ülkeler, ilk şart Esed gitsin diyor. Ama ondan sonra ne olacak? Şimdi yönetime karşı silahla savaşanlar yarın iktidara gelirse, o zaman da şimdiki iktidar bugünün muhaliflerine karşı savaşmaya başlayacak. Biz Rusya olarak ilk sıraya Esed’in geleceğini değil, Suriye’nin bir bütün ülke olarak korunmasını koyuyoruz.”
Evet, Amerikan emperyalizmi, ’Suriye’nin Dostları’ gibi komik iddialarla toplantılar yaparak, etrafına müttefikler toplamaya çalışırken; Rusya da, bir diğer, ’Suriye’nin Dostları’ grubu oluşturmaya çalışıyor; halbuki, onun da hedefi, Suriye’nin müslüman halkına dostluk değil, kendi emperyalist planlarına uygun bir Suriye’yi oluşturmak..
Ama, daha ilginç olan, İslam adına da hareket etmek iddiasıyla, Suriye’nin büyük müslüman kitlesinin karşısında, 50 yıllık bir diktatörlük düzenine arka çıkanların, kendi kariyerleriyle ters düşmek endişesiyle, yanlışlarını ısrarlarını sürdürmeleri..
Dileyelim ki, bu ’şeb-i yeldâ, gelecek şeb-i yeldâ’ya kadar uzamasın.