Sayılar, Tahlil Yeteneği Veya Putlaştırma

MURAT AYDOĞDU

Kuran, Dünyanın yaratılışında altı gün’den söz eder. Tevrat, Allah’ın yedinci gün dinlendiğini söylerken1, Kuran bize hiç yorgunluk dokunmadı der2. Bu çelişki, sayıların anlamından nasıl saptırıldığının göstergesidir. Dönemsel yaratılışı yorumlarken, Allah’a yorgunluk izafe edilir. Gün/dönüm, birçok sürecin aşamalarını belirten bir kavramdır3. Buna karşılık, sayıların merkeze alınması ile asıl anlatılmak istenen gözden kaçırılmaktadır.

TAHLİL

Kuantum/sayısallaşmış düzen, evrenin genel kurallarından biridir4. Bütün bu sayısal veriler nesnel ya da tanımlamaya dayalı bilgilerdir. Bir şeyin küçük ya da büyük olması, kıyaslandığı şeye göredir.

Sosyal bilimler, fen bilimleri kadar mutlak olmasa da dönemlerden söz eder. Toplumların, tarihin ve insanların süreç içerisindeki dönemleri tanımlanan değişimlere bağlıdır. Buda’nın Nirvana tekerleği yaklaşımı özünde insan tekâmülünü betimler.

Konuyu rasyonel incelersek, sayılar sürecin algılanması için kontrol mekanizmalarıdır. Şartlı refleks oluşturma ile mücadele hattında bir slogan ve disipline de dönüşebilir. Birçok kez de dinamik sürece dayalı yenilenme içerir. Bu öngörüler kesinlik içerdiğinde ise mutlaklaştırılmış bir determinizm/kaçınılmazlık, iradeyi dışlar. Dönümler, süreci etkileyen faktörlerin/etkenlerin etkisi ile izafilik ve şartlara bağlı gelişen değişkenlik de gösterir.

PUTLAŞTIRMA

Bilgiye ulaşan kişi bu bilgiyi ne yapar.

1-            Merak

2-            Paylaşmak ve misyon yüklenmek,

3-            Güç elde etmek

Merak bilginin elde edilmesinde ve yaşamı anlamlandırmada insani bir özelliktir. Paylaşmak ve misyon yüklenmek Yeryüzü serüveninde sorumluluğun bir parçasıdır.

İnsan sınavının, sırat köprüsü misali ince ayrımı üçüncü maddede kendini gösterir. Kimsenin bilemediğini bilmek, farklı şeyler yakalamak ve bununla kibirlenmek çoğu bilgi sahibinin ayağını kaydıran sonuçtur. Sayıların esrarı ile ilgilenmek buna mistik anlamlar yüklemek birçok durumda bu eğilimden beslenir. Bazen de bu sayılar, sorumluluktan kaçmanın, kendine kaderci bir kaçış yolu yakalamanın aktörü olur. Sosyal bilimlerin tanımlamaya ve tahlile/analize dayalı süreç ilişkileri, bu seyir içinde anlam ve maksat kaymasına uğrar.

Sayıların birçok kimsede oluşturduğu ilüzyon/yanılsama ve etkilenme, cifr hesabı ya da Pisagorculuk gibi kendi ürettikleri matematik kökenli bilimi, mistik dine çevirir5.

Çoğu durumda rakamlar insanın üzerinde oynayacağı birimlere dönüşür. Genel yaklaşım bir şekilde işlenerek, sayılara dayalı ilüzyon oluşturmak kolaydır6. Takıntılı insanların elinde oyuncak olan sayılar, artık helvadan putlara dönüşür. Güç sahiplerinin elinde ise, kitlelere yutturulan afyon’a dönüşür.

Moral değerler açısından ise sayılar, karşılaştırmalı/izafi değerler içerir7. Tevrat’ın ve incilin rakamlara dayalı anlatımı yerine, Kuran’da muhteva’nın ve anlamın önem kazanması bu nedenledir. Kuran’da sayılara takılmak ve bundan gaibi bilgi çıkarmak yerilir8. Eski kitapların anlatımındaki bu kaymalara karşı yine de uyarıcı önlemler vardır. Elçi İsa, gereksiz tekrarın zararlarından söz eder9. İnsanoğlunun, şartlı refleks olarak ortaya çıkan savunma mekanizmaları, çalışma disiplinleri ve Zikir gibi öğüt alma/kavrama kökenli mesaj mecrasından saptığında düşünülmeden yapılan, içi boşaltılmış tekrarlara dönüşür. Bu, insanları ihtiyari/iradi değerlendirmelerin dışına çeken, toplumsal ve bireysel sorumluluklarını örten, algılamayı önleyen bir put’tur.

SAYILARA HÜKMETME

Tüm bu olumsuzluklardan sıyrılmış hesaplama ve tasnif yeteneği ile İnsan, sayılarla maddeye ve zamana hükmetme yeteneği kazanır. Hükmetme mutlak anlamda imkânsızdır. Zira bir meseleyi tümüyle kavramak ve ona hâkim olmak, bütün faktörlerin bilinmesi ile mümkündür. Ve bütün faktörler zincirleme bütün evreni içine alır. Çoğunlukla insanoğlu, temel faktörü gözler sonra tali faktörlerin etkilerini inceler, zayıflayan etkilerle faktörler sürekli artar. Sonu gelmez yaklaşımlarla tahminler doğruya yaklaşır10.  Hiçbir zaman kusursuz/ideal olamayacağız, ancak doğru yolda olacağız.

Sosyal bilimlerde de, büyüklenen toplum mühendislerinin sürekli çuvallaması bilinen bir gerçektir. Tahminler ve öngörüler ancak önlem almada birer araçtırlar ve mutlak değildirler. İpin ucuna atılmış düğümleri sayarak ya da sayıları fal oklarına çevirerek bir yere varmak mümkün değildir.

Günde beş vakte yayılmış bir namaz, haftalık toplantı, yılın belli ayında oruç ibadeti, sayılarla yaşamımıza dağıtılmış sürekli bir hatırlatma ve disipline edilmiş bir hayat tarzıdır. Her daim dinamik olunuz ve sıkıştıkça alternatif çıkışlar arayarak ilerleyiniz, her biten döneme karşı yenilenme şansınızı siz oluşturun. Sayılar size hakim olmasın, siz sayılara hâkim olun

“Yörüngelerinde yürüyen Ay ve Güneşi de sizin emrinize verdi. Geceyle gündüzü de sizin buyruğunuza verdi… Allah’ın nimetini sayacak olsanız, bitiremezsiniz…” 14/33-34

Bu konuda, bir zamanlar mavi gözlü bir kardeşimin bana yolladığı çalışmasını paylaşmak istiyorum. Sorumluluğu yüklenme ve dinamizm açısından okunduğunda güzel ipuçları veriyor.

40 yaşına varanlara ve 40'a varmak üzere olanlara...

Yeniden doğuşu yaşamak için kemikleşmeden önce ikinci bir fırsat. 40 yaş.

Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır.70 yıla kadar yaşayan kartallar vardır.
Ancak bu yaşa ulaşmak için, 40 yaşlarındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek zorundadır.
Kartal'ın yaşı 40'a dayandığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzunlaşır ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır. Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartalın burada iki seçimden birini yapması gerekir. Ya ölümü seçecektir ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir. Bu yeniden doğuş süreci 150 gün kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse bir dağın tepesine uçar ve bir kayada artık uçmasına gerek olmayan bir yerde yuvasında kalır. Bu uygun yeri bulduktan sonra gagasını sert bir şeklide kayaya vurmaya başlar. En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam Bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.

''Ve Biz insana, ana ve babasına ihsanı tavsiye ettik. Anası, onu, zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Ve onun taşınması ve ayrılması otuz aydır. Nihayet insan, olgunluk çağına ulaştığı ve kırk seney11 geldiğinde: "Rabbim! Bana ve anama-babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın sâlihi işlememi sağla. Benim için soyumun içinde Düzeltmeler yap (sâlih kimseler ver). Şüphesiz ben Sana yöneldim. Ve ben şüphesiz teslim olanlardanım" dedi.'' Ahkâf/15

Ahkâf: Kum tepeleri - uzun ve yüksek kum yığınları demektir.

Kum nedir? Sert bir kaya, rüzgâr, yağmur ya da donma hareketine maruz kalınca ve küçük parçacıklara ayrılınca bu parçacıklar oldukça ufaksa onlara ”kum” deriz.

İlginçtir, kum tanecikleri oldukça bereketlidir. Kum, kayaları meydana getiren mineral taneciklerinden oluştuğu için tüm bu mineraller kumda da bulunur. Kumda bulunan temel mineral kuvarst’tır çünkü bu mineral çok sert ve bereketlidir. Bazı kumların neredeyse yüzde 99′unu kuvars oluşturur. Kumda bulunan diğer mineraller feldispat, kalsit, mika taşı, demir cevheri ve az miktarda lal taşı, topaz gibi şeffaf taşlardır.

Kum (toprak) ve kum tepelerinin fiziksel ve kimyasal oluşu ile insanın kimyasal oluş ve fiziksel yaşam süreci arasında benzer yön bir hayli fazla. İlginçtir Fosillerin tarihlendirilmesi yani ''yaşlarının'' bulunması için izlenen en güvenli bilimsel yöntemin potasyum argon metodu olduğu söyleniyor. Bu yönteme göre Potasyum-40’ın bozunarak argon-40’a dönüşmesi yerin yapısının belirlenmesine olanak veriyo12.

Kırk yaş, sinn-i kemal13, yani olgunluk yaşıdır. İnsan, kırkına basınca maddî ve manevî, aklî ve bedenî birikim ve donanıma sahip olarak kemale erer.

Fizilal'il Kur'an'da ''Güçlü çağına erme otuzla kırk yaşlar arasında gerçekleşir. Kırk yaş olgunlaşmanın son sınırıdır. Ona ulaşıldığında tüm güçler tamamlanır; insan olgunluk ve dinginlik içinde ölçüp biçme ve düşünmeye hazır duruma gelir. Doğru yoldaki sağlam fıtrat bu yaşta, hayatın ötelerine, hayattan sonrası ve dönüp varacağı yeri araştırmaya yönelir.'' der Seyyid Kutup.

Hakkı Yılmaz Tebyinül-Kuran çalışmasında ayet geçen kırk yaşına özellikle vurgu yapıldığının altını çiziyor. Yılmaz devamla şunları söylüyor; ''Ayette geçen eşüdd,  yiğitlik/olgunluk çağı ile ilgili olarak "18 yaş, 33 yaş ve 40" gibi görüşler ileri sürülmüştür. Ancak Rabbimiz bu konuda herhangi bir rakam vermemiştir. Eşüdd'ün (olgunluk/yiğitlik yaşını)] kişiden kişiye, yöreden yöreye, ortamdan ortama değişeceği bir gerçektir. Ayette eşüdd ve kırk sene ifadeleri birbirine bağlı değildir. O nedenle insanın yiğitlik/olgunluk yaşına erişmesi ayrı bir şey; kırk yaşına erişmesi ise başka bir şeydir. Kırk yaştan sonra bedensel fonksiyonlar ve şehvet, hırs, kin gibi duygu ve dürtüler zayıflamaya; akıl, muhakeme, merhamet, şefkat, tecrübe gibi zihinsel fonksiyonlar ise artmaya başlar. Kırk yaş, buluğ yaşı değil "bilgeliğin başlama yaşı"dır.'' ...

Alman düşünür Immanuel Kant'ın öğrencilerinden eğitmen Schopenhauer 40 yaş için ''İnsanın kırk yaşına kadar geçen yılları bir kitap, geri kalan yılları da o kitabın eleştirmesidir.'' der.

Hepsinden önemlisi Hz.Muhammed'in (s.a.s) 40 yaşında peygamber oluşudur14. Bu da üzerinde 40 yaşla ilgili düşünmemiz gereken en önemli olgudur.”

 

Dipnotlar:

1- “Ve Allah yaptığı işi yedinci günde bitirdi; ve yedinci günde istirahat etti.” Tevrat-Tekvin 2/3

2- “Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık. Hiçbir yorgunluk da duymadık.” 50/38

3- “Güneşi ışık, ayı aydınlık kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için aya menziller takdir eden O’dur. Allah bunları sadece hak olarak yapmıştır, bilen bir toplum için ayetleri açıklıyor.” 10/5

“O sizi halden hale geçirerek yaratmıştır.  Allah’ın yedi göğü nasıl tabaka tabaka yarattığını görmüyor musun?” 71/14-15

“Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (takdim)” 7/34

4- Fen bilimlerinde bu kuantlaşma basamaklar halinde oluşun genel kuralıdır. Işık foton adı verilen taneciklerden, madde en küçük yapı taşı atom adı verilen taneciklerden oluşur. Hatta elektron adı verilen madde altı taneciklerin konumları da kuantlaşmış/belirli yörüngelerdedir. Kuantum fiziği temel bir kuraldır. Zamanın geçişi, periyodik/tekrarlanan titreşimlerin ve haraketin bir fonksiyonudur. Birimlendirme de insanoğlunun kabul ettiği standartlara bağlıdır. Kant, büyüklüğü görüntünün ardı ardına algılama olarak tanımlar. İzafiyet teorisi dahi, izafe edilene bağlı karşılaştırmadır. Burada, değişkenlik/izafiyet, belirsizlik değildir. Belirsizlik olarak adlandırılan kuram1 bile şüphe anlamında değil, iki verinin aynı anda algılanma problemi üzerine kurulmuştur. Zira birini hesaplamak için kullanılan yöntem diğerini etkiler. Heisenberg belirsizlik ilkesi; “Bir elektronun konumu ve hızı aynı anda hesaplanamaz”

Gerçekte, Sünnetullah’ta bir değişiklik ve belirsizlik yoktur.

5- Pisagor “Evren bir sayı uyumudur. Tüm bilgiyi kuşatan Mathematalar bilimi ahlak, siyaset ve din’i içerir. Varlıklar duyulu hale gelmiş sayılardır”  Pisagorculara göre bütün evren ve gör Harmonia/ tekrarlanan seslerle oluşur, seslerde sayısal ritmik vurgulardır.

6- Örneğin bir avuç çakıl taşı alalım. Taşların sayılarını, renkleri biraz farklı olanları ayırarak istediğimiz sayıdakini asıl kabul ederek ayarlayabiliriz. Ya da en büyüklerinden itibaren 19 tanesini seçip, diğerleri küçük sayılmaz diyerek sayıyı kesinleştirebiliriz.

Cabir İbn Hayyam’ın, günümüz genetik biliminin kısmen çözdüğü bir mantıkla söylediği “İnsanın şifreleri çözülürse…”  yaklaşımlı çalışmaları, ardılları tarafından hermetik bir gayb bilimine dönüştürülmüştür. İbn-i Haldun’un, toplumların dönemsel devirlerini inceleyen çalışması, cifr hesabı ile sosyal bilimlerden mistik gaibi haberlere mutlu sonlara ya da felaket tarihlemelerine çevrilmiştir.

Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdârdır.” 31/34

7- “Rabbi’nin katında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.” 22/47,

“Gökten yere bütün işleri O düzenler. Sonra sizin saydığınızla süresi bin yıl olan bir günde işler O’na yükselir.” 32/5

“Melekler ve Rûh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O'na çıkar.” 70/4

Bu anlatımı anlamayan oryantalist zihniyet, çelişki olduğunu iddia eder.

8- “Karanlığa taş atarak, -Onlar üç kişi idiler, dördüncüleri köpekleriydi, diyecekler. Beş kişi idiler altıncıları köpekleriydi, diyecekler. Ya da yedi kişiydiler, sekizincileri köpekleriydi, diyecekler. De ki: -Onların sayısını en iyi Rabbim bilir. Onları çok az kimseden başkası bilmez. O halde, onlar hakkında açık olarak ortaya konandan başka bir şeyi tartışma. Onlar hakkında kimseye bir şey sorma!” 18/22

9- Dua ederken putperestlerin ettiği gibi boş tekrarlar yapmayın, zira onlar sanırlar ki, çok söylemeleri ile işitilecekler. Matta 6/7

10- İlk insan suyun ısıtılınca kaynadığını söyler, bu doğru ama noksan bir yaklaşımdır. Tarihi oluşturan bilgi birikimi ile, bir gün birisi suyun ısınmakla sadece sıcaklığının artacağını kaynaması için bu sıcaklığın 100 oC olarak tanımlanan bir değere gelmesi gerektiğini söyler. İleriki aşamalarda başka bir araştırmacı suyun sıcaklık artımı ile buhar basıncının arttığını ve bunun üstündeki hava basıncına eşitlendiğinde kaynamanın başlayacağını söyler. Dolayısı ile kaynama olayının vakumda100 oC sıcaklığın altında veya basınçlı ortamda 100oC sıcaklığın üstünde gerçekleşeceğini söyler. Sonraki devirlerde insanoğlu suyun ancak saf halde bu tanımlamaya uyduğunu, antifiriz veya bazı tuzların ilavesi ile ile kaynama sıcaklığının değişeceğini söyler. Manyetizmanın ve sudaki oksijenin para manyetik etkisinin kaynamayı değiştireceğinin fark edilmesi ile kuvvetli mıknatıs altındaki faktörlerde ortaya çıkar. Bu ilânihaye devam eden süreç evrenin bütün ilişkilerinin açıklanmasına kadar sürer ki bu kaderin/kudretin bitmeyen ucudur. Konfüçyüs’ün “Dünyanın öbür ucundaki kelebeğin kanat çırpmasında benim kaderim gizlidir” sözünün arkasındaki mantık budur.

11- Kur’ân’da kırk yıl biri İsrail oğullarının, kırk yıl çölde perişan bir hâlde dolaşması ile bir kuşağın oluşumu anlatılırken (5/26) ve insanın erginlik çağına ulaşması olarak (45/15) iki yerde geçer.

12- Fosil tarihlemesinde Potasyum Argon Yaşlandırma: Tarihöncesi atalarımızın fosilleşmiş iskeletlerinin yer aldığı jeolojik tabakaların eskiliğini belirlemede kullanılan en güvenli yöntemdir. Yöntemin ana prensibi volkanik kayaç içinde açığa çıkan Argon-40'ın spektrometre yardımıyla ölçülmesi esasına dayanır. Potasyum, yerkabuğunda hemen hemen her mineralde bolca bulunan bir elementtir. Doğal formundaki potasyum az oranda radyoaktif Potasyum-40 atomunu içermesine rağmen, radyoaktif bozunmaya uğrayan her 100 Potasyum-40 atomundan 11 tanesi Argon-40'a dönüşür. Argon-40, aktif olmayan bir gaz olduğundan, lav benzeri volkanik kayaçlardan difüzyon yoluyla ortamda kolaylıkla açığa çıkabilir. Potasyum-40 atomlarının yarı ömrü 1,3 milyon yıldır ve düzenli şekilde bozunmaya devam ederler. Radyoaktif sayma tekniğini kullanarak, 2 milyon ile 100 bin yıl arasındaki volkanik kayaçlar, bu teknikle tarihlenebilmektedir. Arkeolojik potansiyel açısından bakıldığında, Potasyum-Argon tarihlemesinin radyo karbon tarihlemesine oranla daha geniş bir yaş aralığı verdiği bilinmektedir. Yaşı 1-2 milyonu bulan arkeolojik depozitlerin sayıca çok olmamasına karşın, Afrika'da olduğu gibi, önemli ve kritik yerleşim yerlerinin yaşını vermesi bakımından Potasyum-Argon yöntemi başarılı bulunmaktadır. (Tarihlemedeki 40 sayısının benzerliğinin insan yaş kemali ile karşılaştırması zorlama bir yorumdur)

13- “Kırk yaş, sinn-i kemal, yani olgunluk yaşıdır. Insan, kırkına basınca maddî ve manevî, aklî ve bedenî birikim ve donanıma sahip olarak kemale erer. Peygamberimiz başta olmak üzere pek çok peygambere peygamberlik vazifesi kırk yaşında verilmiştir. Pek çok ilim adamı, kırk yaşından sonra eser yazmaya başlamıştır. Dua ille de kırk yaşa gelince yapılacak diye bir şey yok, ama kırk yaşa özellikle vurgu yapılmıştır. Zaten âyette rüşd çağında da bu duanın yapılması gereği vurgulanmıştır. Rüşd çağının, 13, 18, 25, 33 yahut 40 yaş olabileceği konusunda görüşler vardır” Razî, Tefsir, 28/16

14- Bazı araştırmacılar, Tevrat verilerinden de yola çıkarak bazı peygamberlerin geliş yaşlarını; 40 olarak yazıldığını söyler.

“Tanrı, insanların yaratılışı için 40 yıl kederlendi.” İlahiler 95/10

“Egemen Rab şöyle diyor: 40 yıl sonra onları dağılmış oldukları uluslardan toplayacağım.” Hezekiel 29/13;   

“Seul kral olduğunda 40 yaşındaydı.” Resullerin İşleri 13/21