Hayrettin Karaman’ın konuyla ilgili bugünkü Yeni Şafak’ta (15 Eylül 2017) yayınlanan “İsraf, Sefahat ve Sorumluluk” başlıklı yazısının konuyla ilgili kısmı şöyle:
“Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma! / Çünkü savurganlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan da rabbine karşı çok nankördür. / Eğer sen kendin dahi rabbinden umduğun bir lutfu beklemek durumunda (ihtiyaç içinde) olduğun için onlara ilgi gösteremiyorsan, hiç değilse kendilerine rahatlatıcı bir söz söyle! / Eli sıkı olma, ölçüsüzce eli açık da olma; sonra kınanacak, kendi kendine hayıflanacak duruma düşersin! /Rabbin rızkı dilediğine bol bol verir de kısar da. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, onları görmektedir. / Fakirlik korkusuyla çocuklarınızın canına kıymayın! Biz onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır” (İsra: 26-31).
Ahmed b. Hanbel Müsned’inde aktarıyor.
Ebû-Useyb anlatıyor:
Bir gece Peygamberimiz (s.a.) evime gelip beni çağırdı hemen çıktım, sonra Ebu Bekir’e gidip seslendi o da çıktı, sonra Öner’e gidip çağırdı o da çıktı; hep beraber ensârdan birinin hurma bahçesine gittik; sahibini çağırdı ve “karnımızı doyur” dedi; bahçe sahibi derhal bir hurma salkımı getirip ortaya koydu; Peygamberimiz (s.a.) ve arkadaşları hurmadan yediler; sonra soğuk su istedi ve içti; sonra da “Kıyamet gününde kesin olarak bunlar size sorulacak” dedi. Ömer (Allah ona rahmetini esirgemesin) hurma salkımını alıp yere vurdu, hurmalar Peygamerimize doğru dağılıp yuvarlandı; sonra “Ya Rasulellah, biz kıyamet gününde bunlardan sorumlu muyuz” dedi; Peygamberimizin cevabı şöyle oldu: “Evet; ancak üç şeyden sorgu olmaz: Örtülmesi gereken yerlerini örtecek bir giysi, açlığını giderecek bir parça ekmek, soğuktan sıcaktan korunmak için başını sokacak bir hücre (oda).”
Başa koyduğum âyetlerin ve hadisin meali apaçık, herkes kolaylıkla anlar; israfı, saçıp savurmayı yasaklıyor; israfçıların şeytanların kardeşleri olduklarını ifade ediyor; cimrilikle savurganlık arasında orta bir noktada olmayı emrediyor; gerekli harcamaları ve yardımları yapmamızı istiyor; yardım ve iyilik yüzünden yoksulluğa düşmekten korkmamızı ayıplıyor; asgari ihtiyaçlarımızı karşılayan mal varlıkları dışında kalan bütün varlıklarımızdan (nereden ve nasıl kazandın, nasıl harcadın, hakkını verdin mi.. diye) sorguya çekileceğimizi bildiriyor.
İsrafçılar ve saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir, ifadesi bana reklamcıları hatırlattı. Daha önce de reklamcılık aleyhine bazı şeyler yazmıştım ve tepki almıştım, şimdi, yine yazıyorum:
Benim anladığım İslam ticaret ahlakına göre, yalnızca ürünü tanıtmak vardır; tanıtırken de yalan, düzen, abartı, hile olamaz; ürün ne ise, özellikleri nelerden ibaret ise bunlar açıklanır, o kadar.
Şimdi soruyorum:
“Siz böyle reklamlara ne kadar rastlıyorsunuz?”
Eğer bazı reklamcılar bunu yapıyorlarsa bu meşru bir hizmettir.
Ama gerçek şudur ki, reklamcıların çoğu “açgözlü kapitalistlerin davulcularıdır.” Yalan söylerler, abartırlar, reklamda insanların zaaflarını sonuna kadar kullanırlar, insanları israfa tahrik ve teşvik ederler, elde bulunan ve pekala işi gören alet ve araçları atıp yenisini almaları için âdeta insanları ipnotize ederler…
Şüphesiz israfın, saçıp savurmanın tek sorumlusu reklamcılar ve gözü doymaz kapitalistler değildir; belki de baş sorumlu terbiye edilmemiş, İslam ahlakı ile yoğurulmamış nefislerdir.
Dünya âlem (özellikle zengin ülkelerin halkları) israftan kaçınırken, tasarruf ederken ve tasarruflar ile ülkeyi güçlendirirken, İslam ülkeleri ve biz israfın “parlak” örneklerini veriyor, tasarruf konusunda da yarışın arkasında nal topluyoruz.