Bir önceki yazımızda da ifade ettiğimiz üzere Filistin halkı işgalin reddi ve gasp edilen hakların geri alınması için direnişi tercih edince Siyonist işgal, uluslararası emperyalizmi ve bütün yerli işbirlikçileri de arkasına alarak Filistin halkına karşı kapsamlı bir savaş başlattı.
Bu savaş iddia edildiği gibi sadece Hamas’a karşı değil, onunla birlikte direnişi seçen bütün Filistin halkına karşıydı.
Bu savaşın birinci merhalesini “hisar” yani kuşatma ve ekonomik ambargo oluşturuyordu. Ambargo planı kademeli bir şekilde hayata geçirildi. ABD, daha önce Özerk Yönetim’e verdiği bütün ekonomik yardımları kestiğini açıkladı. Sonra Mahmud Abbas’a ve örgütüne, Hamas’la birlikte ulusal ittifak hükümetine girmemeleri şartıyla bu yardımları doğrudan onlara vereceğini bildirdi. Bu vaat amacına ulaştı ve önce söz konusu hükümete girme temayülü gösteren hatta bunun pazarlıklarına başlayan Abbas, ABD’nin vaadiyle birden karar değiştirdi ve hükümete girmeyeceğini bildirdi. Hamas’ın bazı bağımsız ortaklarla birlikte hükümet kurmasından sonra da işgal devleti Filistinlilerin ticaret mallarından alınan gümrük vergilerini bloke edeceğini ve Filistin hükümetinin hesabına devretmeyeceğini bildirdi. Ne kadar ilginçtir ki Gazze’nin kendi limanı olduğu ve deniz yoluyla gelen bütün ticari malların bu limana indirilmesi, kara yoluyla gelenlerin de Rafah sınır kapısından sokulması imkânı olduğu halde geçmişte Filistin adına anlaşmalara imza koyanlar deniz yoluyla gelen ticaret mallarının 1948’de işgal edilmiş bölgede yer alan Askalan limanına indirilmesi, kara yoluyla gelenlerin de Kerem Ebu Sâlim kapısından sokulması şartını kabul etmişlerdi. Buna göre ticaret mallarının tüm gümrük vergilerini işgalciler alıyor ve ay sonunda Filistin hükümetinin hesabına devrediyorlardı. Dolayısıyla işlerine gelmeyen birilerinin hükümete geçmesi durumunda devretmeme ve en önemli gelir kaynaklarından birini kurutma imkânını ellerinde tutuyorlardı.
Ambargonun ikinci merhalesinde ticaret mallarının girmesi tamamen engellenmeye başlandı. Üçüncü merhalesi ise Haziran 2007’de, Gazze’de anarşi çıkaran, işgal devleti hesabına saldırılar düzenleyen, cinayetler gerçekleştiren Dahlan çetesinin tasfiye edilmesiyle başladı. Bu merhalede artık Gazze’ye ilaç ve gıda maddeleri dâhil her şeyin girmesi, acil tedavi ihtiyacı olan ağır ve müzmin hastaların bile Gazze’den çıkışları engellenmeye başlandı.
Ambargo ve kuşatmanın amacı tercihini direnişten yana kullanan Filistin halkını teslim olmaya, diz çökmeye ve Siyonist işgali kabullenmeye zorlamak, direnişi kitlesel halk desteğinden mahrum bırakmak, yalnızlaştırmak ve böylece eli kolu bağlı hâle getirmekti. Halk desteğinden yoksun bırakılan direnişin marjinalleştirileceği ve kolayca muhasaraya alınıp etkisiz hâle getirileceği tahmin ediliyordu. Ama tahmin edilen gerçekleşmedi. Filistin halkı zorluğa ve işkenceye tahammül etti, ama Siyonist işgalin önünde diz çökmedi. Filistin toprakları üzerinde gayri meşru işgali meşrulaştırmaya razı olmadı. İşgale karşı kararlılıkla sürdürülen direnişi yalnız bırakmadı, bütün zorluklara rağmen ona desteğini sürdürdü ve sahip çıktı.
Savaşın ikinci merhalesini “nâr” ve “dimâr” oluşturuyordu. Yani ateş, saldırı ve yıkım. Bu merhalenin başlatılmasıyla birlikte savaşın birinci merhalesi sona ermiş olmuyordu tabii ki.
Kuşatma, ambargo ve ekonomik abluka bütün şiddetiyle devam ederken saldırı ve yıkım başlatılmıştı. Birinci merhaleden sonuç alınamayınca ona ilaveten ve ondan çok daha şiddetli etki yapması beklenen ikinci merhale başlatıldı.
İşgal devleti ve uluslararası Siyonizm hesabına çalışan, onun propagandasını yapan medyanın iddia ettiği gibi savaşın bu merhalesinin başlatılmasının sebebi Hamas’ın ateşkesi yenilememesi değildi. Bilindiği üzere böyle bir iddianın arkasına sığınarak Filistin halkının özgürlük mücadelesine öncülük edenleri suçlu çıkaranların arasında birtakım “muhafaza-kâr” medya organları ve yorumcular da vardı. İşin gerçeğinde bunlar Siyonizmin arkasında duran emperyalizmin medya cephesini oluşturuyordu ve kendilerine verilen görevi yerine getiriyorlardı. Gerçekte ise ateş ve yıkım merhalesinin planı önceden yapılmış, ambargo karşısında teslim olmayan halkın üzerine ateş yağdırılması önceden kararlaştırılmıştı. Ateşkesle ilgili numaralar ise sadece işe kılıf uydurmak amacıyla ve tamamen kurt – kuzu hikâyesinde olduğu gibiydi. Yani suyu bulandıran da “suyumu bulandırıyorsun” diyen de aynı taraftı.
Siyonist işgalci vahşette sınır tanımayarak büyük bir katliam ve yıkım gerçekleştirdi. Ama Filistin direnişi kararlılıkla mücadele ederek işgalciyi yenilgiyi kabul etmeye ve hedeflediklerinden hiçbirini gerçekleştiremeden çekilmeye zorladı.
Fakat savaş sona ermedi ve üçüncü merhalesine geçildi.
Önemli Bİr Hatırlatma:
Yolculuk öncesinde Diyanet’in sayfasına girerek gideceğim şehrin namaz vakitlerini çıkarıyorum. Tahran yolculuğu öncesinde bakınca, sıralamada İran adına yakın olması sebebiyle İsrail adı dikkatimi çekti. Şaşırdım. “İsrail de nereden çıktı, en azından Diyanet’in bizim kutsal beldemizi Filistin olarak isimlendirmesi gerekmez mi?” diye düşündüm. Bununla birlikte merak edip şehirlerine baktım. Kudüs’ün “İsrail” şehirleri arasında yer aldığını görünce kanım dondu.
Filistin ise listede hiç yok. Buradan “Yazıklar olsun!” diyorum. Filistin’de milyonlarca insan Siyonist işgali meşrulaştırmamak için kanlarıyla, canlarıyla mücadele ederken, bunca eziyete katlanırken bizim Diyanet’imiz Kudüs üzerindeki gayri meşru Siyonist işgali çoktan meşrulaştırmış! Tekrar Yazıklar olsun!
Diyecek başka bir şey bulamıyorum. Sadece okuyucularımı Diyanet İşleri Başkanlığı’nı duyarlı olmaya çağırmak için bir kampanya başlatmaya davet ediyorum.
VAKİT