Savaşın devlet tarafı

Ahmet Varol

Nijerya’da yaşanan olaylar Lübnan’ın Trablus şehrinde Nehru’l-Barid mülteci kampına yönelik olarak gerçekleştirilen operasyona çok benziyor. Lübnan’da tanınmış bir Hıristiyan gazeteciyle yaptığım görüşmede,

Nehru’l-Bârid mülteci kampına yönelik operasyonda gerekçe olarak kullanılan Fethu’l-İslâm adlı örgütün tüm ülkedeki mensuplarının sayısının toplam 250’yi geçmeyeceğini söylemişti. Müslümanların verdiği sayılar daha azdı. Ama Lübnan ordusu, bu örgüte karşı düzenlediğini ileri sürdüğü bir operasyonda 35 bin Filistinli mültecinin kaldığı Nehru’l-Bârid mülteci kampını tamamen yerle bir etti. İşte böyle bir operasyon ve yıkımın başlatılması için söz konusu örgüte mensup oldukları tahmin edilen 6 kişinin Trablus’ta gerçekleştirdikleri bir banka soygunundan sonra arabalarıyla Nehru’l-Bârid kampının içine kaçmaları bahane edilmişti. Oysa kampta ikamet eden mültecilerin söz konusu örgütle bir ilgileri yoktu ve örgütün izlediği politikayı da desteklemediklerini açıklamışlardı.

Nijerya’daki operasyon kısmen farklılık arz ediyor ama hedef ve icra yönünden büyük bir benzerlik olduğu görülüyor. Geçtiğimiz hafta sonunda Bauchi şehrinde bir polis merkezine saldırı düzenlendiğinin açıklanmasından sonra güvenlik güçleri ve ordu mensupları çevrede insan avına çıktılar. Pazar günü gelen haberlerde devletin silahlı elemanlarının, saldırıların organize edildiği noktaya peş peşe ceset taşıdıkları bildiriliyordu. Geç saatlerde yayınlanan haberlerde söz konusu polis merkezinde en az yüz elli ceset tespit edildiği söyleniyordu.

Çatışmaların sürdüğü iddiasıyla bölgede saldırılar devam etti. 29 Temmuz Çarşamba akşamı çatışmaların tarafı durumundaki Boko Haram adlı örgütün mensupları tarafından karargâh olarak kullanıldığı gerekçesiyle hedef alındığı bildirilen bir camide 200 kişinin katledildiği haber verildi. Ertesi akşam yani 30 Temmuz Perşembe akşamı örgütün lideri Muhammed Yusuf’un, gözetim altına alındığı yerden kaçarken öldürüldüğü açıklandı. Oysa bizzat güvenlik güçlerinin verdiği bilgiye göre bu kişi kıskaca alınınca teslim olmuş, öldürülmemesini, müsamaha gösterilmesini istemişti. Ama güvenlik mensupları onun bu talebini dikkate almayarak kaçmaya kalkışmasını bahane edip gözlerini kırpmadan üzerine kurşun yağdırmışlardı.

Anlaşıldığı kadarıyla hâkim sistem Boko Haram örgütü mensuplarını tutuklayıp yargı önüne çıkararak hesaba çekmekle uğraşmayıp toplu imha yoluyla tasfiye etmeye karar vermişti. Bunun için de bir polis merkezine yapılan saldırıyı gerekçe olarak kullanmış ve kısa süre içinde yüzlerce insanı katletmişti. İnsanların toplu halde bulundukları bir camiyi hedef almaktan bile çekinmemişti. Oysa bu caminin örgüt tarafından karargâh olarak kullanıldığı ileri sürülse de buraya sırf ibadet kastıyla gelmiş olanların bulunması da mümkündü.

Nijerya Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu bir ülkedir. Buna rağmen Müslümanların yönetimdeki ve bürokrasideki payları nüfus oranlarına göre bayağı düşüktür. Müslümanlar son yıllarda maruz kaldıkları bu haksızlığa son verilmesi için kitlesel mücadeleler veriyorlar. Bu mücadelelerin önemli kazanımları oldu. Her şeyden önce yönetim resmî istatistiklerde Müslümanların nüfus oranlarının % 68 olduğunu itiraf etti. Oysa yakın zamana kadar % 50 veya daha az olarak gösteriliyorlardı. Kuzey bölgedeki 12 eyalette kısmî şeriat uygulaması başlatıldı. Yani bu uygulama yönetimin bir ikramı değil Müslüman nüfusun mücadelesinin kazanımıdır. Şimdi bürokrasideki haklarının en azından nüfus oranlarına yakın olması için siyasi ve sosyal mücadele veriyorlar. Misyonerlik faaliyetlerinin önüne geçilmesi, misyoner teşkilatlarının okullarının yerine İslâmî eğitim kurumlarının yaygınlaştırılması için uğraşıyorlar.

Komplo teorileri üretmekten hoşlanmıyorum, fakat zikrettiğimiz çabaların sürdüğü sırada mezkûr olayların yaşanmasının da düşündürücü olduğu anlaşılıyor.

Bilimsel olarak, yağmurun denizdeki suların buharlaşmasıyla oluşan bulutların güneşin sıcağıyla ısınması sonucu indiğinin kabul edilmesi, bunun Allah’ın bir nimeti olduğunun inkârı anlamına gelmez. Doktora gidip onun yazdığı ilaçları yutmakla şifanın Allah’tan olduğunu inkâr etmiş olmuyoruz. Yapmamız gereken sünneti ilahiyi keşfeden bilimle, yaratılış gerçeğini ortaya koyan sahih itikadı çocuklarımıza birlikte vermek, bunu savunmaktır. Eğitimde bu ikisinin bir arada verilmemesi, ikinci kısmının eksik kalması sebebiyle de hemen tüfeği çekip, “sonu gelmeyecek” savaş ilan etmek gerekmiyor. Kitlesel mücadeleye destek verilmesi, bu mücadelenin sulandırılmaması daha güzel olmaz mı?

Gelişmeler ve sebep ne olursa olsun sonuçta o insanların mazlum olarak öldürüldüklerine inanıyor, Yüce Allah’ın kendilerine rahmet eylemesini, taksiratlarını affetmesini diliyoruz.

VAKİT