Suriye rejiminin attığı roketler, Türkiye’nin yaptığı misilleme ve akabinde oluşan “savaşa hayır” dalgasını analiz eden çok iyi yazılar kaleme alındı. Cengiz Çandar’ın “Türkiye-Suriye savaşı ne kadar uzak?” başlıklı (7 Ekim 2012) yazısı hükümeti eleştirenleri insaflı ve gerçekçi olmaya çağırırken, daha önceki yazısından bir alıntıyla durumu sarih bir şekilde açıklıyordu “Sadece “savaşa hayır” seslerinin yükselip, Suriye rejimi için tek bir cümle söylenmeyen bir ülkenin, Suriye’ye karşılığı “caydırıcılığı” da kalmaz. Öyle bir durum, “savaşa sürüklenmeyi” daha da kolaylaştırır. Savaşa karşı olanların asıl uyanık olmaları gereken husus bu...” Yıldıray Oğur’un aynı gün yayımlanan “Miss Turkey: Savaşa Hayır” yazısı ise oluşan savaşa hayır lobisinin tutarsızlıklarını ve sahte bir barış çağrısı sloganı altında gizlenen sinisizm ve duyarsızlığı afişe ediyordu. Bu yazıların üzerine açıkçası eklenecek pek bir şey yok.
Türkiye, beş vatandaşının katledilmesi üzerine gerekli diplomatik süreci izlemiş ve tatbik etmiştir. Bundan önceki jet hadisesinde itidalli davranan Türkiye, eğer bir muz devleti değilse, böylesi ve tekrar eden agresif ihlallere karşı zaten daha yumuşak ve Suriye’nin ihlallerini yok sayan bir tutum alamazdı. Bu noktada diplomatik süreci ve tezkereyi, gerilimi yükselten taraf olan Esed rejimi de, Türkiye kamuoyu kadar ciddiye aldığı takdirde zaten savaşa hayır temennilerimiz gerçek olacaktır.
Türkiye’nin Suriye ile savaşa girme niyetinin olmadığı aşikâr. Böyle bir niyetin olmaması da elbette isabetlidir.
Lakin savaşa hayır derken kastedilen olası bir Türkiye-Suriye savaşı iken, komşuda devam eden kanlı bir savaş için de aynı sloganı kullanmak, hem insanlık namına hem de bölgenin esenliği adına elzemdir. Suriye’deki iç savaş her gün yüzlerce insanın ölümüne neden olmakta, telafisi mümkün olmayan yıkımlara sebebiyet vermektedir. Bu savaşı sona erdirmenin şu an için yegâne yolu ise muhalifleri silahlandırmaktır.
Krizin en başından beri iyi planlanmış bir uluslararası müdahalenin gerekliliğini vurgularken, muhalifleri silahlandırmanın uluslararası toplum için en az maliyetli ancak Suriye için oldukça kanlı bir çözüm olduğunu söylüyorduk. Ne Amerika, ne İsrail ne de Batı koalisyonu Suriye konusunda duyarlılık gösterdi. Mevcut savaşı engellemek ve sona erdirmek için yapılması gerekeni yapmadı. Sonuç itibariyle Suriye muhalefetinin uluslararası müdahale beklentisi karşılık görmedi ve muhalefet kendi bildiği yollarla Esed’i devirme yoluna gitti.
Uluslararası müdahalenin masada bir ihtimal olarak durmadığını anlayan muhalefet, bu işi bitirmek için şu an kendilerine ağır silahların tedarik edilmesini istiyor.
Gelin tekrar Suriye’deki duruma bir göz atalım. Muhalifler Suriye’nin yüzde 70’ine hâkim durumda. Halep savaşı devam ediyor, iki taraf da üstünlük sağlayamıyor. Esed’in köyünde (Kardaha) bile muhalif unsurlar çıkmış durumda. Muhalefet 60.000 savaşçılarının olduğunu ancak bu savaşçılara yeterince silah sağlayamadıklarını söylüyor. Muhaliflerin silahlandırılması gerektiğini açıktan söyleyen iki ülke var: Katar ve Suudi Arabistan. Bu iki ülke bile Amerika’nın telkinleri nedeniyle muhaliflere ağır silah sağlamak konusunda isteksiz.
Suriye’de işler artık iki sene öncesine dönmeyecek, burası kesin. Esed gidici, bu bir gerçek. Ancak arkasında Rusya ve İran desteği olan Esed’e karşı muhalifler yalnız bırakılırsa hâlihazırdaki kanlı çıkmaz yıllarca devam edebilir. O takdirde hem Suriye halkının hem de Türkiye’nin çıkarları bu süreci hızlandırmaktan geçmektedir.
Suriye’de diplomasi adı verilen ancak gerçekte uluslararası kamuoyunun vakit kazanma ve oyalama stratejisi olan süreç bir yıldan fazla süredir denendi. Bu kriz için diplomatik bir çözüm yok artık. Ya muhalefet ile Esed arasında devam eden ağırçekim savaşı izlenmeye devam edilecek, ya da zaten gerçekleşecek olan bir son hızlandırılacak ve muhalefet silahlandırılacak.
“Suriye’de akan kan durmalı” demenin bedelini “savaş çığırtkanlığı” yapmakla itham edilerek ödediğiniz bir ülkede bunu söylemek kolay değil, evet. Sloganların, aklın ve vicdanını sesini bastırdığı bir atmosferde siyasi doğruculuk maskesi altında net tavır almamak geçer akçe, evet. Ancak barış için risk almayacaksak, ne için alacağız?
Bazı durumlarda barış bir hareketsizlik durumu ile görünmez elin getireceği bir durum değildir. Ruanda, Bosna ve Kosova örneklerinde bunu görmedik mi Bazen barış slogan ve dengecilik değil, mücadele ve müdahale ister...
P.S. Geçen hafta yaptığım Edward Said girizgâhının devamı olan “Arap liberallerinin Said eleştirisi” yazımı gündem nedeniyle bu hafta yayımlayamıyorum. Lakin bu konuda yazmaya devam edeceğim.
cerenkenar@gmail.com
TARAF