‘Savaş ve Siyaset', Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Bu Pazar günü, birkaç noktaya değinelim:

1- Anamuhalefet’in lideri ve sözcülerinin, ‘Bizim askerimizin tırnağının ucundan kesip attığı bir parça bile bütün Suriye’den daha değerlidir.’ şeklindeki sözü çok matah bir şeymiş gibi geçen hafta boyunca sık sık dile getirmeleri sorgulanması ve utanılması gereken bir yaklaşımdır. KK ve adamları, yürekleri elveriyorsa, aynı sözü, Suriye için değil de, o ülkeye yarım asırdır zorla tahakküm ve zulmeden Baas PartisiEsed Hanedanı ve Beşşâr Esed’in şahsı için söylesinler. Ama, dilleri varmaz ona bir olumsuz söz söylemeye.. Onlar, yıllardır Beşşar Esed’in ideolojik ve itiqadî dünyasına yakınlık besleyerek, onun için dertleniyorlar ve sadece son 9 yıl boyunca yüzbinlerce, hattâ 1 milyonu bulan insanın ölümüne ve ülke nüfusunun yüzde 40’ına yakın kitlelerini, yerlerini yurtlarını terketmeye veya Türkiye ve diğer ülkelere sığınmaya mecbur eden bir zulüm mekanizmasının yöneticileriyle ve ‘Beşşâr Esed’le barışılması’ çağrısında bulunuyorlar.

KK. son olarak da gazeteci S. Öztürk’ün sunduğu bir tv. programında, ‘Esed’in askerlerinin, İdlib’de ‘Gözetleme Noktaları’ndaki TSK askerlerini koruduğu’nu bile iddia edebilmiş.. Şu son 36 askerin katledilmesi de o ‘nâzik koruma’nın bir sonucu olsa gerek..

Bir insan, hele de partisinin lideri konumunda olan bir siyasetçi, içinde olduğu ülke ve halkın temel değerlerine ancak bu kadar yabancı ve aykırı bir noktada olabilir.

***

Suriye ülkesi bizim 400 yıl iç-içe yaşadığımız bir diyar olup, bizim bugünkü camiamızdan belki onbinlerce ailenin geçmişi de, (Suriye değil) o zamanki ismiyle Bilâd-ı Şâm şehirlerindendirler veya oralarda doğmuşlardır. (N. Hikmet bile, ‘Otobiografi’ şiirinde, ‘Üç yaşında Haleb’de Paşa torunuydum..’ der.)

Evet, Suriye halkının sadece yüzde 12 kadarı Esed Hanedanı’nın da mensubu olduğu ve Nusayrî denilen bir taifeden ve yüzde 5 kadarı da hristiyan unsurlardan oluşmaktadır. Yüzde 80’i ise, sünnî Müslüman’dır. Belki yüzde 1’i bile bulmayan bir şiî Müslüman grup da vardır.

Bu arada belirtelim, sosyal medyada, Suriye rejiminin bazı askerlerinin öldürüldüğü sahnelerin fotoğraf veya film görüntülerini paylaşan bazıları, o resimlerin altına ‘Nusayrî kafirler..’ diye yazıyorlar. Ancak, Nusayrîler en başta Beşşar Esed olmak üzere, el’an da emn-u eman içindeler şimdilik.. O askerlerin hemen tamamı, bilerek/bilmeyerek, Suriye’nin Müslüman halkının çocukları.. Onları emperial ve şeytanî güçler ve onların kuklaları kendi emelleri için kullanıyorlar. (Sadece şunu hatırlayabiliriz: Evvelki gün, 23. Yıldönümü’nü andığımız ve başındaki anlı-şanlı generallerinin ‘1923’den beri hep vardı..’ dediği ‘28 Şubat 1997 Askerî Darbe Zorbalığı’nı yapanlar, tepedeki birkaç zamâne fir’avunu değildi; Müslüman halkın içinden askerler, polisler, memurlar ve diğerleri Müslüman halkın içinden kimseler’di. Bizim bir başka faciamız da bu.. Bu durum başka ülkeler için de böyle.. Evvelki gün Anadolu câmilerinde Cuma hutbelerinde askerlerimizin muzaffer olması için dualar edilirjen, Suriye câmilerinde de benzer dualar Baas rejimi ideolojisinin ve Beşşar Esed’in askerlerinin zaferi için yapılıyordu.

Dahası, 1980-88 arasında cereyan eden ve bir milyona yakın insanı yutan İran-Irak Savaşı sırında Saddam’ın Irak Ordusu’nun en azından yüzde 80’i şiî müslüman halkın çocuklarından oluşurken, iki tarafın askerleri de birbirlerine, ‘Allah’u Ekber’ ve ‘Yâ Huseyn!’ diye saldırıyorlardı.)

DÜŞMAN ÇİÇEK GÖNDERMEZ, GÖNDERSE BİLE BİR TUZAK VARDIR.

2- TRT haberlerinde ve diğer haber bültenlerinde sık sık Suriye rejiminin ‘hain ve alçakça saldırısı’ndan söz ediliyor. Düşman çiçek göndermez, çiçek gösterdiği zaman bile bir tuzak olarak gönderiyordur. Hainlik, bir toplumun içindeki kişi veya grupların o ülke aleyhine ve düşmanla işbirliği yapmaları halinde kullanılır.

Bu açıdan bakıldığında gönül ister ki, bu günkü hassas durumda Ankara’daki Meclis’te üyesi olan hiçbir parti ayrı yönde baş çekmesin.. Ama, ‘Beşşar Esed’le barışılsın..’ diyen Anamuhalefet Partisi bile, dört parti içinde yer alırken, HADEP’in ısrarla o partilerin etrafında birleştiği bir beyannâmeye bile imza atmayacak kadar ayrı bir dünyada olduğunu hissettirmeye çalışması esef vericidir.

Onun katılmasıyla daha güçlü olunmayacaktı belki, ama, o bugün, ayrı bir güç odağı havasında ve Suriye rejiminin yanında yer aldığını ortaya koymakla, kendi durumunu an anlamaz gözükenlere bile anlatan noktaya gelmiştir.

Bu satırların sahibi, inancının gereği olarak hiçbir etnik/ kavmî unsur hakkında fark gözetmez ama, inanmaktadır ki; birileri, müslüman kürd halkının temsilcisi olduğu iddiasıyla uluslararası emperial ve şeytanî güç odaklarının kurdukları oyunların içinden iktidar devşirmek hayaliyle başka hesapların içindeler.. Ümid ve temenni edilir ki, müslüman kürd halkının büyük ekseriyeti bu oyuna gelmesin..

***

3-Suriye rejiminin hele de son 10 yıl boyunca daha bir Rusya’nın ve de İran’ın manyetik çekim alanında , onlar tarafından oynatıldığı ortada.. İran medyası Türkiye’yi, tıpkı Rusya’nın yaptığı gibi, ‘İdlib’de teröristleri desteklemek’le suçluyor.

Türkiye de İdlib’de Suriye rejimini oynatanların, aslında terörist güçleriyle orada bulunan İran ve Rusya’yı suçluyor. Bütün taraflar kendi durdukları yere ve kendi varmak istedikleri hedefe göre değerlendirmeler yapıyorlar, tabiatiyle.. Rusya, Türkiye askerî mevzilerine yapılan son saldırıda kendisinin hiç dahlinin olmadığını söylüyor. Rusya ise, Türkiye’yi NATO dünyasından daha da uzaklaştırmak için baskılarını sürdürüyor.

İran ise, Türkiye askerî birliğine, Rusya’nın saldırdığını söyleyerek, Beşşar Esed’i korumayı ve Rusya ile Türkiye’nin birbirine daha sert tavırlar takınmasını hedefleyen yorumlar yapıyor; İnkılab Muhafızları Ordusu’nun internet sitesi olan ‘tabnak’da..

NATO ve onun başı olan USA emperyalizmi ise, Türkiye’ye sadece, ‘Müttefikimizin yanındayız..’ diye sözlü destek lafları ediyorlar, ama, Türkiye’nin, kendi kucaklarına geçmişte olduğu gibi itirazsız oturmasını temin etmeye çalışıyorlar.

Evet, savaş ve siyaset, aynı hedefe varmak için farklı silahlarla yapılan eylemler ve mücadeleler manzûmesidir.

VE, ‘CORONAVİRUS’ KARŞISINDA GÖSTERİLEN ‘ŞİFÂ’ VE ‘ŞİFAHÂNE’LER!!

4- ‘Coronavirus’ denilen bir illetin Çin’in 50 milyon nüfuslu küçük (!) bir eyaletinden başlayıp, sıradan bir ‘epidemik/ salgın’ hastalık boyutunu da aşarak, kısa sürede bütün dünyaya yayılması, ‘pandemik /kıtalararası’ bir bulaşıcı hastalığa dönüşmesi dünyayı dehşete düşürdü. Bu arada, Çin’den sonra en fazla etkilediği ülke İran oldu ve Çin’den sonra en fazla ölümün (40’ı aşkın) bu ülkede meydana geldiği görülüyor. Bu arada bazı m. vekilleriyle diğer üst derece sorumlular ve hattâ C. Başkanı Yardımcısı Mâsume İbtikar hanım da bu hastalığa yakalandı.

Bu arada, İran’ın Azerbaycan eyaletinden ve seçkin ulemâdan, (Huccetülislâm) unvanlı Seyyid Hâdi Husrevşahî de aynı hastalık sonunda dünya hayatına vedâ etti.

Hâdi Husrevşahî’yi, mezheb taassubuna düşmeden bütün Müslümanların ve de insanlığın temel meseleleriyle ilgilenen ve geniş ufuklu düşünen bir müslüman olarak tanımıştım ve bu âşinalığımız hasebiyle, uzuuun yıllar süren boyu her karşılaşmamızda İslâm Milleti’nin tamamının mes’eleleri etrafında sohbet ederdik. Genç bir ‘molla’ olarak Vatikan’a İran Büyükelçisi olarak gönderildiğinde son derece isabetli bir vazifelendirme yapıldığında sevinmiştim. Çünkü o vazife için nezaket ve fikrî zarafetiyle ve geniş ufuklu tefekkürüyle, o vazife için ‘biçilmiş kaftan’ idi.

Bu aziz Müslümana, ebedî âleme doğru yeni çıktığı yolculuğunda rahmetler diliyorum.

***

Bu vesileyle, belirtmeden geçmiyelim ki, ‘coronavirus’ kaynaklı hastalığı önleyebilmek için, her gün binlerce insanın dolup taştığı, Meşhed’deki İmâm Rızâ Türbesi’yle Qum şehrindeki türbelerin geçici olarak kapatılmak istenmesi üzerine, ‘ulemâ’dan bir kısım ünlü ve seçkin ‘molla’ların, ‘Bu ziyaret mekânlarının Cennet’ten bir köşe gibi olduğu ve buradan hastalık bulaşmıyacağınıa, tam tersine hasta olanların buradan şifa buldukları’na dair beyanlarını üstelik de videolarla dünyaya yaymaları karşısında şaşırmamak elde değil..

Sonra da, yeni nesillerin ateizme doğru gittiğinden yakınılıyor.. Merhûm Muhammed İqbâl’in 100 yıl öncelerde dile getirdiği görüşleri tekrar hatırlamanın tam zamanı : ‘Günümüz mollalarından niceleri, kâfir üreten mü’min durumundadırlar.’