Savaş ve barış

Ahmet Altan

Aslında savaş, barıştan çok daha net bir durumdur.

Düşman bellidir, amaç da belidir.

İnsanın ölmesine aldırmıyorsan, “acaba bu çocukların kurtulması için bir yol var mıydı” diye soracak bir vicdanın yoksa savaştan iyisi yoktur.

Senden çok uzaklarda olan, sana bir zararı dokunamayacak “düşmanına” verip veriştirirsin, düşmana en iyi hakaret eden en kahraman olur.

Falih Rıfkı’nın anlatımıyla söylersek, “cephede her çocuk öldüğünde senin göğsünde bir madalya pırıldar.”

Gerçek kahramanlar toprağa ve unutulmaya bırakılırken sen şan şöhret kazanırsın.

Hatta oy bile kazanırsın.

Alçalmak, alçaklaşmak, çocukları ölüme yollamak seni yeni makamlara, yeni mertebelere yükseltir.

Alçaldıkça yükselirsin.

Vicdanı olmayan insanlar için savaş muhteşem bir fırsattır.

Barış öyle değildir ama.

Çok daha zordur, karmaşıktır.

Onca zaman savaşmış olanlar barıştan en kârlı çıkmak isterler, bedava kahramanlık arayanlar seni “hain” ilan ederler, kimse tam memnun olmaz, savaş boyunca ruhu intikam isteğiyle dolanlar sana kızarlar.

Her adımda bir engelle karılaşırsın.

Bütün bunlara rağmen direnirsen çocukları kurtarırsın, insanları huzura kavuşturursun, toplum ve tarih sana ödülünü verir.

Ama barış elde edilene dek çok hırpalanır ve yaralanırsın. Onun için ucuz politikacılar savaşı barıştan daha çok severler.

Şimdi ülkemizde bir barış hareketi başladı.

Politikacılığın en sefil örnekleri de bununla birlikte tedavüle girdi.

Hiçbir çözüm önermeyen, ırkçılığa, ilkelliğe sıkı sıkıya yapışmış, hamasetin en kanlı, en sefil örneklerini diline pelesenk etmiş politikacı tayfası, akan kandan kendine biraz oy derlemek için her rezilliği deniyor.

Barışın öncülüğünü üstlenmiş olan AKP bir yandan hayatın da zorlamasıyla ileriye doğru hamle yaparken, bir yandan da karşılaştığı saldırılarla oy ve güç kaybetmemek için dengeli davranmaya çalışıyor.

Bu aşamada “çok dengeli” olmaya çalışmak hem ülke için hem de “barışın öncülüğünü” üstlenmiş parti için tehlikeli sonuçlar verir.

Çünkü “barışın” ödülü, uzun yolculuğun en sonundadır, barışı sağlarsanız o güne kadar savaşın acısını çeken toplum, barışın ne olduğunu görür, barışın getirdiği huzur ve zenginliği fark eder ve sizi ödüllendirir.

Ama “barış yolunda” ödül ararsanız bulamazsınız.

O yola çıktıktan sonra yapılabilecek tek şey kararlı biçimde barışa doğru yürümektir.

Eğer o kararlılığı gösteremezseniz, barışı elde edemezseniz, o yolda yürürken aldığınız yaraları iyileştirecek ve lehinize çevirecek tek imkân olan barıştan yoksun kalır ve ezilirsiniz.

O yola çıkan ya hedefe varır, barışı sağlar ve ödülünü kazanır ya da hedefine varamaz ve ufalanır.

Arada bir sendeleyen, tedirginleşen, denge aramaya çalışan AKP’nin ciddi bir yardıma ve desteğe ihtiyacı var.

Bu toplumun vicdan sahibi insanları AKP’nin bu girişimini açıkça destekliyor ve bu insanların sayısı da epey kalabalık.

Ama siyaset sahnesinden de destek gelmesi gerekiyor.

Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, çoğunun evladı dağa çıkıp asker tarafından öldürülmüş insanların karşısında, “askere sıkılacak kurşun bana sıkılsın” dedi.

Sonra da ekledi, “devlet de, gerillaya sıkılacak kurşun bana sıkılsın desin.”

Baydemir’in sözleri barış girişimini çok kuvvetlendirecek.

Şu aşamada benim görebildiğim kadarıyla en önemli şey, “barış yolunda bir mutabakat” sağlamaktır, o mutabakat sağlandıktan, o irade beyan edildikten, toplumda destek bulunduktan sonra adımlar daha kolay atılacaktır.

Şimdilik AKP bir “barış iradesini” seslendiriyor, bunun içini doldurmakta zorlanıyor, anayasa değişimini iki yıl sonraya bırakıyor.

12 Eylül anayasasıyla bu ülkede ne Türklerin ne Kürtlerin mutlu olması mümkün, bu askerî anayasayla köklü bir barış da olmaz ama barışın ilk adımları en zor olanlarıdır, bu dönemde “iradeyi” kuvvetli tutmak bile büyük aşamadır.

Bu barış olacak.

Bunun aksi mümkün değil, hayat ve tarih Türkiye’yi barışa zorluyor.

Baydemir büyük bir adım attı.

Umarım “devletten” biri de aynı cesareti gösterip “dağdaki çocuklara sıkılacak kurşun bana sıkılsın” der.

Biliyorum benim bir önemim, sözümün bu işlerde bir değeri yok ama gene de Baydemir’in sözlerini tekrarlamadan, içimden geçeni söylemeden duramayacağım.

Askere de, dağdaki çocuklara da sıkılacak kurşun bana sıkılsın.

Yeter ki şu çocuklar kurtulsun.

TARAF