“Savaş Ölünce Değil, Düşmana Benzeyince Kaybedilir”

Başkasına benzemeye çalışmak varoluşsal bir meseledir ve sonuçta kimliğin yok olmasına müncer olur.

Ötekine Benzeme Psikolojisi / Faruk Beşer
Yeni Şafak

Benzeme, benzeşme ve benzemeye çabalama. Bunlar aynı şeyler değil. Bir insan doğal olarak ve pek çok açıdan diğer insanlara benzer. O halde diğer insanlar da ona benzerler. Bu ikisi de doğal olduğu için bunlarda bir problem yok. Ama birisi giyiminde kuşamında, konuşmasında, saçında sakalında, süslenmesinde, yemede içmede, kullandığı eşyada, kısaca yaşama biçiminde, yani kültüründe başkası gibi olmaya çabalarsa bunun psikolojik çözümlemesi yapılabilir. Bu doğal olmadığına göre iyi de olabilir kötü de.

Hal ve harekâtıyla örnek olmuş birisine benzemeye çalışma, bir süre sonra ondaki özellikleri edinme anlamına gelebileceği için bir ölçüde iyi sayılır. Buna rağmen Kur'an-ı Kerim'de ya da Resulüllah'ın hadislerinde falancaya benzemeye çalışın diye bir teşvik yokken, filancaya benzeyene Allah lanet eder diye pek çok sakındırma vardır. Çünkü başkasına benzemeye çalışmak varoluşsal bir meseledir ve sonuçta kimliğin yok olmasına müncer olur. Bu sebeple beşerin en yüce örneği olan Resulüllah Efendimiz için bile ona benzeyin denmez de, onu örnek alın denir. Onun 'üsve' olması bu demektir. O müminlerin örneğidir, mümin kendisini o örneğe göre oluşturmaya çalışır. Kendine ondaki özelliklerle yeni bir varoluş arar.

Resulüllah (sa) “kim kime benzemeye çalışırsa ondandır” buyurur. Benzerse değil de, benzemeye çalışırsa. Çünkü benzemenin doğal sınırları vardır ve doğallığı ölçüsünde normaldir. Benzemeye çalışma ise küçüklüğü, eksikliği, diğerine muhtaç olmayı akla getirir. Bilinçaltında ondaki özellikler bende olmadıkça ben eksiğim, o bu özellikleriyle mükemmeldir, ben de onun gibi olursam eksikliğimi gidermiş olurum diye hissedilir. Ve benzemeye çalışma, yaşama biçimini diğerine uydurma, onun gibi yaşama anlamına geldiği ve yaşama biçimi de inanmayı etkilediği için birisine özenen, ona benzemeye çalışan yavaş yavaş onun gibi inanmaya başlar. Bu özentisi olmadan önce kendisinde var olan özellikleri kaybeder. Sonuçta onun gibi olur, ondan olur. Hadisi şerifin bize anlattığı bu olsa gerek. Yani nasıl yaşıyorsanız öyle inanırsınız. Bu sebeple kültürün hafife alınamayacağını söylemiştik. Batı kültürünü benimseyip te, tam müslüman bir birey olamazsınız.

İbn Haldun'un, mağluplar galipleri taklit eder sözü meşhurdur. Bu açıdan taklit bir defa mağlubiyeti peşinen kabullenmek demektir. Bu aynı zamanda kişilik meselesidir. Kişiliğin çok erken yaşlarda oluştuğunu söylerler ama bu tamamen olup biter anlamına gelmemelidir. İnsan ölünceye kadar kişiliğine katkı yapmaya devam edebilir. Çünkü pedagogların ya da psikologların kişilik büyük ölçüde tamamlanır dedikleri bu altı yedi yaş zaten çocuğun kendi kişiliğini oluşturma adına bir şey yapma iradesine ve kudretine sahip olmadığı yaştır. O halde bu durum insanın kendi kişiliğine hiçbir katkı yapamayacağı anlamına gelir ki, o zaman kimseden kişilikli olmasını istemenin bir anlamı kalmaz.

Oysa başkasına benzemeye çalışıp çalışmamak insanın elindedir. Benzemeye çalışmak kişiliği bastırıyor, benzememek geliştiriyor ve özgüven veriyorsa demek ki, insan kendi kişiliğini geliştirebilir. Bunu kendimiz de hissedebiliriz.

Baştan ayağa grand tuvalet giydiğimizdeki hissedişimizle alelade giydiğimizdeki hissedişimiz farklıdır. Bir subay ya da bir polis resmi üniforması içinde kendini daha güçlü hisseder. Çünkü arkasında o üniformanın temsil ettiği otorite vardır. Sokakta sakalla dolaşmanızla spor elbise ve tam tıraşlı dolaşmanız size farklı duygular hissettirir, sorumluluk yükler, ya da sorumluluğunuzun bulunmadığı hissini verir. Kravatlı olduğunuzda farklı, sarıklı olduğunuzda farklı şeyler hissedersiniz. Giyim kuşam bir bakıma kişiliğin sonucu, kimliğin başlangıcıdır.

Bir kadın, erkek gibi giyindiğinde farklı, kadın gibi giyindiğinde farklı hissedişler yaşar. Erkek de öyle.

Allah'ın Resulü buyuruyor ki, “kadınlara benzemeye özenen erkeklere ve erkeklere benzemeye özenen kadınlara Allah lanet eder”. Bunu dediğimizde burun kıvıranlar olur, ama buna Batılı bir yazardan örnek verirsek bilimsel konuşmuş oluruz.

Bir radikal feminist Andree Michel'in Feminizm adlı kitabında şu anlamda bir cümle okumuştum: “Kadının maksimum kadın, erkeğin de maksimum erkek olabilmesi için birbirlerinden olabildiğince farklı olmalıdırlar”.

Yine ilahiyatçıdan skandal sözler, diye başlık atanlar olacak ama bendeniz düşünce özgürlüğü hakkımı kullanarak şu kanaatimi söyleyeceğim: Batı toplumlarından başlamak üzere hem eşcinselliğin, hem de transseksüelliğin bütün dünyada artış göstermesinin ve başa çıkılamayınca da bunun artık hastalık olarak görülmeyip kabullenilmeye doğru gidilmesinin temelinde cinsler arasındaki farklılığın ortadan kaldırılması vardır. Çocukların oyuncaklarına varıncaya kadar.

Aliya ne diyordu “Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir”.

İslam Düşüncesi Haberleri

Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı
Yaratılış gayesinden uzaklaşan insan huzurlu olamaz!
Öncelikli hedef neden tağuti otoritedir? Ve asabiye gündemleri geri itilmelidir!