Savaş Karşıtlığı Söyleminin Tutarlılık Sorunu

Yazısında savaş karşıtlığı söyleminin ideolojik ve tutarsız boyutuna dikkat çeken Yasin Aktay, bu zihniyetin “Savaşa hayır” derken bile savaşa özgü naralar atma çelişkisine düştüğünü söylüyor.

Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan konuyla ilgili bugünkü (7 Şubat 2018) yazısı şöyle:

Elinde Silah Dilinde Öfkeli Barış Sözcükleri

Savaş karşıtlığının ne kadar sahte, ikiyüzlü, tutarsız bir ideolojik söylem olduğunu yazmıştım. Bu yazım kendilerini “savaş karşıtı” olarak takdim edenleri fena halde öfkelendirmiş.

Öyle bir öfkelendirmiş ki, ellerine geçsem herhalde canımı zor kurtarırım.

Dillerinden dökülen çirkin ifadeler, hakaretler ve hemen her birinin profilindeki savaşkan biyografilere bakıldığında, aslında söylediklerimizi ispatlamak için başka bir veriye ihtiyaç duyulmaz.

Hepsi de o kadar kindar, hepsi o kadar nefret dolu ve şiddete meftun bu sözümona savaş karşıtları, savaş karşıtlığı ideolojisini sadece kendi kirli ve ikiyüzlü savaşları için ucuz bir malzeme olarak kullandıklarını yeterince açığa vuruyorlar.

“Savaşa hayır” derken bile savaşa özgü naralar atarak saldırıyorlar. Barış derken bile kavgaya azgın bir şehvetle atılıyorlar. Bu saldırgan söylemden bir empati, bir barışçıl yaklaşım sadır olması mümkün mü?

Oysa bizim de söylediğimiz tam da bu değil miydi? Savaş karşıtlığı en iyi ihtimalle dünya gerçekliğinden bihaber bir naif bir söylem. Bugün karşımıza çıkan şekliyle ise genellikle savaşan, üstelik haksızca savaşan bir tarafın ucuz bir psikolojik savaş silahıdır.

Hayatım boyunca bu tür ucuz silahlara tamah etmedim. Adım gibi biliyor ve görüyorum ki, bu söylemlere genellikle haksız ve saldırgan taraflar, zayıf oldukları anda veya konumda başvururlar.

Nitekim, bugün bu söyleme en fazla rağbet edenler PKK ve PYD’ye sempatik kesimler. Yıllarca PKK ve onun siyasi uzantıları, dillerinden “barış” sözcüğünü düşürmedi. Elinde silah, o silahın namlusunda masum insanların kanı, ama dilinde sürekli zikir eder gibi barış var. Barışa çok uzakmış gibi. Oysa barış kendisine bir adımlık mesafede oldu hep. Elindeki silahı bırakması, önüne açılmış genişçe siyasi alana dalıp zaten kendisini kucaklamaya hazır Türkiye toplumuna karışması barışa ulaşmak için yeter de artardı bile.

Oysa dilinden düşürmediği barışın geçekleşmemesinin tek sebebi kendisinden başkası değildi. Türkiye’de hükümet geçmiş yılların muhtemel yanlışlarını itiraf ederek kendilerine “çözüm süreci” gibi siyaseten son derece riskli, cesur ve barış dolu bir adım attı. Kendilerinden beklenen tek şey silahları bırakmalarıydı. O silahı bıraksalar o ölesiye aşık oldukları izlenimi sahtekarca verdikleri barışa kavuşmuş olacaklardı.

Oysa onlar bu fırsatı bile bu esnada çok daha fazla kız ve erkek çocuğu, genci, silahlandırarak dağa çekmek üzere kullandı. Bu kadar barış düşkünü idiyseniz, taaa ayağınıza kadar gelmiş bu barış fırsatını niye teptiniz?

Bu kadar barış düşkünü idiyseniz, o kadar çoluk çocuğu, insanı neden silahlandırdınız? O çukurları oyun olsun diye mi kazdınız?

Barışa bu kadar aşıksanız, Amerika’nın verdiği 5000 tır ve 2000 uçak kargosu dolu silahla ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Gelin dürüst olun. Savaşacaksanız da adam gibi savaşın. Öyle sıkıştığında barış, demokrasi, kardeşlik gibi lafların arkasına saklanarak ağlamayın, onları da birer zehirli oka çevirerek kalleşçe savaşmayın. Varsa kininiz onu süslü lafların arkasına saklamayın. Adam gibi ne düşünüyorsanız, ne hissediyorsanız onu söyleyin.

Müslüman olarak elbette temel arayışımız barıştır, insanlar arasında sulhun, selamın ikamesidir. Bizimle savaşmayanlarla, bize haksızlık etmeyenlerle savaşmamakla, kimseye haksızlık etmemekle emrolunduk. Nihai arayış ve hedef barış (selam, İslam) olsa da, dünyanın gidişatı hakkında da gerçekçi bir bilgi ve öngörüyü gözardı etmemek lazım. O da dünya var oldukça insanlar arasında haksızlığın, zulmün, gasp ve hak ihlalinin yok olmayacağıdır. Hukuku kaim kılabilmek içinse zorunlu şart, yaptırım yapabilecek bir güce sahip olmaktır.

O yüzden Kur’an-ı Kerim’de “müminler arasında iki grup birbirleriyle savaşırsa aralarını bulmaya, onları uzlaştırıp barıştırmaya çalışmak” buyurulur. Ama aynı ayetin hemen devamında, “şayet bu gruplardan birisi haksızlık edip barışa yanaşmazsa, ona karşı diğer tarafla bir olup ona karşı savaşmak” da emredilir (Hucurat 9).

Burada “mutlak barışçılık” anlamına gelebilecek bir yaklaşım yok. İnsan gerçekliğinin farkında olmaya ve ona göre hazırlıklı olmaya bir davet var. Birilerinin haksızlık etme ihtimali her zaman var ve bunu tarih boyunca, hayatımız boyunca tekrar tekrar yaşayarak görüyoruz. İhtilafa düşen taraflar arasında adalet ve ölçü ile barışı aramak lazım. Haksızlık üzere kurulacak bir barış, potansiyel olarak daha büyük sorunlar doğurur.

Bugün barış kelimesinin üstünü dünyanın savaş manyağı haydutları kapatmış durumda. Belli ki onların dilinde barış, sadece haklı savaş verenlere karşı işleyen etkili bir silah gibi görülüyor.

Yorum Analiz Haberleri

“Esed’in düşüşüyle Rusya 'süper güç' olmaktan çıktı”
Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango