“Şuyuu vukuundan beter” işlerle harmanlanan tuhaf zamanların şahidi oluyoruz. Gösteriş ve israfın kıyasıya yarışa girdiği, iktidarı adaletin tesisiyle değil korku salarak yükseltmenin maharet sayıldığı kalbi sökülmüş bir çağın tam ortasındayız. Bünyede yaşanan çürüme tanımlı (dış) düşmandan bin beter acımasız ve yıkıcı sonuçlar üretiyor.
Şecerelerini ve sabıkalarını gayet iyi biliyor olsak da yapıp ettiklerine hayret etmemek, şaşırıp öfkelenmemek mümkün değil. Saltanat ve şatafat tutkusu akılları ve vicdanları tümden iptal etmiş, Allah’tan korkma ve kullarından utanma duygularını ise akıl ve kalplere hiç girmemişçesine yabancı kılmış. Şeytan işledikleri günahları sahiplerine öylesine güzel süslemiş ve sevdirmiş ki övünç ve gururla arşınlayıp duruyorlar.
Ucuzluk Müzayedesinde Satılan Saltanat
Suudi Arabistan’ın geçmişini belirleyen karanlık ve kirli pek çok siyaseti şöyle ya da böyle biliyoruz. Ancak mevcut işleyişte ortaya çıkan şeyler işbirlikçi ve rezil pozisyonu teyid etmekten öteye katlayarak arttırıyor maalesef. Son beş yılın icraatlarına kısa ve kuşbakışı bir şekilde göz atmak dahi yeterince ibretlik manzaralar sunuyor. Suudi Arabistan Krallığı Mısır’da İhvanı Müslimin’in seçimle gelen iktidarını yıkmak üzere Birleşik Arap Emirlikleri’yle beraber Sisi Cuntasını askeri darbeye teşvik edip destekleyerek korkunç bir yıkımın startını verdi. Amerika ve Avrupa siyasi Sisi darbesine meşruiyet zemini inşa ederken Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri iktisadi ve toplumsal ilişkiler ağını örgütleyerek ön açıyordu.
Sisi darbesiyle birlikte ilk darbe Gazze’ye uygulanan muhasarayı sıkılaştırarak tecessüm etti. Ancak hedef zannedildiği gibi kabaca Hamas’ın çökertilmesi değildi. Hamas’ı çökertme operasyonu El Fetih’i de Muhammed Dahlan’ın kontrolüne teslim etme planına çok çabuk evrildi bu sayede. Trump’ın Riyad ziyaretiyle yürürlüğe sokulan strateji Katar ve Türkiye kadar İhvanı Müslimin ve Hamas’ı öncelikli tehdit konseptine oturtup tüm bölgeden tecrit etmeye yöneldi hızlıca. Yüz milyarlarca dolarla ifade edilen silah anlaşmalarını takiben yolsuzlukla mücadele aldı altında onlarca prens ve iş adamının tutuklanmasıyla beliren manzara Veliahd Prens Muhammed bin Selman’ın önünü açmak ve muhtemel rakipleri sahadan söküp atmaktan daha acil ve köklü yönelimleri işaretliyordu esasen. Çünkü Veliahd Prens’in saltanatıyla tahkim edilmek istenen yeni Suud stratejisi için Selman el-Avde başta olmak üzere en önemli âlimler, vaizler, hatipler çok önceden tutuklanmıştı.
“Ilımlı İslam” retoriğinin altını doldurmak üzere kadınların araba kullanmasına, maç izlemek üzere statlara ve sinema salonlarına girişine cevaz vermekten öteye teorik ya da pratik hiçbir şey gözükmüyordu ufukta. Mahmut Abbas gibi Batı tipi seküler-ulusalcı bir karakteri bile aşırı görüp temsil makamından düşürmek üzere yürürlüğe sokulan dayatmalara eşlik eden şey Kudüs’ü Siyonist İsrail işgaline açmaktan başkası değildi. Amerika’nın diplomatik temsilciliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıcağına ilişkin beyan elbette tahrip düzeyi yüksek çirkin bir provokasyondan ötesi değildi. Lakin bütün engelleme ve sabotajlara rağmen İstanbul’da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Kudüs Zirvesi’nin nihai kararı Amerika ve İsrail kadar Suudi Arabistan’ı da açığa düşürdü.
Tuzağa Gerek Yok, Yeterince Ahmaklar
Suudi Arabistan’ı açığa düşürmek için çok fazla bir gayrete, incelikli istihbarat çalışmalarına veya diplomatik bir takım manipülasyonlara filan neden ihtiyaç olmuyor? Çünkü Suudi Arabistan’a egemen olanın kraliyet aklı, saltanat stratejisi o kadar ahmakça ve ahlaksızca işliyor ki zayıflatmak için dışarıdan müdahaleye, çökertmek için tuzak kurmaya falan hiç hacet olmuyor. Bunun son örneği Suudi Krallığını fiilen yöneten Muhammed bin Selman’ı dünyanın bütün magazin haberinde en çok okunan, merak edilen gelişmelerinde gözlemlemek pekala mümkün.
Müstakbel Kral, Leonardo Da Vinci’nin ‘Salvador Mundi’ tablosundan sonra şimdi de Paris’teki XIV Louis Şatosu’nu satın alan kişi olarak arzı endam ediyor meraklı okurların zihninde. Müzayededen dünyanın en pahalı tablosu olarak kayıtlara geçen 450 milyon dolarlık tabloyu almak başlı başına bir skandal değilse nedir? Benzer bir biçimde ‘yolsuzlukla mücadele’ ederken dünyanın en pahalı evini, şatosunu mülkiyetine dâhil etmek bu ne yaman çelişki türküsünden çok daha fazlasını söyletir işitenlere. Suudi Arabistan’da yolsuzluk ve usulsüzlük at başı giderken, yoksulluk ve işsizlik hemen her zaman yükseliş trendindeyken, üretimin hiç gündeme gelmediği bir ülkede israf ne hikmetse iktisadi gelişme sayılıyor.
Yemen’de değil İran destekli Husilerle kolera gibi, açlıktan ölüm gibi en ucuz dertlerle dahi mücadele edemeyen Suudi Arabistan’ın geleceğini karanlık ve kaostan başka bir şeyin beklediğini varsaymak hiç kolay değil. Amerika ve İsrail’le güçlenme yolu Suudi Arabistan’ı hiç olmadığı kadar itibarsız hatta gayrı meşru bir hatta itekliyor. İtekleme derken dışarıdan yapılan bir müdahaleyi değil tercihle ortaya çıkan sebep-sonuç ilişkisini işaret ettiğimizi hatırlatalım. Kudüs’ün Siyonist işgalle, Mescid-i Aksa’nın yıkımla her zamankinden daha fazla karşı karşıya kaldığı bir vasatta tablo ve şato ile kraliyeti tahkim edecek aklın neyi hak ettiğini hemen herkes gayet iyi bilir. Dibi gördük mü yoksa daha epeyce rezilliğe, ihanete şahit olmamız mı gerekiyor onu tam olarak bilemeyiz. Ancak despotik iktidarlarla mücadele etmeden Siyonist İsrail’le mücadele etmenin hiç mümkün olamayacağı daha bir aşikâr hale geliyor. Tablonun anlattığı, şatonun yaşattığı ruh halinin tercümesi işte böyle.
Yeni Akit