Dünyanın yüzde 49’u semavi dinlerden birisine; kalan yüzde 51 ise semavi olmayan dinlere mensup. Dindarlık nispeti ve oranı hususunda yapılan kamuoyu yoklamalarında ilginç oranlar ortaya çıkıyor.
Semavi dinlere mensup ülkeler; özellikle de bölge ülkeleri arasında yapılan alan taraması ve kamuoyu yoklamasında üç ülke dikkat çekiyor. Bunlardan birisi Mısır. Mısır halkı nezdinde yapılan kamuoyu yoklamalarında Mısır halkının yüzde yüzünün dindar olduğu ortaya çıkıyor. Ya da hayatının merkezinde din olduğunu söylüyor. Bundan dolayı siyaset bilimciler Mısır’ın fethinin ancak dini duygularla müyesser olabileceğine dikkat çekiyorlar. Bundan dolayı Obama ve Napolyon’dan çok önce Mısır seferine çıkan Büyük İskender’e Mısırlıların kalbini ancak din yoluyla kazanabileceğini telkin ediyorlar. Buna mukabil İsrail’de dindar olduğunu söyleyen insanların oranı sadece yüzde 50. Buna karşılık, rejimi ‘İslami’ olarak anılan İran halkı nezdinde gerçekleştirilen kamuoyu yoklamasında ise kendini dindar olarak tanımlayanların oranı yüzde 78 olarak gerçekleşiyor. Faslı tarih felsefecisi Abdullah Ürvi’nin deyimiyle, İran dindarlığı atifet yani duygu yüklü ve tarihi romantizme dayanıyor. Bunu kurallaştırdığınız oranda tılsımı kaçıyor ve ruhu çekiliyor. Mısır’ın dindarlığı da elbette şuur ve hissiyat (vicdaniyat) anlamında bir dindarlık. Yoksa yaşama, tutum ve uygulama (sülükiyat ve muamele) anlamında dindarlık değil. Uygulamaya inildiğinde elbette ki arızalar ortaya çıkıyor ve bu oran giderek düşüyor. Bir başka açıdan, ihtida ederek Müslüman olan Roger Garaudy’nin çeşitli kitaplarında İsrail halkındaki dindarlık oranı olarak verdiği rakam yaklaşık yüzde 15 olarak ortaya çıkıyor. Buna mumasil, tutum (sülükiyat) dindarlığı noktasında İran’daki dindarlık oranını namaz kılanlar üzerinden tespit etmek mümkün. İran’da namaz kılanların oranı da yaklaşık yüzde 15 ile yüzde 20 arasında. Mısırlılar da duygu olarak yüzde yüz kendilerini dindar olarak görüyorlarsa da Mısırlı yazar ve ilim adamlarından Mustafa Faki, Cemal Gaytani ve Ahmet Ukaşe gibilerin de teslim ettikleri gibi, bu şuurun ve duygunun uygulamaya yansıması düşük bazda ve oranlarda seyrediyor. Dindarlık genel olarak ahlakla at başı gitmiyor. Sözgelimi, Mustafa Faki’nin de ifade ettiği gibi bu uygulama dışı duygusal dindarlık sülüke yani günlük yaşama pek yansımıyor. Bu aradaki fark da içtimai buhran olarak tezahür ediyor. Bu bağlamda, sıdk, emanet ve nezafet gibi dini vecibeler uygulanmıyor. Bundan dolayı da, toplumda güven eksikliği var. Dolayısıyla bu dindarlık illetli ve hastalıklı bir dindarlık. Dinin hastalığı yok ama dindarlık hastalığı çok. İşte bu dindarlık hastalıkları yüzünden Gazali bunalıma düşüyor ve Bağdat’ı terk ediyor. Kendisinde tecrübe ettiği ve sınadığı, uyguladığı kuralları ve manevi reçeteleri daha sonra İhya’da başkalarına da tavsiye ediyor. Bu dindarlık hastalığının tarihteki en büyük doktorlarından birisi İmam Gazali’dir. Tasavvufun alanı da budur. Günümüzde de Bediüzzaman bu alanda reçete yazan alimler arasındadır.
Lakin bu dindarlık temsil ve numune-i imtisalin dışında tek boyutlu olarak yukarıdan kural olarak dayatıldığında ve bu dayatılmaya mukabil aynı arızalar yaşandığında dindarlık kendiliğinden kurumaya doğru gidiyor. Bu bağlamda, Muhsin Kadiver ve Tahran belediyesinden bazı yetkililer fiili dindarlık hususunda İran’da büyük bir gerileme yaşandığını ortaya koyuyorlar. Bu bağlamda, üst yapıda dindarlık arttığı oranda halk dindarlığı veya içtimai dindarlık artmıyor. Belki bazen zayıflıyor. Bazen de makus haliyle tezahür ediyor. Geçenlerde Remzi Yedikardeşler bir heyetle birlikte Mardin’e gidiyorlar. Heyetten birisi sabah namazını otel yakınında tarihi bir camide eda etmek istiyor. Lakin cemaat olmadığı için imam ve cami kadrosu da camiye gelmiyorlar ve bunun sonucunda cami sabah namazında açılmıyor. Bunun üzerine söz konusu arkadaş namazını yolda eda etmek zorunda kalıyor. Halbuki bereket sabah namazlarında. Bu, insana hayat disiplini de sağlıyor. İran’da da camilerin durumunun benzer olduğu Muhsin Kadiver ve benzeri isimler ve yetkililer tarafından açıklanıyor. Özellikle Tahran’da sabah namazında camilerin büyük bir kısmının açılmadığını ortaya koyuyorlar. Namazın yerini siyasi konular, camilerin yerini loncalar aldığından beri İslami aydınlar camilerin yolunu unuttu. Çok fazla tek yanlı telkin yapıldı ve bundan dolayı sabiteler ve dinin ibadet boyutu yani Allah ile ilişki boyutu unutuldu. Bu sadece bir ülkeye münhasır bir durum değil. Eylemin yerini söz, özün yerini kışır kalıp ve duanın yerini de slogan aldı.
Din üzerine kurulmuş yapılar nasıl oluyor da dinin yaşanmasına hizmet edemiyor? Ya da siyasi dindarlık neden kevni dindarlığı geliştirmiyor ve ubudiyetin gelişmesine hizmet etmiyor? Dindarlık oranlarını tartışan ilim adamlarına göre, İsrail din adına kurulmuş bir ülke ve rejim olmasına rağmen bu ülkede hayatının merkezinde din olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 50’de kalmaktadır. Zira, İsrail dindar olarak görünmesine rağmen aslında kurucuları pek de dindar değildir. Ben Gurion bunlardan birisidir. İkinci olarak siyasi ve işgalci bir yapı olmasından dolayı zulme açık yapısı da gerçek dindarlığı engelleyen hususlar arasında bulunuyor. Siyasi boyut öne çıktığından diğer boyutlar ihmale uğruyor. İsrail halkının sadece yüzde 50’si dindar olduğunu söylerken dünya halklarının yüzde 59’u da bu devlet için saldırgan ifadesini kullanmaktadır. Dindarlığı azaldığı oranda saldırganlığı da artmaktadır. Dolayısıyla siyasi dindarlık, şekli ve kalıp dindarlığı besliyor ve bu da birçok dindarlık hastalığını üretiyor. Siyasi yönü ağır bastıkça Allah ile bağları da zayıflamakta ve dolayısıyla din adına yola çıkanların dindarlığı süreç içinde zayıflamakta ve hatta erimektedir. Genel olarak denge dışında siyaseti öne çıkarmak dini ve dindarlığı köreltmektedir.
VAKİT