Sartre Olsa Yüzlerine Tükürürdü!
Ali Aydın / Milat
Kötü niyetli bir okuma Charlie Hebdo saldırısına İslam’ı ortak etmekte bir beis görmüyor. Onun alternatifi olan başka bir okuma ise bir taraftan İslam’ı tenzih edip diğer taraftan İslam toplumlarının sosyo-kültürel özellikleri üzerinden ve zımnen geriliğinin altını çizerek saldırıyı anlamlandırmaya çalışıyor. Bu iki okuma biçimi hiç de orijinal bir çözümleme sunmuyor bize. Oryantalist ezberin artık gına getiren yeniden üretimine katkı sunmalarının dışında bir açıklayıcılıkları da yok. Sonuçta meselenin esası ile aradaki mesafe iyice açılmış oluyor.
Bu türden gerekçelendirilmeler ile küresel bağlam içinde anlam kazanan bir olayı bağlamından kopararak anlama girişimlerinin varacağı bir yer yok. Bu tıpkı Aucshwitz irrasyonel ırkçılığın, Gulaglar çılgın ütopyaların, etnik arındırma ise atalardan kalma bir yabancı düşmanlığının ürünüdür, diyerek kestirip atma teşebbüslerine benziyor.
Ünlü toplumbilimci Immanuel Wallerstein 20.yüzyılın tanıklığı ile sabit olan şiddetin, bizzat Batı tarafından inşa edilen modern tarihsel-toplumsal sisteme içkin olduğunu söyler. Sistemin niteliklerini ise şöyle sıralar: ‘Süregiden bir sınıf mücadelesinin olduğu bir sistemde yaşıyoruz. Nüfusun- ekonomik, politik, toplumsal ve hatta şimdi de demografik olarak- sürekli şekilde kutuplaşmasını içermiş olan bir sistemde yaşıyoruz. Başlangıcından beri ırkçılığı ve cinsiyetçiliği kendi yapılarının ayrılmaz bir parçası olarak kapsamış olan bir sistemde yaşıyoruz. Ve elbette sistemin kendisinin meşruiyetine ve geçerliliğine meydan okuyan sistem-karşıtı hareketlerin bizatihi kendisini yapılandırmış olan bir sistemde yaşıyoruz.’
Wallerstein yakın sayılabilecek bir zaman önce de ‘Batı iblis olmadan yapamaz mı?’ diye sormuş ve ‘‘Batı ağır bir krizle karşı karşıyadır. Bu kriz sadece ekonomik değildir. Temelde politik ve toplumsal bir krizdir… bu kriz Batı’da büyük bir kafa karışıklığına ve kendinden şüphe etme haline yol açtı; bu her zaman iblislere duyulan ihtiyacı arttıran bir durumdur.” tespitini yapmıştı.
Eğer batı-dışı toplumların birkaç yüzyıldır kendilerine ait bir güzergâhları olsaydı her biri için tekil bir değerlendirme durumu söz konusu olabilirdi. Ancak kolonyalizmden küreselleşmeye kadar maruz kalma konumları itinayla muhafaza edilen bu toplumlar, salt kendi dinamikleri üzerinden anlaşılamaz. Dolayısıyla derdimiz ne bir saldırganlığa meşruiyet kazandırmak ne de sorumluluktan kaçmaktır. Aksine sorumluluğumuzun büyüklüğü meseleyi sığlıktan çıkarak derinleştirmeyi zaruri kılıyor. Bu ise evvela herkesi ve her şeyi adıyla çağırmamızı gerektiriyor.
“Doğulu insanın sustuğu, Batılının onun yerine konuştuğu” birkaç yüzyılı geride bıraktık. Dünyanın geri kalan kısmına karşı Batı’nın adeta kendisi için alıkoyduğu ‘ifade hürriyeti’ Charlie Hebdo saldırısı vesile edilerek bir kez daha kutsandı. Oysaki bu kutsamanın gölgesinde anlaşılacak bir durum değil bu. Yüzyıllardır dilsiz bıraktıkları toplumların çocuklarının karşısına geçip ‘ifade hürriyeti’nden dem vurmaları, ifade hürriyetinin de itibarına kast etmenin farklı bir biçimi. Tıpkı Paris’teki liderler yürüyüşünde verilmek istenen mesajın yürüyüşe ön safta katılan Netanyahu’nun kadraja girmesiyle imha olması gibi bir durum. Netanyahu’nun yüzü ekrana yansıdığı anda yürüyüş adeta başlamadan bitti.
Canına kıyılan 12 insanın fotoğrafı eli kanlı ülkeler için hijyen sunamaz. İki Arap gencin fotoğrafı, Kara Afrika’dan Mağrip’e Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya estirilen terör fotoğrafının önüne geçemez. Batı aşikâr krizini İslam’ı iblisleştirerek, batı-dışı toplumları yıllardır yaptığı gibi kötürüm vaziyette tutarak aşamaz.
Batı’nın kötürümleştirdiği toplumlar için adeta bir isyan ateşi olan Frantz Fanon’nun ‘Yeryüzünün Lanetlileri’ kitabına bir önsöz kaleme alan ünlü Fransız düşünür Jean-Paul Sartre Avrupa’ya yarım yüzyıl önce şöyle seslenmişti:
‘Bizim o nezih değerler manzumemiz erimeye başlıyor. Bunlara biraz yakından bakarsanız kanla lekelenmemiş bir tanesinin bile olmadığını görürsünüz.’
‘Kurbanlarımız bizi yüzlerindeki yaralardan ve bileklerindeki pranga izlerinden tanırlar. Ortaya koydukları delilin karşı konulmazlığı da burada yatmaktadır. Ne hale gelmiş olduğumuzu anlamamız için onları ne hale getirmiş olduğumuzu görmemiz yeterlidir. Peki, bunun bir faydası var mıdır? Vardır. Çünkü Avrupa ölüm döşeğindedir.’
Sartre, eğer bugün yaşasaydı, sanırım başta bu yaşlı ve hasta kıtanın İslamofobiklerine sonra terör saldırısını vesile ederek koşa koşa soluğu Paris Cumhuriyet Meydanı’nda alan eli kanlı liderlerin yüzlerine tükürürdü.