AK Parti hükümeti ve Fethullah Gülen'e komplo belgesi, mahiyeti itibarıyla bir darbe planı değil, darbe için zemini hazırlama projesi.
Darbeciler, kamuoyunun ikna edilmesinin önemini hepimizden iyi biliyorlar. 12 Eylülcülerin dilimize kazandırdıkları tabirle, "şartların olgunlaşması" gerekiyor. 27 Mayıs öncesinde 'gençler kıyma makinelerinden geçiriliyor' kara propagandasını yapanlarla bazı evlere silah bırakıp düzmece terör örgütleri oluşturmak isteyenler arasında sadece kuşak farkı var. Yassıada cunta mahkemesinin meşruiyetine fetva veren Sıddık Sami Onar'lar da elbette sahnedeki yerlerini alıyor. Ergenekon soruşturmaları sırasındaki tuhaf açıklamalarıyla dikkat çeken Prof. Süheyl Batum bunlardan biri. Önceki gün Milliyet Gazetesi belge tartışmalarına farklı bir açıdan bakan güzel bir haber yaptı. "Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi adı geçen belgeyi üretmek için yetki verir mi?" sorusuna cevap arayan haberde, uzmanlar açıkça 'Hayır, kanunlarla verilen görevler kanun dışı yollarla yerine getirilemez.' diyor. Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Batum hariç. Şunları söylüyor, 'hukukçu' Batum: "Böyle bir planın olmadığını, böyle bir planın istihbarat örgütleri tarafından planlandığını, Türk Ordusu'nun da bununla başa çıkamayıp bu yüzden bu durumların ortaya çıktığını düşünüyorum. 35. madde, İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın hazırlanmasına izin verir. Ama AKP'yi bitirme planı hazırlanmasına izin vermez. Eğer Fethullah Gülen'i bitirme planıysa bir ordu yapar tabii ki. Gülen, Türk hukukuna göre kabul edilmeyen, hukuk dışı bir örgütlenmedir. Gülen'i bitirme planı anayasal görevi itibarıyla vardır. Ama seçilmiş hükümeti bitirme planı diye bir şey olamaz. Hukuken olamaz."
Batum'un öğrencilerine hangi hukuku anlattığını merak ediyorum. Fethullah Gülen, elinde kapı gibi ve hem de iki defa Yargıtay temyizinden geçmiş beraat kararı bulunan biri. Batum, hukukun yargılayıp akladığı kişiyi 'hukuk dışı' diye yaftalama hakkını nereden alıyor? Daha vahimi bu sözleriyle belgede anlatılan hukuksuzluklara destek veriyor olması. İftiralar ve psikolojik harp taktikleri bir yana 'silah ve doküman yakalanması sağlanarak' bazı insanların silahlı terör örgütü kapsamına sokulması hukuk cinayetidir. Cebinde hukuk diploması taşıyan zevatın bunu onaylaması ise faciadır.
Belgeyi hazırlayanları kurtarmak için çabalayanlar başka hukuk cinayetleri işlemeye de hazır görünüyor. Dosyayı adli yargı yerine askerî mahkemelerin önüne götürme çabası bunlardan biri. Meclis'ten geçip kanunlaşan ve Anayasa Mahkemesi'nde iptal görüşmesi bekleyen meşhur 250. maddeyle ilgili düzenleme yürürlükte. Genelkurmay'ın ve askerî savcılığın kendini Anayasa Mahkemesi'nin yerine koyup, Anayasa'ya uygunluk denetimi yapabileceğini bile söylüyorlar. Yürürlükteki kanunun, Anayasa'nın 145. maddesine aykırılıktan dolayı uygulanmayacağını ileri sürüyorlar. Oldu olacak Anayasa Mahkemesi'ni kaldıralım, gücü yeten yetene herkes kendi denetimi yapsın! Kaldı ki, kanun iptal edilse bile bu olayın askerî yargıya gitme şansı yok. Zira, Askerî Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu'nda, sivillerle müşterek işlenen suçlarda, Askerî Ceza Kanunu'nda yazılı olmayan suçların adli mahkemelerde yargılanacağı çok açık. (Madde 12) Söz konusu belgenin Ergenekon Terör Örgütü davasında tutuklu yargılanan avukat Serdar Öztürk'ün bürosunda yapılan aramalarda ele geçtiği gerçeği, davayı doğrudan Silivri'ye götürüyor. Ayrıca belgeden hareketle yapılan suç isnatları ancak sivillerle müşterek işlenebilecek eylemler. Ve Askerî Ceza Kanunu'nda karşılığı olmayan suçlar.
Önceki soruşturmada çok kötü sınav veren, Albay Dursun Çiçek'in sahte imzasını ve yalan beyanını dikkate almayan, belgeyle ilgili kriminal raporları görmezden gelen askerî savcılığın bu defa doğruları yapacağının garantisi var mı? Hele Genelkurmay Başkanlığı belgeyi resmen 'yeni delil oluşturma gayretleri' olarak mahkum ettikten sonra...
ZAMAN