Sarkozyyi mutlu etmek!

Abdulhamit Bilici

MHP Grup Başkan Vekili Mehmet Şandır, AB Genişleme Komiseri Olli Rehn'in parti kapatmayla ilgili ikazını 'Türk yargısına müdahale' ve 'haddi aşma' olarak yorumlamış.

Halbuki bu uyarının arka planını biraz düşünse, milliyetçi bir siyasetçi bu sözleri sarf etmezdi. Önce, Rehn'in dediklerine bakalım. "Yargıçların Türkiye'nin uzun vadede çıkarını göz önüne alarak karar vereceklerini umuyorum. Daha önce söylediğim gibi normal bir demokraside bu tür sorunlar mahkemede değil, sandıkta çözülür." diyen Rehn, "bu olayın Türkiye'nin anayasal çerçevesindeki sistem hatasını ortaya çıkardığını ve anayasal değişiklikle bunun giderilebileceğini" ifade etti. Ardından da şu uyarıyı yaptı: "Gelinen bu noktada hâlâ daha Türkiye'de parti kapatma olayları yaşanırsa müzakereler kesilebilir."

Zor bir sürecin ardından 3 Ekim 2005'te başlayan üyelik müzakereleri, AB ülkelerinin çetin pazarlıklar sonucu oybirliğiyle kabul ettiği Müzakere Çerçeve Belgesi ışığında yürüyor. 3 bölümden oluşan belgenin müzakere kurallarını tarif eden ilk bölümünde, müzakerelerin askıya alınmasına ilişkin kurallar da yer alıyor. Buna göre, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkeleri ciddi ve ısrarlı bir şekilde ihlal edilirse Komisyon, kendi inisiyatifi ile veya üye devletlerin üçte birinin talebi üzerine, müzakerelerin askıya alınmasını önerebilir ve tekrar başlaması için ek şartlar önerilebilir.

"AK Parti'nin kapatılması halinde müzakereler kesilebilir" iması, Brüksel'in bu olayı ciddi bir demokrasi ihlali olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Ancak AB içindeki tartışmalarda genellikle Türkiye'nin yanında yer alan Komisyon ve onun Türkiye'ye yakın bir üyesi olan Rehn, bu uyarıyla asıl başka bir tehlikeye dikkat çekiyor: Müzakerelerin bir kez durması halinde Türkiye'nin başına gelecekler.

Herkes biliyor ki, 2008 Avrupası, 2005 Avrupası değil. AB'nin en önemli ülkesi Almanya'da 'imtiyazlı ortaklığı' savunan Merkel var. Diğer önemli AB ülkesinde ise Türkiye'nin Avrupa'da yeri olmadığını düşünen Sarkozy. Ama bunlara rağmen Kıbrıs'tan kaynaklanan sıkıntılar ve Paris'in ayak sürümesi yüzünden hayli yavaşlasa da süreç şimdiye kadar raydan çıkmadı. Bunun en önemli nedeni, üyelerin oybirliğiyle kararlaştırılan Çerçeve Belgesi'nin tam üyelik perspektifini açıkça teyit etmesi ve oybirliği sağlayarak bunu değiştirmenin imkansızlığı.

Nitekim Sarkozy'nin zaferinin ardından Brüksel'de Türkiye'ye sempatiyle bakan hangi AB yetkilisiyle konuşsanız şunu duyuyordunuz: "Kaygıya gerek yok. Sarkozy, dediklerini yapamaz. Türkiye hakkındaki görüşleri üzerinde oybirliği sağlaması imkansız. Sadece süreci yavaşlatabilir. Türkiye'nin yapması gereken, sinirlerine hakim olması ve masadan kalkan taraf olmayacağı mesajını vermesi."

Nitekim çok istemesine rağmen Sarkozy, tam üyelik perspektifini ortadan kaldıracak bir hamlede bulunamadı. Ancak kapatma kararına imza atar ve haklarında mahkumiyet kararı olmayan insanlara siyaset yasağı getirilirse Türkiye, Sarkozy'ye bu fırsatı altın tepside sunmuş olacak. Süreci bir daha tam üyelik perspektifiyle başlatmak asla mümkün olmayacak. Çünkü bu kez Merkel ve Sarkozy'nin de ikna edilmesi gerekecek.

Dolayısıyla bugün Türkiye'nin başına bu sıkıntıyı çıkaranlar, en ciddi Türkiye karşıtlarına bayram ettiriyor; 1970'lerdeki hatalarıyla Türkiye'yi Rum ve Yunan vetosuna mahkum edenlerle aynı akıbeti paylaşıyorlar. Hatırlarsanız, Yunan hükümeti 12 Haziran 1975'te Ortak Pazar'a tam üyelik başvurusu yaptığında tehlikeyi fark eden Türkiye'nin AET Temsilcisi Tevfik Saraçoğu, Ankara'ya şu tarihî mesajı yolladı: "Ali menfaatlerimiz yirmi dört saat içinde üyelik başvurusu gerektirir". Türkiye bu adımı atsa, Avrupa ya başvuruları aynı anda işleme koyacak ya da birlikte reddedecekti. Halbuki günler geçmesine rağmen dönemin başbakanı Demirel umursamadı, ortağı Erbakan ise zaten baştan karşıydı. Yunanistan üyelik yolunda ilerlerken, Ecevit liderliğindeki CHP hükümeti Türkiye'nin AET'ye karşı bütün yükümlülüklerini tek taraflı dondurdu. Ardından kurulan 2. Milliyetçi Cephe hükümetinin Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen, 1980 Şubat'ında Yunanistan'ın üyeliğinin kesinleştiğini görerek Atina'nın vetosunu önlemek için son bir girişimle üyelik başvurusu yapılacağını duyurdu. Erbakan, buna çok kızdı, Demirel ise kendi bakanına sahip çıkmadı. Ecevit'in dışarıdan desteklediği gensoruyla 12 Eylül darbesinden 7 gün önce Erkmen düşürüldü. Biz darbeyle uğraşırken Yunanistan, 1981 Ocak'ta AB üyesi oldu. Gerisi malum.

Ne olur, bari bugün yine sığ ideolojiler ve küçük hesaplar uğruna Türkiye'ye kıyıp düşmanları sevindirmesek.

Zaman gazetesi