Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine niçin karşı çıktığını şöyle açıklıyor: "Devleti laik olsa da nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkeyi Avrupalı olarak görmem."
Bu bakış açısını Sarkozy'ye mahsus bir bağnazlık olarak görenler hata ederler. Avrupalıların kahir ekseriyeti Avrupa ile Türkiye arasında bir kan uyuşmazlığı olduğuna inanır ve işin doğrusu da budur.
Öteden beri söylüyoruz: Kendi bünyesindeki birkaç milyon Müslüman'dan kurtulmanın yollarını arayan AB, 70 milyon nüfuslu Müslüman bir Türkiye'yi asla bünyesine katmayacaktır. Öte yandan, Müslümanlara karşı amansız bir kin beslediğini ve İslam ülkelerini küçük lokmalar haline getirip rahatça yutmaya azmettiğini mümkün olan en açık şekilde ortaya koyan ABD'nin 70 milyon nüfuslu Müslüman bir Türkiye'ye uzun süre tahammül edemeyeceği de açıktır. Batı Dünyası'nda bize yer yok. Bizim yerimiz İslam Dünyası'nda. İslam Dünyası'nın mevcut durumu ümit ve cesaret telkin etmiyor diye Batı Dünyası'nda ısrar etmek fevkalade anlamsız, zira asıl Batı dünyası ümit ve cesaret telkin etmiyor.
Öyleyse ne yapacağız? İslam Dünyası'na, gidecek başka yerimiz olmadığı için, boynumuz bükük, ümidimiz ve cesaretimiz kırılmış olarak mı yöneleceğiz? Hayır! Aşk ve şevk ile yöneleceğiz. İslam Dünyası'nı yeniden inşa etme azmiyle yöneleceğiz. Bütün dünyaya ışık saçan muazzez İslam medeniyetini canlandırarak insanlığı vahşi kapitalizmden, küresel faşizmden, evrensel istikbardan yani Batı emperyalizminden kurtarma misyonuyla yöneleceğiz. Latin Amerika'nın, Afrika'nın, Asya'nın bütün anti-emperyalist devrimcilerini müttefik belleyeceğiz, ama her şeyden evvel İslam Dünyası'nı derleyip toparlamaya bakacağız.
Onlar "Hıristiyan Dünyası" veya "Yahudi-Hıristiyan Dünyası" demiyor, "Batı Dünyası" diyor. Biz niye "İslam Dünyası" diyoruz da "Doğu Dünyası" demiyoruz? İslam'ın hükümran olmadığı ve insanların önemli bir kısmının gayri Müslim (Hıristiyan, agnostik, ateist vs.) olduğu bir dünyayı niçin İslam ile tanımlıyoruz? Çünkü "Batı"nın karşısına sadece "İslam"ı çıkarabiliriz. Doğu, coğrafi bir tanımdan ibarettir. Halbuki Batı dediğimiz zaman –ve de Avrupa dediğimiz zaman- Yunan felsefesi, İncil ve Aydınlanma Devrimi'nin (buna bağlı olarak da Fransız Devrimi'nin) sentezini, ayrıca Haçlı Seferleri'yle aşılanan siyasi birlik (Müslümanlara karşı ortak cephe) şuurunu ve elbette kapitalizmi kast ediyoruz. Yani, genel olarak Batı ve özel olarak Avrupa; felsefi, dînî, ideolojik, siyasi, tarihi ve iktisadi bir kimliktir. Aynı yerden gelip aynı yere giden halkların ortak kimliği, ortak medeniyetidir. Doğu için böyle bir şey söylenemez. Doğu'da bir değil birçok medeniyet var. Bunların arasında benzerlikler bulunabilir, fakat bu benzerlikler üzerinde Batı gibi muhkem bir kale inşa edemezsiniz. "Batı Dünyası"nın hakkından ancak "İslam Dünyası" gelir.
Nedir İslam dünyası? Tevhid akidesinin insanları özgürleştirdiği, putların yıkıldığı, kula kulluğun yasaklandığı, ırkçılığın telin edildiği, faizin ayaklar altına alındığı, tekelci kapitalizmin ve sömürünün lanetlendiği, zekat/infak yükümlülüğü ile toplumsal dayanışmanın temin edildiği, komşusu açken tok uyuyanın dışlandığı, havra ve kiliselerin tıpkı mescitler gibi dokunulmaz kabul edildiği, farklı ümmetlerin farklılıklarını koruyarak yaşama haklarının teminat altına alındığı, zulme karşı savaşmanın ve mazlumların yardımına koşmanın mecbur tutulduğu bir dünya, bir medeniyet dairesidir. İslam medeniyeti derken elbette fıkıh, tasavvuf, siyaset, askeriye, fizik, kimya, tıp, matematik, astronomi, mimarlık, şehircilik, zanaat, şiir, hat, ebru, minyatür, müzik gibi sahalardaki muazzam birikimden ve yüzyıllar içinde gelişip olgunlaşan eşsiz-benzersiz ortak yaşam kültüründen de söz ediyoruz. Hiç şüphe yok ki bu yüksek medeniyet fena halde irtifa kaybetmiştir. Fakat Yusuf Karadavi'den Muhammed Hüseyin Fadlallah'a kadar, Sünnilerin ve Şiilerin en çok itibar ettikleri İslam alimlerinin fetvalarında yukarıda sıraladığımız (ve sıralamadığımız) temel ilkelerden en ufak bir sapma bile olmadığı ve Müslüman halkların, üzerlerinden geçen onca 'Batılı' silindire rağmen, Türkiye'den Cezayir'e kadar her yerde, her vesile ile, her fırsatta İslam'a bağlıklarını bildirdikleri ve "şanlı tarihimiz"le övündükleri, önlerine bir seçim sandığı konulduğunda tercihlerini mutlaka "Allah" diyenden yana kullandıkları göz önünde tutulduğunda, İslam medeniyetinin yok olmadığı, sadece üstünün örtüldüğü rahatlıkla söylenebilir.
Sarkozy, Avrupa'nın özünü korumaya çalışıyor. Bir Avrupalı olarak vazifesini yapıyor. Biz de vazifemizi yapalım. Kendi özümüzü korumaya, kurtarmaya, yeniden üretmeye bakalım.
Yeni Şafak Gazetesi