Sarıkamıştan Aktütüne…

Ali Bayramoğlu

Yusuf Ziya Cömert, dün, şehitlere, Aktütün'e, Kürt meselesine dair kaleme alınan en yürek dolu, siyaseten en doğru yazıyı yazmış.

Bir yazıda şehitlerin, hayatını kaybetmiş genç askerlerin önünde saygıyla ancak bu kadar eğilinir…

Bu açıdan Yusuf Ziya'nın sözlerine eklenecek tek söz bile yok…

Ancak "Aktütün baskını"nın siyaseten değişmesi gereken pek çok yönü var.

İlki, askeri yöndür.

Türkiye saldırının olduğu andan bu yana bir karakolun beşinci kez nasıl basılabildiğini, savunması bu denli güç bir yerde neden ısrarla muhafaza edildiğini soruyor. Düne kadar bu konuların açılmasını, askeri komutanın sorgulanmasını keskin bir şekilde reddeden, bunu yapanlara "hain damgası" vuran kalem ve gazeteler bile bugün "yaşananları" sorgulamak zorunda kalıyorlar.

Bunu sadece "devletin onuru" ya da askeri taktik zaafiyeti açısından değil, çoğu askerlik hizmetini yapan 15 şehit gencin hayatı açısından yapıyorlar.

Bu "sorgulama anaların, babaların, vatandaşların nasıl en doğal hakkı"ysa, "basının da en doğal görevi"dir.

Genelkurmay 2. Başkanı Org. Iğsız basılan karakolun yanlış yerde bulunduğunu teyit eden bir açıklama yapmış.

Bu durumda Türkiye'de tüm siyasi partilerin, tüm milletvekillerin ilk işi Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere ilgili kişiler hakkında soruşturma açılmasını talep etmek, Milli Savunma Bakanı'nı soruya boğmak olmalıdır.

Analar gençleri "askeri hatalar, zaafiyetler yüzünden genç yaşta toprak olsunlar" diye doğurmuyor.

Org. Iğsız, "Bu işler şehit sayısıyla ele alınmaz, o zaman Çanakkele'yi açıklayamazsınız demiş…"

Örnek yanlış…

Dağlıca'yı, Aktütün'ü Çanakkale'yle karşılaştıramazsınız…

Varsa bir benzerlik, o da, Osmanlı'ya 1. Dünya Savaşı'nı daha ilk günlerinde kaybettiren, askeri hatalarla 90.000 insanı kara gömen "Sarıkamış Harekat"ıyladır, "Enver Paşa zihniyeti"yledir…

İkinci yön siyasidir…

Terör, Kürt sorunu denilince siyasi iktidarın da bir sorumluluğu olması gerekir…

Malum, bu ülkedeki siyasi rejim askeri otoriteyi öylesine özerk kılmış durumda ki, siyasi iktidar bırakın kimi konularda "yönetici" olmayı, bir çok konuda askerin koyduğu kurallar tarafından "yönetiliyor".

Ancak bu durum "siyasi iktidarın sorumluluktan tümüyle azade olması sonucunu doğurmaz".

AK Parti iktidarı, bir süredir Kürt sorununu görmezden geliyor, "işi bildik ve başarısız devlet diliyle, devlet politikaları"yla idare ediyor. Sorunu sosyal yardımlardan yatırımlara uzanan bir ekonomi paketi etrafında ele alıyor. Çözümün bu girişimler sonucu DTP'den kendisine kayacak oylarla geleceğini sanıyor…

Talepleri dikkate almadan, PKK'yı besleyen dokuyu farketmeden, silahlı adamı dağdan indirmeden, kimseyi muhattap almadan, sorunun kendi başına, "silah, para ve oy"la çözülebileceğini sanmak da bir zaafiyettir aslında.

Ve zaafiyetten doğan bir sorumluluk da vardır.

"Dağlıca baskını"ndan sonra oluşan toplumsal zemini, askeri otoritenin sorumluluk faturasıyla siyaset karşısında bir an için olsa da bağımlı değişken haline gelmesini, Kuzey Irak dağlarındaki askeri başarıyı kullanmadı hükümet.

Terör sorununa akılcı biçimde el atmadı, oluşan meşruiyet zeminine rağmen dağdaki PKK'lıyı silah bırakmaya itecek hamleler yapmadı…

Dağılıca'dan sonra "bu hamle" yapılsaydı, "üstelik Türk ordusu Kandil dağlarında muzafferken, Barzani ve Irak belli bir işbirliğine gelmişken, ABD'yle ilişkilerde başarı sağlanmışken" yapılsaydı, çeşitli paketlerle dağdaki adam ovaya çekilseydi, bugün belki de Aktütün baskını yaşanmazdı…

Elbet bu tür adımlar tüm sorunları çözmez.

Ama kanı durdurur.

Üstelik ülkenin birliğine, bütünlüğüne halel getirmeden durdurur.

Elbet Kürt sorunu karmaşık bir sorundur. Elbet tarihi, siyasi, ekonomik, kültürel, askeri boyutları vardır. Elbet çözümü uzun vadelidir.

Ve çözüm, elbet, dünya deneyiminin öğrettiği üzere , farklı boyutlardaki önlemlerin demokrasiyle kombine edilmesinden geçmektedir.

Ama önce ilk adım atılmalıdır.

Ve hesap vermesi gerekenler, hesaba çekilmelidir.

YENİ ŞAFAK