“Sarı Yelekliler Hareketi Birikmiş Toplumsal Bir Acının İfadesidir”

​​​​​​​Bu ayaklanma, devlete isteklerini çeşitli STKlar aracılığıyla ileten 20. yüzyılın klasik toplumsal hareketlerine benzer bir yapı arz etmez. Arabulucu istemeyen bu çok yönlü ayaklanma, birikmiş olan muazzam toplumsal acıların bir ifadesidir.

Antonio Negri’nin VersoBooks.com’da yayınlanan makalesini HAKSÖZ HABER için Ali Sağıroğlu çevirdi:

Gelin son birkaç haftadır Fransa’da devam eden olayları inceleyelim.Bu olaylara isyan diyebilir miyiz? Cevap -elbette ki- isyan kelimesi ile ne demek istediğimize bağlı olsa da bizim tanımlamamız ne olursa olsun Fransa’da muhtemelen uzun bir süre daha devam edecek olan olaylar gerçekleşmektedir. Olayların devam edeceğinin işareti son iki haftadır Paris’te meydana gelen şiddetli çatışmalar, şehir merkezinde yanan araçlar ya da ülke geneline uzanan barikatlar değil. Olayların devamlı olacağının asıl işareti, petrol fiyatlarındaki artışın tetiklediği ayaklanmanın nüfusun üçte ikisi tarafından onaylanmasıdır. Bu onaylama ayaklanmanın yol açtığı yıkımın kınanmasından çok daha fazla ses getirmektedir. Bu bağlamda güvenlik güçlerinin davranışlarında itaatsizlik emarelerini görmemiz de ilginçtir.

Hiç şüphesiz Fransa’da neo-liberal reformların yol açtığı yeni sıkıntılara karşı şiddet kullanarak isyan eden büyük bir halk kitlesi var. Kitleler; iş gücünün prekerleşmesini (sürekli olarak düzensiz işlerde çalışma), kamu hizmetlerinin yetersizliği nedeniyle sivil hayat üzerindeki kısıtlamaları, sağlık hizmetlerinin aşırı vergilendirilmesini, belediye yönetimlerinin bütçelerindeki büyük kesintileri ve yeni iş kanununun etkilerini protesto etmekte. Şu sıralar emekli aylıklarına ve ulusal eğitim harcamalarına (üniversite ve ortaöğretim) yönelik uygulamalardan da endişe duyuluyor. Şiddet kullanılarak yapılan karşı çıkışlar ve ardından yükselen “Macron istifa!” çığlıkları, Macron’un iktidardaki sınıfın lehine yaptığı seçimlere karşı bir başkaldırıdır. İsyanın hedefi Macron ve vergilerdir. Bu taleplerle gittikçe büyüyen ayaklanma, devlet kurumlarına isteklerini çeşitli sivil toplum kuruluşları aracılığıyla ileten 20. yüzyılın klasik toplumsal hareketlerine benzer bir yapı arz etmez. Arabulucu istemeyen bu çok yönlü ayaklanma, birikmiş olan muazzam toplumsal acıların bir ifadesidir.

Sarı Yeleklilerin ayaklanmasını-2005 yılında banliyö sakinlerinin mücadelesi gibi-son yıllarda karşılaşılan çok daha yoğun mücadelelerden farklı kılan bir şey var.Önceki mücadeleler kurtuluş emaresi taşırken buradaki mücadele umutsuz bir çehreye sahiptir. 68 olaylarından ise bahsetmeye dahi gerek yoktur. 68’de öğrenci hareketi, işçi mücadelesinin sürekliliğinin temelleri üzerine kurulmuştu. Grev yapan 10 milyon sanayi işçisi, savaş sonrası yeniden yapılanmanın en yüksek noktasına darbe vuran adeta bir fırtına olmuştu. Bugün için durum çok net olmasa da büyük hareketleri yorumlamaya çalışan biri olarak, Fransa’da yaşananlar bana kitlesel işçi hareketlerinin sabote edici eylemlerinden ziyade hapishane isyanlarını hatırlatmaktadır. Bölgesel,kuşaksal ve sınıfsal anlamda farklılıklara sahip olan ancak var olan politik yapıya bir şans vermeyi ve müzakere etmeyi reddetme noktalarında ortaklaşan bir ayaklanmayla karşı karşıyayız. Kuşkusuz bu bir isyandır ve şu an için neye evrileceği öngörülemez durumdadır.

Sarı Yelekliler yanlış yaptığını kabullenmek istemeyen bir hükümetle karşı karşıya. Zor şartlar içinde manevra yapmaya çalışan Macron, ekonomik krizle başedemediğinden Merkel ile birlikte hegemonik bir Avrupa ittifakı kurmaya çalıştı. Böylece Fransa’nın yeniden yapılanmasının ve ekonomik krizden çıkışının bedelini bu ittifak üzerine yıkacaktı.Ancak bu hipotez başarısızlığa uğramış, en azından geçerliliği ciddi bir biçimde zayıflamıştır. Bu durum gerileme içine girdiğimiz anlamına mı geliyor? Macron ve çevresindekiler bunun bir olasılık olduğunu,en azından Merkel döneminin bittiğini ve Fransa'da devlet yapısının yeniden düzenlenmesi için kaynak oluşturması düşünülen hipotezin askıya alındığını biliyorlar. Avrupa Birliğinin kuralları, kuzey Avrupa bankacıları tarafından giderek artan bir şekilde yapılandırılmakta ve denge merkezi bu bölgelere doğru kaymaktadır. Macron’un kendini içinde bulduğu çıkmazdan kurtarması için iki yol var.İlk yol, varlık vergisinin (ISF) yeniden düzenlenmesi, en düşük maaşlı kişilerden bile -sözde fakirlere yardım için-kesinti yapılmasına sebep olan sosyal güvenlik katkısının (CSG) feshedilmesi (Örneğin aylık 500 avroluk emeklilik maaşından 50 avro kesilmektedir!) ve tabii ki benzin fiyatlarındaki artışların kaldırılmasıdır. (Aslında fiyat artışları önümüzdeki yılın başında elektrik, doğalgaz, telefon ve büyük olasılıkla üniversite harçları gibi tüm temel hizmetlere gelecektir.) Bunlar Macron'un kendisini destekleyen iktidar bloğu ile çatışmadan uygulayamayacağı seçimlerdir. Diğer yol ise olağanüstü hal koşullarını uygulamak veya parlamentoyu dağıtmak gibi radikal uygulamalardır.

Fakat çözüm için atılacak adımların önündeki asıl engel başkadır. Macron, tüm aracı kurumları ve vatandaşlarla direkt ilişkiye geçebileceği bütün yöntemleri ortadan kaldırdı ve bunları yeniden kurmayı başaramadı. Oportünist ve demagojik önerilerle ayaklanmanın engellenmesi ya da en azından kitlenin öfkesinin yatıştırılması (ki bu öfke hafife alınmamalıdır) mümkün olsa da çok zaman alacaktır. Söylediğimiz gibi bunun olması için süper zenginlerin vergilendirilmesine geri dönülmesi, petrol vergisi yerine sermayeye verilen dört milyar avronun yeniden dağıtılması gerekir. Tabii burada Macron’a tavsiye vermek bizim işimiz değil. Saygın kaynaklar, daha önce de belirttiğimiz gibi ayaklanmanın sonlandırılması için vergi düzenlemesi ile birlikte olağanüstü hal uygulamalarını içeren yasal önlemler konusunda oldukça ısrar ediyorlar. Böylelikle sadece güç kullanarak bu ayaklanmaya son verilebileceği ve ancak kitleler lehine yapılan mali reformlar sayesinde isyanın yeniden çıkmasının engellenebileceği kabul edilmektedir. Fakat böyle bir çözümün imkânsız olduğu aşikârdır.

Macron hükümetinin sosyal arabulucu olabilecek mekanizmaları kasıtlı olarak ortadan kaldırdığına daha önce değinmiştik. Buna karşılık ayna görüntüsüymüş gibi sarı yelekliler de sağ veya sol kesimden temsil edilmeyi ve arabuluculuğu reddetmektedirler. Bunun kanıtı, muhalefet partilerinin oyuna dâhil olma denemelerinde yaşadıkları zorluklardır. Sağ, harekette büyük bir ağırlığa sahip olduğunu iddia ediyor. Bu iddia aşırılık yanlısı gruplar için geçerli olsa da ulusal cephe için geçerli değildir. Sol ise araçsallaştırmanın eski yöntemlerini kullanarak harekete yakınlaşmaya çalışmakta. Sağcı bir hükümete karşı bu tarz bir isyanı kullanarak mücadele etmek gibi ahmakça fikirler ne yazık ki Fransa’da hâlâ canlı. Bu düşünceler boş hayalden öteye geçmemektedir. Bu durum işçi hareketleri tarihinde neredeyse hiç gerçekleşmemiştir. Gerçekleştiğinde ise işçi sınıfının militan yapısı ayaklanmanın kendiliğindenliğini desteklemiş ve onu örgütsel bir yapıya dönüştürmeyi başarmıştır. Şimdi gerçekleşen şey bu mu? Şehirdeki şiddetin başlamasıyla organize olan küçük sol gruplar ve bu tarz hareketlere tamamen yabancı kalmış olan CGT (Genel Emek Konfederasyonu), ne zaman işçi ücretlerinin artırılması için ısrarcı oldu? Bu noktada son bir şey daha eklemek istiyorum:Bu olayların Beş Yıldız gibi bir hareketi doğurabilmesi mümkün mü? Mümkün olabilir, olaylar başladığından beri bu tarz girişimlerde bulunuldu. Tabi bu durum onların başarılı olacağı anlamına gelmez. Fakat ileride bu konuyu tartışmak için zamanımız olacaktır.

Peki, şimdi ne olacak? Sarı Yelekliler tarafından çağrısı yapılan eylemlerin devam edip etmeyeceğini bekleyip göreceğiz. Ancak analizlerimizi geliştirmeye devam etmemiz gerektiği açıktır. İsyancı hareketleriyle karakterize edilen bir kitlenin sağa doğru eğilim göstermesindense toplumsal ilişkileri dönüştürmesi için gerekli güce erişebilir mi sorusunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bu konuyla ilgili ilk görüşüm şöyle: Bu tarz ayaklanmalar örgütlü bir şekilde dönüşüm sağlayamazlar ise siyasal sistem tarafından etkisiz hale getirilir. Aynı sonuç ayaklanmanın kendisini sağa veya sola indirgediği durumlar için de geçerlidir. Ayaklanma ancak kendi bağımsızlığı içinde asıl fonksiyonunu icra edebilir. İkinci görüşüm ise şöyle: Örgütten bahsettiğimizde parti yapısını -sanki sadece parti yapısı kitlelerin örgütlülüğünü sağlıyormuş gibi- kastetmiyoruz. Özerk bir kitle, karşı güç olarak işlev görebilir. Yani toplumun refahı için yeni alanlar ve fonlar sağlaması noktasında hükümete karşı zorlayıcı bir vizyona sahip olabilir. Kitlenin güçlenme ihtimali yoksa bile isyancı hareketin sistematik olarak sürdürülme ihtimali hep vardır. Bu durum “ikili güç” terimiyle tanımlanmıştı: Güce karşı güç. Fransa'daki olaylar bize kesin olarak bir şey söyler: Bu ikili güç halini sona erdirmek artık mümkün değildir. İkili güç durumu ya gizli bir şekilde ya da şu anki ayaklanmada olduğu gibi açık bir biçimde uzun bir süre varlığını devam ettirecektir. Bu nedenle militanların görevi “karşı-gücü” besleyebilecek yeni hedefler etrafında yeni dayanışma biçimleri inşa etmek olacaktır. Kitlenin bir sınıf haline gelmesinin tek yolu budur.

---------------------------

Yazar Hakkında: İtalyan post-Marksist siyaset teorisyeni Antonio Negri 1933 yılında İtalya'nın Padua kentinde doğdu. Bir süre Fransa’da zorunlu ikametinin ardından 1997 yılında İtalya’ya dönen Negri, hakkındaki hapishane cezasını tamamladıktan sonra 2003 yılında serbest bırakıldı. Yazarın Türkçeye çevrilmiş İmparatorluk (Micheal Hardt ile birlikte), Marx Ötesi Marx, Sürgün, Sanat ve Çokluk, Devrimin Zamanı, Lenin Üzerine 33 Ders, Dionysos’un Emeği/Devlet Biçiminin Bir Eleştirisi gibi kitapları bulunmaktadır.

Çeviri Haberleri

Esed'in mirasıyla hesaplaşmak geçiş hükümetinin önceliği olmalı!
Clarissa Ward'ın 'kurgulanmış' Suriye haberi CNN'in önyargısını bir kez daha ortaya çıkardı
Suriye’nin ‘gulyabanisi’ Mahir Esed nerede?
Baas çetesini deviren 11 günün hikayesi
Bir zalim, Filistin'in özgürlüğünün gerçek müttefiki olamaz!