Ethem Ruhi Fığlalı’nın kaleminden Kadiyanilik hareketi:
KĀDİYÂNÎLİK
(القاديانيّة)
Mirza Gulâm Ahmed Kādiyânî (ö. 1908) tarafından kurulan dinî hareket.
Mirza Gulâm Ahmed’in adına izâfetle Mirzâiyye, ortaya çıktığı yere nisbetle Kādiyâniyye adıyla anılır. Gulâm Ahmed’in 4 Kasım 1900 tarihinde yayımladığı bildiriyle Hz. Peygamber’in ismine işaret etmek üzere Ahmediyye olarak ilân edilmiş, bu tarihten itibaren gerek kendileri gerekse Batılılar bu adı kullanmışlardır. Müslüman âlimler ise bu adlandırmanın Gulâm Ahmed’in kendisine işaret etmek üzere yapıldığını belirterek Kādiyâniyye’yi tercih etmiş ve yakın dönem mezhepler tarihi literatüründe daha çok bu isimle yer almıştır.
Gulâm Ahmed, Hindistan’da Pencap eyaletinin Gurdâspûr bölgesinde küçük bir kasaba olan Kādiyân’da kendi ifadesiyle 1839 yılında dünyaya geldi. Oğlu Mirza Beşîrüddin Mahmud Ahmed ve diğer bazı Kādiyânîler’ce 1835’ten başlamak üzere çeşitli tarihler zikredilmişse de ağırlıklı olarak kabul gören doğum tarihi 1839’dur. Gulâm Ahmed’in ailesi, 1526’da Bâbürlü Devleti’nin kurucusu Bâbür ile birlikte veya ondan biraz sonra (1530) Hindistan’a göç eden Hacı Barlas soyundan gelmektedir. Gulâm’ın babası Mirza Gulâm Murtaza, kendi babası Mirza Hâdî gibi bir halk hekimi olup her ikisi de İngiliz idaresine karşı gösterdiği bağlılığın sonucu ailenin elde ettiği topraklarda tarımla uğraşmıştır.
Eğitimine Kur’ân-ı Kerîm, Arapça ve Farsça öğrenmekle başlayan Gulâm Ahmed, daha sonra mantık ve felsefe dersleri alıp babasından da hekimlikle ilgili bazı bilgiler edindi. Babası onu Siyâlkût’a gönderip bölge mahkemesinde hukukçu olmasını istedi. 1864’te Siyâlkût’a memur olarak giden Gulâm orada hukuk imtihanında başarılı olamadı, babasının çağrısı üzerine Kādiyân’a döndü (1868) ve inziva hayatı yaşamaya başladı. Bu süreçte Kur’an, tefsir, hadis alanında ve diğer dinler üzerinde çalışmalar yaparak denemeler kaleme aldı. Kendisinin “vahiy” dediği bazı sesler duyduğunu ileri sürmesi de bu yıllara rastlar. Gulâm Ahmed, 1876 yılından itibaren gazetelerde Hindular ve hıristiyanlara karşı yazılar yazdı. 1857 sipahi ayaklanması sonucunda tamamen İngiliz hâkimiyeti altına giren Hindistan’da Hindular’la hıristiyanların Hint müslümanlarına hücum ettiği bir dönemde İslâm’ı savunmak için girişilen bu faaliyet beklenen ilgiyi çekti ve Gulâm Ahmed’in pek farkına varılmayan kişiliği ön plana çıktı. Bu fırsattan faydalanan Gulâm Ahmed, Hindu ve hıristiyanlara karşı elli ciltlik bir reddiye yazacağını ilân ederek esere abone olunmasını istedi. Berâhîn-i Aĥmediyye adıyla Urduca kaleme alınan eserin ilk cildi yayımlandığında (Amritsar 1880) bir kısım müslümanlar tarafından heyecanla karşılandı. 1884 yılına kadar dört cildi neşredilen eserin ilk iki cildinde İslâmiyet, diğer dinlere karşı çeşitli yollarla ve bu arada birtakım ilhamlar, kerametler ve kehanetlerle savunuldu. III ve IV. ciltlerde vahyin kesilmediği, kesilmemesi gerektiği, Resûl-i Ekrem’e tam anlamıyla uyan bir kişinin peygambere verilen zâhirî ve bâtınî bilgilerle donatılacağı gibi konular ele alındı. Bu arada Gulâm Ahmed, İngiliz hükümetini överek silâhla cihad fikrine karşı çıktı. Başlangıçta elli cilt olacağı bildirilen Berâhîn-i Aĥmediyye’nin V. cildinin önsözünde (Kādiyân 1905) beş ciltle yetinildiği, böylece -elli ile beş arasında sadece bir sıfır farkı olduğundan- verilen sözün de yerine getirildiği ifade edildi.
Şeyh Ahmed Deedat'ın bir konferansında Bir Kadiniye'nin provakatif sorusuna verdiği cevap
Gulâm Ahmed 1303’te (1885) kendisinin hicrî XIV. yüzyılın müceddidi olduğunu ilân etti. Hindular’ın Arya Samac grubuyla giriştiği tartışmanın sonunda Sürme-i Çeşme-i Arya adlı kitabını yayımladı (Lahor 1886). 1 Aralık 1888’de Luziyana’da, Allah’ın kendisine taraftarlarından biat almasını ve ayrı bir cemaat oluşturmasını emrettiğini bildirdi. Gulâm Ahmed biraz daha ileri giderek 1891 yılında, aldığı vahiy ve ilhamlara göre Îsâ b. Meryem’in diğer nebîler gibi tabii bir ölümle öldüğünü, Allah’ın kendisini hıristiyanların ve müslümanların beklediği mesîh ve mehdî olarak gönderdiğini söyledi. Bu konudaki görüşlerini arka arkaya yayımladığı Fetĥ-i İslâm (baskı yeri yok, 1891), Tavżîĥ-i Merâm (baskı yeri yok, 1891) ve İzâle-i Evhâm (baskı yeri yok, 1891) adlı kitaplarında açıkladı. Bu açıklamalara göre Hz. Îsâ çarmıhta ölmemiştir. Öldü sanılarak mezara konduktan sonra kendine gelmiş ve yaralarını merhem-i Îsâ denen bir ilâçla iyileştirip İncil’i yaymak ve özellikle kayıp “on İsrâil koyunu”nu aramak üzere Keşmir’e seyahat etmiştir. Keşmir’de 120 yaşlarında ölmüş ve Srinagar’da gömülmüştür. Âhir zamanda gelmesi beklenen Mesîh Îsâ b. Meryem değil yaratılış bakımından ona benzeyen Muhammed ümmetinden bir kimse olacaktır. Müslümanların beklediği mesîh ile mehdî aynı kişi olup bu da Mirza Gulâm Ahmed Kādiyânî’dir. Gulâm Ahmed, hem Hz. Muhammed’in hem Îsâ’nın ruhunu taşıdığı için barışçıdır; cihadını kılıçla değil tebliğle yaparak İslâm’ı yayacaktır. Davasının doğruluğunu ispat etmek için ileri sürdüğü deliller, kendisine indirilen vahiy ve verilen mûcizeler sebebiyle ona inanmak zorunludur.
Bu aşırı iddialarından dolayı müslümanlar, hıristiyanlar ve Arya Samac mensupları Gulâm Ahmed’e şiddetle karşı çıktılar. Daha önce Berâhîn-i Aĥmediyye’yi öven Muhammed Hüseyin el-Batalevî, 29 Ramazan 1308’de (8 Mayıs 1891) Luziyana’da onun küfrüne dair bir fetva neşretti. Ancak Gulâm Ahmed bu karşı çıkışlara rağmen arka arkaya yayımlanan, Arapça kaleme aldığı Kerâmâtü’ś-śâdıķīn (baskı yeri yok, 1893), Ĥamâmetü’l-büşrâ (baskı yeri yok, 1893), Nûrü’l-ĥaķ (baskı yeri yok, 1894) ve Sırrü’l-ħilâfe (baskı yeri yok, 1894) adlı eserlerinde iddialarını sürdürdü, muhaliflerinin felâket ve ölüm gibi kötü gelecekleriyle ilgili kehanetlerde bulundu. 26-29 Aralık 1896’da Lahor’da Hindular tarafından düzenlenen dinler konferansına katılıp bu münasebetle İslâmî Uśûl ke Felâsifî (baskı yeri yok, 1899, The Teachings of Islam, trc. L. Luzac, London 1910) adlı eserini yazdı. Ardından İngiliz hükümetine bağlılığını dile getirip adalet ve iyilik yıldızı olarak gördüğü kraliçenin duacısı olduğunu açıklayan Tuĥfe-i Ķayśeriyye ile (Lahor 1899) Sitâre-i Ķayśere’yi (Lahor 1899) kaleme aldı.
Gulâm Ahmed, 10 Zilhicce 1317 (11 Nisan 1900) tarihinde kurban bayramı namazında Arapça bir hutbe okudu. Daha sonra el-hutbetü’l-ilhâmiyye başlığı ile yayımlanan bu hutbe üzerine (Kādiyân 1319/1901) taraftarlarından Mevlevî Abdülkerîm onun için “nebî” ve “resul” sıfatlarını kullandı (1901). Bağlılarından bazılarının itirazına rağmen Gulâm Ahmed, karşı çıkmadığı bu sıfatla ilgili olarak çok farklı yorumlarda bulunup kendisinin “yeni bir kitap getiren kişi” anlamında bir peygamber olmadığını, nübüvvetinin “Allah’ın has ve seçilmiş bir kulu” mânasında değerlendirilmesi gerektiğini, bu noktada nebîliğinin velâyet nuruna sahip bulunması sebebiyle mecazi anlamda zıllî (gölge) ve burûzî (yeniden belirme) biçiminde anlaşılabileceğini, ayrıca Allah tarafından kendisine haberler ilham edilmesi açısından “muhaddes” olduğunu ifade etti. Bu konudaki itirazlara karşı da Tuĥfetü’n-nedve (Kādiyân 1902) ve Ĥaķīķatü’l-vaĥy (Kādiyân 1907) adıyla iki eser telif etti. Gulâm Ahmed’in bu yorumları kendisinden sonra ikiye ayrılan taraftarları arasında ciddi tartışmalara sebep oldu. Kādiyân grubu onun gerçek anlamda nebîliğini ileri sürerken Lahor grubu Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu, ondan sonra hakiki veya mecazi anlamda hiçbir nebînin gelmeyeceğini, Gulâm Ahmed’in sadece müceddid yahut mesîh ve mehdî olduğunu ileri sürdü. Gulâm Ahmed 2 Kasım 1904 tarihinde Siyâlkût’ta, kendisinin müslüman ve hıristiyanlar için mehdî ve mesîh olduğu gibi Hindular için de Vedalar döneminde tanrı Vişnu’nun iki şahsiyetinden biri ve insanın tanrıyı tanımanın aracı olan Krişna-Avatar olduğunu ilân etti.
26 Mayıs 1908’de bir toplantı için bulunduğu Lahor’da ansızın ölen Gulâm Ahmed, ertesi gün Kādiyân’a götürülerek orada taraftarları için ayrılan Bihiştî Makbere’ye gömüldü. Cenaze namazından önce, onun 14 Aralık 1905’te yayımladığı vasiyetine uyularak sağlığında oluşturulan Sadr-ı Encümen-i Ahmediyye’nin ileri gelenlerinden Kādiyân’da hazır bulunanların katılımıyla yapılan seçimde Hakîm Nûreddin mesîhin birinci halifesi sıfatıyla hareketin başına getirildi.
1841’de Pencap’ın Sargoda bölgesinin Biheyre şehrinde doğan Hakîm Nûreddin 1880 yılında Taśdîķ-i Berâhîn-i Aĥmediyye (Siyâlkût 1890) adıyla bir kitap yazmış, böylece Gulâm Ahmed ile aralarında sağlam bir dostluk başlamıştı. Gulâm Ahmed’e nisbetle daha sistemli ve ciddi bir eğitim görmüş olduğu için gerek Arapça ve Farsça bilgisi gerekse dinî ilimlerdeki üstünlüğü onu hareket içinde ön plana geçirmiş ve perde arkasında hareketin fikir babası olarak tanınmasına yol açmıştır. Hakîm Nûreddin’in yönetimi sırasında mezhep içinde, Gulâm’ın oğlu Mahmud Ahmed’in küfür ve İslâm hakkındaki görüşleriyle 1913 yılında vuku bulan Kanpûr Camii ayaklanması yüzünden birtakım huzursuzluklar ortaya çıkmışsa da herhangi bir bölünme olmamıştır. Hakîm Nûreddin, 13 Mart 1914’teki ölümünden önce halifeliğe Gulâm Ahmed’in oğlu Mirza Beşîrüddin Mahmud Ahmed’i aday göstermişti. Bu arada Mevlânâ Muhammed Ali ve arkadaşları, Gulâm Ahmed’in vasiyetine bağlı kalınarak halife seçilmemesi ve mezhebin işlerini Sadr-ı Encümen-i Ahmediyye’nin yürütmesi gerektiğini ileri sürmüşse de Mahmud Ahmed mesîhin ikinci halifesi unvanıyla halifeliğe getirilmiş, diğer grup da Kādiyân’dan ayrılarak Lahor’a yerleşmiştir. Böylece hareket ikiye ayrılmıştır.
1. Kādiyân Ahmedîleri. Mirza Beşîrüddin Mahmud Ahmed’in önderliğindeki Kādiyân grubu, Gulâm Ahmed’in peygamberliğini ve ona inanmayanların kâfir olduğunu ileri sürmekle kalmamış, Mahmud Ahmed’in bütün dünyanın halifesi sayıldığını söylemiştir. Pakistan’ın kuruluşu üzerine (1947) Kādiyân Hindistan sınırları içinde kaldığından bunlar merkezlerini Pakistan’da yeni kurdukları Rebve şehrine nakletmişlerdir. Mahmud Ahmed’in (ö. 1965) yarım yüzyılı bulan idaresi kendi topluluğu için oldukça başarılı geçmiş, hakkında lehte ve aleyhte pek çok şey söylenmiştir. Mahmud Ahmed, Kādiyânîliği dünyaya yaymak için 1911’de oluşturulan ve kırk yaşını geçmiş her Kādiyânî’nin katılabildiği Encümen-i Ensârullah’ı kendi emrine tâbi bir kuruluş haline getirmiş, bu kuruluşa bağlı olarak 1918 yılından itibaren genel sekreterlik, ayrıca eğitim öğretim, propaganda ve tanıtım, iç ve dış işleri, maliye, ağırlama ve yerleştirme, basın yayın ve kutlu-mezarlık gibi birtakım teşkilâtlar ihdas etmiştir. Yine tanıtım amacıyla aylık Review of Religions (1902’den itibaren), Urduca el-Fażl (1913’ten bu yana), Amerika’da The Muslim Sunrise, Londra’da aylık The Muslim Herald gibi birçok dergi yayımlanmaktadır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm Melik Gulâm Ferîd tarafından İngilizce’ye çevrilmiş (Lahore 1969) ve bu çeviri esas alınarak çeşitli Batı ve Afrika dillerine de tercüme edilmiştir. Kādiyân grubu günümüzde (2001) mesihin dördüncü halifesi unvanıyla Mirza Tâhir Ahmed’in yönetiminde faaliyetlerini sürdürmektedir.
2. Lahor Ahmedîleri. Mevlânâ Muhammed Ali’nin önderliğinde Lahor’a yerleşerek Ahmediyye Encümen-i İşâât-ı İslâm adı altında başkanlık statüsü çerçevesinde organize olmuşlardır. Sayıları diğer Kādiyânîler kadar olmamakla birlikte onlardan çok daha faaldirler. Muhammed Ali’nin 1917’de tamamladığı Kur’an tercümesi (Chicago-Illinois 1973 [ayrıca çeşitli baskıları vardır]) akılcı bir yaklaşımla kaleme alınmıştır. Bunun yanında onun ve arkadaşlarının Londra, Berlin ve Endonezya’daki misyonları aracılığı ile İslâmiyet’i Batı’da yayma çalışmaları da etkili olmuştur. Urdu dilinde üç haftalık Peyġām-ı Śulĥ, İngilizce haftalık The Light, aylık Islamic Review and Muslim India (Arab Affairs), Almanca aylık Muslimisch ve diğer dillerde çıkan çeşitli dergileri vardır. Lahor Ahmedîleri Gulâm Ahmed’in peygamberliğinden söz etmemekte, onu sadece bir müceddid ve zaman zaman “mesîh-i mev‘ûd” olarak nitelemekte, kendilerini de İslâmiyet’in savunucuları ve yayılması için çalışan kimseler olarak göstermektedirler.
Kādiyânîler, Pakistan’ın kuruluşuyla birlikte yönetim kademelerinde önemli yerlere geldiler. Özellikle Kādiyân kolunun nübüvvet iddiası, küfür telakkisi, kılıçla cihadı reddetmesi ve Gulâm Ahmed’e inanmayanların kâfir sayılması gibi aşırılıkları Pakistan’daki müslüman halkı galeyana sevketmiş ve 1953 yılı başlarında patlak veren ayaklanmalar askerî tedbirlerle bastırılarak iş mahkemeye intikal ettirilmiştir (mahkeme kararlarının değerlendirilmesi için bk. An Analysis of the Munir Report: A Critical Study of the Punjab Disturbances-Inquiry Report [trc. ve ed. Hurşid Ahmed], Karachi 1956). Sonuçta Kādiyânîliğin her iki kolu da Pakistan Parlamentosu’nun 7 Eylül 1974 tarihinde aldığı kararla “İslâm dışı azınlık” olarak kabul edilmiş ve Pakistan anayasasının 260. maddesine eklenen bir fıkra ile, “Hz. Muhammed’in nübüvvetinin mutlak sonluğuna inanmayan, Muhammed’den sonra peygamberliğini iddia eden veya böyle bir iddiada bulunanı peygamber ya da dinî bir müceddid olarak tanıyan kişi anayasanın ve hukukun hedeflerine göre müslüman değildir” hükmü getirilerek Pakistan’da yaşayan Kādiyânîler faaliyetleri açısından ciddi biçimde kısıtlanmıştır. Nübüvvet, mehdîlik ve cihadın konumu dışında İslâm’ın temel ilkeleri açısından Ehl-i sünnet âlimleri gibi düşünen Kādiyânîler amelî bakımdan Hanefî fıkhına tâbidir (geniş bilgi için bk. Fığlalı, s. 169-184).
Günümüzde Pakistan dahil 2 milyon dolayında bir nüfusa sahip bulunan Kādiyânîler faaliyetlerinin ağırlığını Avrupa, Asya, Pasifik, Amerika ve kısmen Afrika misyonlarına kaydırmışlardır. Kādiyânîler’in her iki kolunun başlıca gelir kaynakları Kādiyân ve Lahor’a beytülmâl hissesi olarak gönderilmesi gereken zekâttır. İkinci gelir kaynağı her ay yapılan mecburi ödemelerdir. Buna göre her Kādiyânî, aylık gelirinin on altıda birini mecburi olarak ve düzenli bir şekilde hareketin malî organizasyonuna öder. Ayrıca fedakârlık ve cömertlik derecesine göre gelirinin onda birinden üçte birine kadar olan bölümünü hareketin fonlarına aktarır. Bunların dışında her Kādiyânî’nin, ölümü halinde malının onda birini mezhebe ayırması ve bu hususu önceden vasiyetine kaydetmesi istenir.
Kādiyânîlik hakkında gerek kendi mensupları gerekse müslüman ve hıristiyan müellifler tarafından kaleme alınmış kitap ve makalelerden meydana gelen zengin bir literatür vardır. Gulâm Ahmed’in kırk civarında eseri Urduca, Arapça, Farsça ve İngilizce olarak yayımlanmıştır. Kādiyân ve Lahor kolları tarafından yazılıp neşredilen yüzlerce kitap, broşür ve dergi vardır. Kādiyân kolunun en önemli eserleri Mirza Beşîrüddin Mahmud Ahmed’in kaleme aldığı Ahmadiyya Movement (Lahore 1971), Ahmadiyyah or The True Islam (Lahore 1972), Introduction to the Study of the Holy Qurǿān (Lahore 1969) ve Muhammed Zafrullah Han’ın Islam-Its Meaning for Modern Man (London 1962) adlı eseridir. Lahor kolu için Mevlânâ Muhammed Ali’nin The Ahmadiyyah Movement (Urduca’dan trc. S. Muhammad Tufail, Lahore 1973), The Finality of Prophethood (Urduca’dan trc. S. Muhammad Tufail, Woking-England 1966), The Religion of Islam (Lahore 1971) adlı eserleri zikredilebilir. Ayrıca Avrupa, Amerika, Afrika ve Asya misyonları tarafından gerçekleştirilmiş pek çok yayın mevcuttur.
Kādiyânîlik’le ilgili olarak müslümanlar ve hıristiyanlarca yapılan çalışmaların büyük çoğunluğu reddiye mahiyetindedir. Bunlardan, mezhebin doğuşu sırasında Muhammed İkbal’in yazdığı Islam and Ahmadism ile (Meerut, ts., son baskılarından biri, Lahore 1980) ve Howard Arnold Walter’in The Religious Life of India: The Ahmadiyya Movement (Mysore City 1918) adlı eseri özellikle zikredilmelidir. Mezhep hakkında önemli bilgiler veren diğer eserlerden Ebü’l-A‘lâ el-Mevdûdî’nin Mâ hiye’l-Ķādiyâniyye (trc. Halîl Ahmed el-Hâmidî, Küveyt 1389/1969), Ebü’l-Hasan en-Nedvî’nin el-Ķādiyânî ve’l-Ķādiyâniyye (Beyrut 1387/1967), İhsan İlâhî Zahîr’in Qadiyaniat (Lahore 1975), Hasan Îsâ Abdüzzâhir’in el-Ķādiyâniyye: Neşǿetühâ ve teŧavvuruhâ (Küveyt 1980) adlı kitapları da kaydedilmeye değer niteliktedir. Ethem Ruhi Fığlalı Kādiyânîlik: Ahmediyye Mezhebi adıyla bir doçentlik tezi hazırlamış (İzmir 1986), bunun özeti Kādiyânîlik ismiyle de yayımlanmıştır (Ankara 1994). Ayrıca Hint alt kıtasının son dönemiyle çağdaş İslâm hakkında bilgi veren bütün kitaplarda Kādiyânîliğe atıflarda bulunulmuştur.