Birkaç değini..
1- Bugünlerde başta çocuklara yönelik tasallut, tasaddî vs. alçaklıklar olmak üzere benzer konular için, ceza kanununda yeni düzenlemeler yapılması tartışılıyor. Başbakan Yard. Prof. Receb Akdağ, özellikle de çocuklara tecavüzleri ve öldürülmeleri gibi alçaklıklara (önceki idâm cezası yerine getirilen) ‘ağırlaştırılmış müebbed /ömür boyu hapis’ verilmesine dair kanun değişikliği hazırlıklarını izah ederken bile zorlanıyordu, TRT’de, 28 Şubat sabahı.. Çünkü, konunun sadece iç hukuku ve (AB kriterlerine uygun olmak açısından) dış siyaseti ilgilendiren yönü yok; Müslüman halkımızın vicdanının rahatça kabullenebileceği bir çözüm yolu olmasını gerektiren itiqadî ve ahlâkî yönü de var.
Tayyib Bey de, ‘idâm cezasını kaldırmakla yanlış yaptık..’ demişti geçen hafta.. O halde yanlışın düzeltilmesi gerek..
Hatırlanacağı üzere, idâm’ın kaldırılması, önce, A. Öcalan’ın Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesi sırasında B. Amerika’nın, bu kişinin idâm edilmeyeceğine dair aldığı taahhüdle fiilen; sonra da AB’ye üyelik için getirilen şartın gereği olan kanunî değişikliklerle gerçekleşmişti.
Şimdi sapıklık haberlerinin medyada yer almadığı gün yok gibi.. Ve bu haberlerin medyada yer alması bile, alçak ruhlar için bir teşvik oluşturuyor. Öyleyse, bu ahlâksızlığın, toplumu bir cinnet veya çaresizlik girdabına sürüklememesi için, idâm tedbir olarak getirilmeli değil midir?
*
Bu suçlardan ayrı olarak, savaş zamanlarındaki hıyanetleri işleyenler için veya toplumu silahlı ayaklanma çağrılarıyla veya silahlı mücadelelerle kendi isteklerine boyun eğmeye zorlayan ya da,
taammüden (kasıdlı olarak, planlıyarak) ve canavarca duygularla bir veya birçok kişiyi öldürmelerde de, kaatillere ‘idâm’ yolu açılmalıdır. AB veya sair uluslararası odakların dayatmalarına da aldırılmamalıdır.
*
2- TSK’nın Afrin Harekâtı’nda ‘sivil ölümlerine yol açıldığı’ olduğu şeklinde özellikle Batı dünyasındaki mâlum medya organlarında yer alan propagandalar tabiîdir. Kimse düşmanına çiçek sunmaz ve çiçek sunduğunda bile bir tuzak gizlidir.
Elbette, kasden sivil-silahsız kimselere zarar veriliyorsa ona karşı çıkılmalıdır. Yazık ki, bizim dikkatlerimiz ancak emperyalist dünyadan yükselen itirazlara odaklanıyor, genellikle.. Ama, Amerikan emperyalizminin, Rakka’yı DEAŞ’tan kurtarmak adına yaptıkları veya Rusya ve İran’ın İdlib ve Doğu Guta başta olmak üzere, bizzat veya Beşşar’a yaptırdıkları ağır bombardımanlarda can veren onbinler üzerinde de pek durulmadı.
Bu, ‘sivil ölümü’ iddiaları elbette rahatsızlık verir. Ama, Akit gazetesinin tv. yayınındaki bir yorumcunun, bu iddialara cevap verirken, ‘Sivilleri öldürmek istesek niye taa Afrin’e gidelim..’ deyip, ‘İstanbul’un bazı lüks semtlerini ve Meclis’i zikretmesi ‘akıl tutulması’yla bile te’vil edilemeyecek bir ruh hâlini yansıtmaktadır.
Kendisi gibi düşünmeyenleri kendi iradesine boyun eğdirmek arzusu, 1930’lu yıllara aid, ‘İhtimal ki, bazı kelleler koparılacaktır..’ şeklindeki vandallığın başka zaman ve mekânlarda hortlatılması hevesidir. Bu gibi çözüm yollarının mezarlıkları genişletmekten başka bir netice vermediği hâlâ anlaşılmamış demek ki..
*
3- Hürriyet yazarı A. Hakan’a: İlâhiyatçı Prof. F. Beşer Hoca’nın, ‘hastaların hastanelerde kadın-erkek, aynı koğuşta bulunmalarını doğru bulmadığı’na dair görüşlerini eleştirmeniz, sanıyorum ki sizin yetiştiğiniz aile ve kültür atmosferine de aykırıdır. Çünkü, hastalar bazan ‘çıplak’ olarak bile tutulurlar.
Batı Avrupa ülkelerindeki hastânelerde bile böyle bir karışık koğuş birliğine gayrimüslim hastalarca da itiraz edildiğini ve şuûrları açık en ağır hastaların, mahrem bölgelerini hemcinslerinden bile reflektif olarak korumaya çalıştıklarını bir ameliyat sırasında şahsen de müşahede etmişimdir.
F. Beşer Hoca kendisini savunur, elbette.. Ancak, yazınızda sözünü ettiğiniz kitapla ilgili olarak da şunu ifade etmeliyim. Beşer Hoca, 5-6 yıl önce Köln’e geldiğinde, -yâni F. G.’in henüz kanûnî takibata uğramadığı dönemde-, o kitaba o ismi kendisinin vermediğini belirtmişti.. Bilgilerinize..
*
Star