Şantaj ve Şeref

KENAN ALPAY

Şantaj kasetleri ister gerçek isterse montaj-dublaj olsun her zaman siyaset ve toplumun esareti, ipotek altında tutulması sonucunu doğurdu. Ne yazık ki Türkiye bu kirli yöntemle tırmandırılan ahlak dışı savaşlara son dönemde daha yoğun bir biçimde muhatap oldu. Üstelik daha önceden bu kirli tezgâh devletin resmi istihbarat örgütünün tekelindeyken post-modern süreçte bu alanda rekabet renklendi ve çeşitlendi.

Ulus devletin pragmatik zihniyeti ve oportünist pratiğinden neşet eden “amaç her türlü vasıtayı meşru kılar” prensibi sadece bürokratik kademeleri kendine benzetmekle sınırlı kalmadı. Akademi, medya ve sermaye sınıflarından sonra kimi sivil toplum ve cemaat gibi oluşumlar da iktidar mücadelesi verdikleri alanlarda devletle aynı yöntemleri kullanma yoluna girdiler. Otoriter ve totaliter yapısıyla bütün bir hayatı kuşatan ulus devlet sadece kendisini takdis edenleri değil maalesef ki dönüştürme iddiasındakilerden bir kısmını da terbiye etmeyi başarmış oldu böylelikle.

Tanklar Kışlaya, Kasetler Medyaya

Şantaj kasetlerine olan ilgi ve alakanın arttığı dönem esasen darbe için harekete geçirilen tankların geri çekilmeye mecbur olduğu dönemlere denk gelir. Kasetlere yüklenen taktik ve stratejik misyonun tanklara yüklenen misyonla ters orantılı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Yanlış olan bu sürecin Fethullah Gülen’e bağlı kadrolar marifetiyle siyasal-toplumsal alana sürüldüğüne dair oluşturulan temelsiz algıdır. Oysa güvenlik bürokrasisinin değişik kademelerinde yer alan ve daima bulunduğu alanlarda hâkimiyet kurmayı şiar edinen F. Gülen’e bağlı kadrolar bu kirli yöntem ve projeyi Kemalist devlet yapısı dâhilinde tecrübe edip öğrendiler. Bu tecrübelerini daha derin ve ileri teknolojik unsurlarla donatmaları ise uluslararası deneyimlerin artmasıyla birlikte mümkün olmuştur.

Fethullah Gülen’e bağlı kadroların hormonlu bir biçimde büyüyen, ölümcül boyutta tekel oluşturan ve nihayet kendisini tartışmaya açanlara dünyayı dar eden ‘hizmet’ anlayışlarında bu şantaj kasetlerinin de önemli bir yer tuttuğu neyse ki iyice belirginleşti ve idrak edildi. Artık siyaset ve temsil ettiği toplumun üzerine düşen öncelikli vazife kendisini tanklardan ziyade şantaj kasetlerinden korumak ve kollamaktı. Tanklar bedenleri ezip geçerek, kasetlerse itibar ve iffet duygularını yerle bir ederek toplum ve siyaset üzerinde hegemonya kuruyor çünkü.

Kasetler üzerinden yürütülen siyaset ve projelerin çok önemli bir güç temerküz etmek kadar başka sonuçlar da doğuruyor. Şantaj organizasyonuna yönelik duyulan derin korku, bir eşik aşıldıktan sonra çok daha fazlasıyla tiksinti, nefret ve düşmanlığa dönüşüyor hemen her zaman. Bugün gelinen aşamada uzun yıllar boyunca siyaset ve toplumda ‘hizmet’le anılan mezkûr yapının nasıl bir tiksinti, nefret ve düşmanlık kaynağına dönüştüğü meselesi ibretlik bir durumdur.

Fethullah Gülen’e bağlı kadrolara ilişkin yapılan “öncelikli düşman konsepti” değerlendirmesi artık askerlerin başını çektiği oligarşik yapının değil siyaset ve toplumun meselesi haline gelmiştir. Öyle ki artık siyaset ve toplumun vesayete karşı mücadele önceliği değişti. Bu durum ise bazı aşırılıkları, dengesiz ve tutarsız söylem ve davranış biçimlerini tetiklemeyi beraberinde getirdi. Adeta “bunlardan her şey beklenir” perspektifi topluma egemen oldu. Hatta “bunların işlemeyeceği günah ve suç yoktur” denilerek alakalı-alakasız, ispatı mümkün olan-olmayan her türlü yafta yapıştırma yarışında rol almak isteyenler de görüldü. Bu yol ve yöntem artık sahiplerini ve geniş kitleleri vurmaya başladı.

İffet, Orta Malı Değildir!

Şantaj kasetleri meselesinin MHP Milletvekili ve Meclis Başkan Vekili Meral Akşener’e ilişkin bir boyutla tekrar sahne almasıysa aslında bu yol ve yöntemin sahiplerini ve geniş kitleleri vurmaya başladığına dair yeni bir örnek oldu. A Haber’de Cemil Barlas ve Latif Erdoğan’ın Meral Akşener’i şantaj kasetleriyle irtibatlandıran diyalogları hiçbir ahlaki kritere uygun olmamıştır.  Her ne kadar Latif Erdoğan şu açıklamayı yapmış olsa da: "Meral Akşener'e atılan kaset iftirasını asla kabul etmiyorum. Benim kastım, alçakça hazırlanmış böyle bir kasetin varlığını söylemektir. Yoksa o kasetin içeriğini kabul anlamında değildir."

Cemil Barlas’ın “Onun da kaseti mi var nesi var, nasıl ele geçirdiler” cümlesi de Latif Erdoğan’ın “O kaseti olan birisidir ve şu an esaret altındadır. Paralelcilerin elinde bir kadın için hiç de yakışmayacak kasetler var. O artık bir esire durumundadır. Ne derlerse yaptırırlar. Şu an acınacak halde. Bu kesin… Bunu ben bilgi olarak söylüyorum.” cümleleri de kelimenin tam anlamıyla bir faciadır. Tevil ederek değil ancak alenen özür dilenerek mesele vuzuha kavuşturma yolunda adım atılabilir.

Meral Akşener’in Müslüman bir kadın olarak İslam hukukunu işaret etmesi ve “80 değneklik kısas” talebinde bulunması meselenin ne kadar hayati olduğunu anlamaya yanaşmayanlar için sarsıcı olmalıdır. Ancak önemli bir hatırlatması daha var Akşener’in: “Kadınların namusu, şerefi, iffeti  ve can güvenliği devleti yönetenlere aittir. Bundan sonrası bu ülkeye yönetenlerin işidir, görevidir.

Son olarak: Siyasi gündemi kritik ederken yapılacak yanlışların, gafların hatta kimi suçların da telafisi olur. Fakat namuslu bir kadının iffetine, izzetine, şerefine gölge düşürmenin telafisi asla ve kat’a olamaz.