Sanırsınız ki Herkesin İçinden Bir Nihal Atsız Çıktı!

‘’Bir Suriyeli miti oluşturuluyor ve bu mitin etrafında şehir efsaneleri örülüyor. Öfke ve duygular harekete geçiriliyor. Sokakta gördüğü üç beş dilenciye bakıp tespit yapanların çözümleri alkış alıyor ki sahiden akla ziyan bir durum...''

Ayşe Böhürler’in Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı şöyle:

Ateş kapıya gelmeden bakalım…

İstanbul’da 17 milyon nüfus içerisinden 500 bin Suriyeliyi, ekonomiden, dış politikaya, ve hatta özelde aşk meşk ilişkilerine kadar bütün sorunlarımızın odağına oturttuk. Kendimize süper bir maske bulduk kısacası.

Bilumum muhalefet ve orada yükselen trende ram olmak isteyen birçok kişi de bu ateşe körükle yaklaşıyor. Akla ziyan yazılar, yorumlar, analizler... Sanırsınız ki herkesin içinden bir Ziya Gökalp veya bir Nihal Atsız çıktı! Yok, yok bizimkiler onlara da rahmet okutur. Sanki ırkçılığın ağa babası sayılan “Öjeniks Cemiyeti”nin Türkiye bayisi olmaya karar verdiler!

Avrupa sağcıları olan bitene ‘Avrupa’da İslam İstilası’ diye karşı çıkıyorlardı, bizimkiler de ‘Türklüğümüzü kaybedeceğiz’, ‘asimile olacağız’ filan gibi gülünç iddialar ileri sürüyorlar. Rahmetli Sakallı Celal’i yine anarak ‘bu kadar cehalet ancak okumuşlukla mümkün olabilir’ diyelim…

Bu ülkeyi kuran Mustafa Kemal Atatürk bile Misak-ı Milli sınırları dışında kalan Selanik doğumlu iken, özellikle Kemalistlerin bu iddialara sarılmaları tuhaf!

Avrupa sağını güçlendiren Suriyeli mülteci akınında ‘Suriyeli istemiyoruz!’ diyenlerin en çarpıcı manşetleri ‘İslam istilası’ idi. Kendi içlerinde çok eleştirildi ancak Hristiyanlar için olabilirdi. Okuduklarıma bakarak, bizimkiler de herhalde benzer duygu içindeler diye düşünüyorum. İslami kimliğe ve ona sahip çıkanlara yönelik eleştirilerini tersyüz edip aynı formatta bu eleştirileri Suriyeliler üzerinden yineliyorlar. Söylem çevrilse de zemin, zaman, toprak, illiyet uymuyor. ‘Bizi Türklüğümüzden edecekler’ vizyonuna ‘ne vizyonmuş ama!!!’ deyip hala gülüyorum.

Bu konuyu akademik literatürden veya gazetelerden değil, sahadan bilen birisiyim. Suriye’ye ilk gidişim 2004’tür. Türkiye’de yoğun oldukları şehirlerin dışında onların hikayelerini 7-8 ülkede bulunarak izledim. Farklı yerlerdeki tanıklıklar konuyu çok farklı açılardan görebilmemi sağladı.

Uzun yılların birikimini içeren verilerle konuya baktığımda sahada bir psikolojik harekâtın yürütüldüğünü görüyorum. Yalan yanlış malzemeler itibar görüyor. Bir minik parça gerçeğin tamamı gibi sunuluyor. Öyle ki gerçeğin bütününü görmemize mani oluyor. Bir Suriyeli miti oluşturuluyor ve bu mitin etrafında şehir efsaneleri örülüyor. Kafalar bulandırılıyor, öfke ve duygular harekete geçiriliyor. Böyle bir noktada akıl elbette devreden çıkıyor. Sokakta gördüğü üç beş dilenciye bakıp tespit yapanların çözümleri alkış alıyor ki sahiden akla ziyan bir durum…

2016’da ‘Avrupa’nın Mültecilerle İmtihanı’ diye bir belgesel yapmıştım. Devamını da çalışıyorum. Ancak gördüğüm tabloda bizim imtihanımız daha çetin olacağa benziyor. Bu sürece İstanbul’dan değil de Gaziantep gibi Nizip gibi, Urfa gibi, Kilis gibi, Hatay gibi Arap nüfusu yoğun il ve ilçelerden bakmanın faydalı olacağına inanıyorum. Buradaki her geri gönderme o bölgeleri derinden etkileyecek. Sözün özü konuya ahkam kesmek istemedim ve tuttum Gaziantep’e gittim. Çünkü Gaziantep, göç yönetimini en başarılı yapan illerin başında geliyor. Bunda Belediye Başkanı Fatma Şahin’in tecrübesi, konuya çeşitli tarafların katılımının sağlanması ve sivil kuruluşlarla diyalog içinde meseleyi herkes için en optimum noktada çözme çabalarının payı büyük. Niziplilerle, sivil kuruluşlarla konuştum. Sorun yok mu? Elbette var ancak buradan büyütüldüğü gibi değil. Ve İstanbul’da konuyu ele alış tarzı sınır şehirlerimizi ve hatta sınır ötemizi etkileyecek ve hiç istemediğimiz pek çok sorunu bir çığ gibi ortaya çıkaracağa benziyor. Bir bardak suda vatan elden gidiyor diye fırtına koparanların hesap edemediği ya da hesap ederek yaptığı bu kampanyaların Türkiye’nin geleceğine etkisinin büyük olacağına inanıyorum.

Sorunun çözümünün güvenlik dışındaki alanlarda yerel yönetimlere bırakılmasının, çözümün temelini oluşturduğuna inanıyorum. Ki yakından gözlemlediğim Avrupa örneği de en doğru yaklaşımın bu olduğunu gösteriyor. Var olan sorunların çözümü yerel politikalardan geçiyor.

Gaziantep örneğini İstanbul’da yerel olarak benimsemeli. Suriyelilerin yoğun olduğu bölgelerde onlarla diyalog kurmadan genel geçer medya bilgisiyle hareket eden yerel yöneticiler sorun çözmez, tam tersine sorunları ağırlaştırırlar. Birçok yerde sorunlar çok kısa müdahaleler ile halledilebilecek iken konu bir ulusal mesele haline geliyorsa yerelde ne olmuyor ona bakmak gerekir.

Diğer taraftan Suriyelilerin gönderilmesiyle karşımıza çıkacak sorunlar çok daha büyük. Hem de öyle “her şey çok güzel olacak” laflarıyla halledilecek türden de değil.

Güvenli bölge henüz oluşmadı, gönderilecek yerlerin bir bölümü halen bombalanıyor bir bölümü de YPG/ PKK güçlerinin elinde. Amerika bu bölgedeki Arap unsurları güçlendirmek istiyor. İdlib her gün bombalanırken gidecekleri evleri, şehirleri olmayan Suriyelilerin gidebilecekleri en güvenli bölge burası haline geliyor. Hayata kalabilecekleri yaşamlarını idame ettirebilecekleri bir yer yok. Gönderdiğimiz her Suriyeliyi kısa sürede potansiyel düşman haline getirebiliriz.

Suriyelilerle sahada irtibatı kesip onlarla diyalog kapılarını kapatırsak ortaya çıkan resim Türkiye’nin hayrına olmayacak. Doğa boşluk kabul etmez. Bölgede Suudi Arabistan’dan Çin’e İsrail’e onlarca istihbarat örgüt cirit atıp adam devşirmeye çalışırken, Batı Avrupa ülkeleri onlarla diyaloğu güçlendirip eğitimli nüfusu ülkelerine almaya çalışırken, birçok şirket bölgede ticaret yapmaya çalışırken ortaya çıkan Suriyeli karşıtlığı Türkiye’ye zarar vermek dışında hiçbir amaca hizmet etmez. Yapılanlar bir avuç darı için saman yakmaya benziyor!

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?