Avrupa Birliği’nden çıkma telaşesi içerisindeki İngiltere’nin Başbakanı Theresa May Amerika seyahatinin dönüşünde ülkesine uğramadan Türkiye’ye geldi. Amerikan Başkanı Trump’la görüşmesinin hemen ardından May, uzun ve yorucu bir uçuşun ardından Başbakan Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la bir dizi görüşme yaptı. Bu ziyaret Türkiye ve İngiltere arasında imza edilen ticari anlaşmalar üzerinden okundu daha ziyade olarak.
May’in ziyaretinde ticaret hacminin geliştirilmesine yönelik görüşmeler gerçekten de ağırlıklı bir yer tutuyor. Ancak görüşmenin içeriği epeyce farklı alanları ihtiva eden ortak payda arayışlarıyla zenginleştirilmiş durumda. Mesela Suriye, Irak, Kıbrıs, mülteci krizi, IŞİD’le mücadele gibi konular bunlar arasında. Bu konuların konuşuluyor oluşu çözüme varıldığı, varılacağı veya Türkiye’nin İngiltere’ye güvendiği anlamına gelmiyor elbette. Konuyu bu bağlamda değil İngiltere’nin hızlı bir biçimde Türkiye ile ortak payda arama gayretlerini arttırması açısından değerlendirmek daha doğru olur. İlaveten İngiltere ile savunma sanayi alanında varılan mutabakatla ortak savaş uçağı üretimi, motor, radar ve silah üretimi kararını almaya iten sebeplere odaklanmak uluslararası dengelerin çözümlenmesine ciddi bir katkı sağlayacaktır.
Türkiye’nin Avrupa ve Amerika yönetimiyle yukarıda bahsi geçen alanlarda ayrıştığı hatta esaslı çatışmalar yaşadığı bir vaka. Bu gerilimlere bağlı olarak özellikle Rusya ile daha genelde Şangay İşbirliği Örgütü ile yakınlaştığı biliniyor. Ticari, askeri, diplomatik alanlarda Avrupa ve Amerika’nın yıpratma ve yalnızlaşma politikalarına alternatif bir partner olarak Türkiye’nin Rusya’yı öncelemesi görüldüğü üzere meyvelerini veriyor. Bu meselede en büyük yanlış; Rusya’nın gönüllü stratejik bir tercih şeklinde, bütün işgal ve katliam sicilinden arındırılarak kamuoyuna takdim edilmesinde tebarüz ediyor.
Rusya veya Çin’le olan ilişki, Avrupa veya Amerika’yla olan ilişki gibi hegemonyalarını zayıflatmaya, aralarındaki çelişkilerden istifade etmeye yönelik taktik bir ilişkidir. Bu taktik ilişki meselesi kısa vadeli, salt geçici faydaya dayalı bir ilişki olarak anlaşılmasın. Tabiatları itibariyle emperyal/sömürge tecrübeleriyle var olmuş bu devletlerin ahlak ve hukuk temelinde bir ilişkiye rıza ve ikna yoluyla geçebilmeleri hiç mümkün değil. Bu süreci ister istemez onları zayıf yönleri, içine düştükleri açmazları, müttefikleriyle yaşadıkları iç çelişkileri veya küresel rekabetin ortaya çıkardığı riskleri kullanarak yönetme durumu kendini dayatıyor.
Avrupa ve Amerika’da keramet aramak ne kadar doğru idiyse Rusya ve Çin’de de keramet aramak o kadar doğru olur. Eğer son dönem üzerine birçok güzelleme yapılan, övgüler dizilen Şangay İşbirliği Örgütü’nün, Rusya ve Putin’in hakiki dostluğu üzerine yapılan hikâye tadındaki analizlerin bir sonucu varsa o da İngiltere örneğinde olduğu gibi anlaşma yapmak üzere kimi ülkelerin seferber olmasıdır. Hatırlayalım kısa bir zaman önce Çin’le füze savunma sistemi anlaşması yapılmış ve NATO ülkelerinden gelen tepkiler üzerine anlaşma iptal edilmişti. Önceden NATO ittifakı bu gibi savunma/savaş sistemlerini ne veriyorlar ne de bir başka ülkeden alınmasına müsaade ediyorlardı. Nihayet Rusya ve Çin’e yönelik geliştirilen politikalar somut bir takım sonuçlar verme aşamasına gelmiştir.
Önümüzdeki süreç Almanya’nın mevcut dengeleri kendi lehine değiştirmek üzere girişeceği adımların Türkiye bahsinde nasıl şekilleneceğini gösterecek. Zorlu, sıkıntılı, zikzaklı ilerleyen diplomatik ilişkiler Trump’ın söylem düzeyinden fiiliyata taşıdığı ırkçı-ayrımcı politikalarla yeni bir evreye geçecek. Türkiye’nin Suriye, Irak ve Kıbrıs’ta aleyhine işletilen pozisyonunu tersine çevirmesi için daha güçlü, istikrarlı ve kuşatıcı politikalar üretmesi gerekiyor.