Sancısız Doğum Olmaz

MUSTAFA SİEL

Yaşadığımız günler neredeyse tüm islam coğrafyasının bir ateş topu haline geldiği, bir hercü merc halini yaşadığı, dehşetli acılarla kıvrandığı günler. Yıllardır sürüp gitmekte olan sancılı ve acılı coğrafyalara, gün geçmiyor ki bir yenisi eklenmesin.

Bu sancılı coğrafyalarımızın sadece isimlerini saymaya kalksak bir sayfa dolacak. Kafkasya, Doğu Türkistan, Afganistan, Pakistan, Bosna zaten yeterince içimizi kanatıp duruyordu yıllardır.

Son yıllarda Suriye, Myanmar derken geçmişte yaşadığı acıların üzerine Irak'ta tekrar sürükleniyor bir ateş girdabının içerisine ve en son Bangladeş'te yaşanan bina çökmesi ve peygamberimize hakareti proteste eden müslümanlara yapılan katliamlarda şehit olan binler tuz biber oluyor mevcut yaralarımıza.

Bazılarının Canı Can, Bazılarının ki Sadece Sayı

İnsanlarımız pervasızca öldürülüyor ve su gibi kan akıyor coğrafyamızda. Yetişkin erkeklerden ve Allah yolunda savaşanlardan geçtik, kadınlarımız ve çocuklarımız da fazlasıyla payını alıyor bu acılardan.

Duyduklarımıza ve gördüklerimize inanamıyor, inanmak istemiyoruz, olan bitenin bir yanılsama olmasını arzuluyor bilinç altımız. Lakin şunun da farkındayız ki, yaşanan acı gerçekler bizim duyduklarımızdan ve gördüklerimizden kat ve kat daha fazla maalesef.

Artık katliam ve zulümlerin adı yok, sadece istatistiki sayılar var. Suriye'de şu kadar insan öldürüldü, Bangladeş'te çöken binanın enkazından şu kadar ceset çıkarıldı diye geçiyor haber şeritleri gözümüzün önünden.

Amerika'da terör saldırısında öldürülen 2-3 kişiye gösterilen ilgi, coğrafyamızda öldürülen 2 - 3 bin kişiye gösterilmiyor. Batılı medyadan ve içimizdeki batıcı medyadan geçtik, coğrafyalarımızdaki ve memleketimizdeki islamcı medya bile gereken ilgi ve duyarlılığı göstermiyor yaşanan acılara.

İçimizdeki Gafil Ve Beyinsizler

Batılılardan ve içimizdeki batıcı yazar ve kanaat önderlerinden vaz geçtik, kendilerini islamcı olarak niteleyenler bile, bu acılarla kıvranmak ve çözüm için canhıraş gayretler sarf etmek yerine, sanki roman yada film eleştirmenleri gibi acı çeken ve zulme uğratılan insanları eleştirmekle uğraşıyorlar. Bunların bu tutumlarını görünce, Nasrettin Hoca'nın, eşeğinin çalınması üzerine kendisini yeterli tedbir almamakla suçlayan komşularına söylediği "hırsızın hiç mi suçu yok" sözü geliyor aklımıza.

Ne acıdır ki, bu acıları yaşatanlar sadece batılı müstekbir ve işgalciler değil. Daha fazla ve daha şedit olarak içimizdeki beyinleri yıkanmış, batı aşıklığının gözlerini kör ettiği ve batıya uşak kıldığı işbirlikçi rejimler çektiriyor bu acıları bize. Ve daha daha acısı, islam adına, islamın çeşitli ekol ve mezhepleri adına bu katliam ve zulümlere imza atan "içimizdeki beyinsizler" çektiriyor bu acıları bize.

Dünyada Her Şey Bir Gün Biter

Bu acıları değil dindirmeye, hatırlamaya ve hatırlatmaya bile takatimiz yetmiyor. Sesimiz soluğumuz kısılıyor saymaya ve haykırmaya kalksak. Çekilen acılar, gelişen olaylar, katledilen, işkence ve tecavüz edilen insanlar bir film şeridi gibi geçiyor gözümüzün önünden.

Öyle ağır bir acı girdabı içerisindeyiz ki, şehitlerimizin yasını bile tutacak imkanımız olmuyor. Sadece içimizde bir sızı ve boşluk oluşuyor bu yaşananlar karşısında.

Nereye kadar sürecek bu acılar, ne zaman doğacak güneş, ne zaman gülecek yüzümüz ve ferahlayacak içimiz? Bilemiyorum, hiç kimsenin de bildiğini sanmıyorum. Lakin bir husus var yakin bir kanaate sahip olduğum.

Bu süreç ve bu acılardan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diye düşünüyorum. Bir gün mutlaka bitecek olan bu süreç ve acılar olgunlaştıracak islam dünyasını ve yüzyıllar önce çıkmış olduğu gerçek rotasına tekrar döndürecek, su tekrar yatağını bulacak diye ümit ediyorum.

Ümmetin Yeniden Doğuş Sürecinin Doğum Sancılarını Yaşıyoruz

Başlıkta da ima ettiğim gibi, sancısız doğum olmaz, ben yaşadığımız sürecin ve çekilen acıların islam ümmetinin yeniden doğuş süreç ve sancıları olduğu kanaat ve umudunu taşıyorum.

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bu süreçten sonra, batı ve beyinleri batılılaşmış içimizdeki beyinsizlerin islam coğrafyasındaki hegemonyasının - tahakkümünün bitişi ve ümmetin tekrar dizginleri ele alış sürecinin neredeyse kaçınılmaz sancı ve acıları gibi geliyor yaşadıklarımız bana.

Nush ile uslanmayanın hakkıdır tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir demişler. Yani, nasihat ile aklını başına almayan azar ve kınama ile akıllandırılmaya çalışılır, bununla da akıllanmazsa dayakla akıllandırılır anlamında bir söz.

Ne yazık ki ümmetimiz, güçlü olduğu yüzyıllarda Yüce Allah'ın nasihatı olan Kur'an ile aklını başına almadı geçen yüzyıllar boyunca ve bu süreçteki ıslah imkanını heba etti. Batının uyanışa geçtiği, batı ile güç bakımından başa baş sayılabileceği son 5 yüzyıldır Yüce Allah'ın batı aracılığıyla birer azar mahiyetinde olan uyanışından da aklını başına almadı. Son iki yüz yıldır batının ezici güç ve tahakkümü neticesi başlayıp günümüzde iyice yoğunlaşan batı ve içimizdeki batıcılar eliyle yemeye başladığı dayakla aklını başına alacak diye düşünüyorum.

İslam Coğrafyasındaki İntifadalar Yeniden Doğuş Sürecinin İşaret Fişekleridir

Yaşadığımız günler bu dayağın zirve yaptığı ve ümmetimizin aklını başına almaya başladığı günler gibi görünüyor bana. Özellikle son 3 yıldır arap baharı olarak isimlendirilen arap ülkelerindeki intifadalar ve memleketimizde son 10 yıllık süreç sonucu gelinen durum ile kürt sorunun çözümüne dair yaşananlar, bu aklını başına almanın ayak sesleri gibi geliyor bana.

Dayak yiye yiye öğreniyor tüm ümmet, müslümanın Allah'tan ve müslümanlardan başka dostunun (velisinin) olmadığını. Öğreniyor içindeki batıcı beyinsizlerin batılılardan daha şirret, tehlikeli ve düşman olduğunu. Öğreniyor Allah'ın nasihatı olan Kur'ana, Allah'ın dinine dönmedikçe zilletten ve zulümlerden kurtulamayacağını.

Belki şu anda bu kanaatlerim ayağı yere basmıyor görünüyor. Yenilen bu dayaklarında ümmeti akıllandırmayacağı, ilelebet bu acıların devam edeceği, batılıların içimizdeki işbirlikçi rejimler aracılığıyla üzerimizde tesis ettikleri hegemonyanın daha uzun süre devam edeceği söylenebilir mevcut halden yola çıkarak.

Ben ise tam aksini düşünüyorum. Sürecin geldiği noktada islam ümmetinin 1400 yıl sonra tekrar doğuşunun belirtilerini hissediyor, ne kadar süreceğini tahmin edememekle beraber, geriye dönüşü olmayan bir doğum sürecine girdiğimizi düşünüyorum.

Yaşadığımız yüzyılda sosyal ve siyasal olayların geçmişe göre çok çok hızlı cereyan etmesini dikkate aldığımızda, ümmetin yeniden doğuş sürecinin de hiç tahmin etmediğimiz bir şekilde çok hızlı gerçekleşmesi söz konusu olabilir. Nitekim son 10 yıldır gerek batı dünyasında, gerek arap ülkelerinde ve gerekse memleketimizde hiç beklenilmeyen ciddi sosyal ve siyasi değişimler yaşandığı hepimizin malumudur.

Bu Süreçte Hepimize Çok Önemli Görevler Düşüyor

Kuvvetle muhtemeldir ki, tarihin çok önemli kırılma / dönüşme dönemlerinden birini yaşıyoruz. Batının maddi ve manevi hegemonyasının - tahakkümümün gün geçtikçe zayıfladığı, buna mukabil batı haricindeki müslim ve gayrimüslim coğrafyaların yükselişe geçtiği bir dönem. Bundan sonraki dönemlerde muhtemelen batı meydandan çekilip kendi içine çekilecek ve kendi dertleriyle uğraşacak ve bilahare yüzyıllardır batılı olmayan coğrafyalardaki zulüm ve katliamlarının dünyevi cezasını çekecek.

İleriki süreçte yükselen güçler olarak müslim ve batı harici gayrimüslim coğrafyalar dünya üzerinde söz sahibi olacak ve rekabet edecekler. Bu süreçte müslümanların rakibi Amerika ve İsrail değil, Çin ve Hindistan gibi memleketler olacak gibi görünüyor.

İslam ümmeti bu geçiş sürecini çok iyi değerlendirerek, dünya üzerinde en büyük maddi ve manevi güç olmak zorunda, ümmetin ve tüm insanlığın dünyevi ve uhrevi felahı için. Bunun yolu ise 3.Ali İmran Suresi 103. ayette emredildiği gibi, topluca Kur'ana, Allah'ın ipine sımsıkı sarılmasından geçiyor.

Yaşadığımız bu doğuş ve geçiş sürecinde, her birimiz Allah'ın ipi (hablullah) olan Kur'anın günümüze hitabeden mesajlarını insanlara iletmek ve kişisel ve sosyal alanlarda bu mesajlara şahitlik etmekle, ümmete rehberlik etmekle mükellefiz. Ancak bu şekilde bu yeniden doğuş sürecinin daha az acı çekilerek ve sağlıklı olması ile ümmetin gerçek rotasını bulması mümkün olabilecektir.