Islah; düzeltmek, uygun hale getirmek vb. anlamlara gelir. İfsat kelimesinin türediği fesede fiili; geçersiz oldu, harap oldu, değişti gibi anlamlara gelir ve ıslah oldu fiilinin zıt anlamlısıdır.1 Sâmirî kıssası adeta bu iki kavramın mücadelesinin somutlaştırılmış halidir. Hz. Musa ve Hz. Harun ıslah, Sâmirî2 de ifsat çabası gütmektedir. İsrailoğulları Hz. Musa yanlarındayken ıslaha, uzaklaşınca –içlerinde Hz. Harun olsa da onu dinlemeyip- ifsada yakınlaşmaktadır. Söz konusu kıssaya (Tâhâ 20/85-98) odaklanmak bu çatışmanın seyrini gözler önüne serecektir.
Firavun’un zulmüyle sınavdan geçirilip Hz. Musa önderliğinde sağ salim Mısır’dan çıkabilen İsrailoğulları, bu kez de aralarındaki Sâmirî ile sınava tabi tutulur. Ne yazık ki Sâmirî’nin tuzağına düşer ve Allah’a şirk koşarlar. Bu olay Hz. Musa’nın, onların yanında değilken gerçekleşmiştir. Kur’an, Sâmirî’den sadece Mekke’de inmiş olan Tâhâ suresinde söz eder. Bu isim, iki yerde belirlilik takısıyla (ma`rife) es-Sâmirî şeklinde bir yer de de belirsiz (nekira) olarak Sâmirî formunda geçmektedir. Bu yazıda söz konusu kişinin kıssası3 bir bütün olarak ele alınacaktır. Kur’an’ın Kur’anla tefsiri yöntemiyle de bu kıssayla ilişkili başka surelerin ayetleri de belirtilecektir. Söz konusu kıssaya dair bu ilk yazıda Allah’ın İsrailoğullarının saptığını Hz. Musa’ya bildirmesi ve Hz. Musa’nın öfkeli ve üzgün bir şekilde kavmine dönmesine dair iki ayet (Tâhâ 20/85-86) değerlendirilecektir.
Hz. Musa’nın, rabbiyle görüştüğü (en-Nisâ 4/164), Kur’an’da oldukça net bir şekilde ifade edilmektedir; fakat o güzel anda ona kavminin sınavdan geçirildiği ve Sâmirî’ye uyup saptığı şeklindeki üzücü haber bildirilmişti: “Allah ‘Doğrusu biz senden sonra kavmini sınavdan geçirdik. Sâmirî onları saptırdı.’ dedi.” (Tâhâ 20/85). Sâmirî, şirki güzel göstermeyi bilen ve belli ki İsrailoğullarının liderinin onlardan ayrı olduğu bir anı kollayıp bir darbe vurmak niyetinde olan birisiydi. Bu girişiminde başarılı da oldu. Her ne kadar ayette İsrailoğullarının saptığı söylense de kastedilen çoğunluğu olsa gerektir. En azından onlarla soybağı olan Hz. Harun’un tevhid üzere kalması bunun delilidir. Ayette “sınav” Allah’a, “saptırma” Sâmirî’ye atfedilmektedir. Yani nihai anlamda her şey Allah’a bağlıdır. Saptırma faaliyetleri de Allah’ın izin verdiği ölçüde gerçekleşir.
İlkeleri dikkate alanlar, liderleri yanlarında bulunmasa bile başka yola sapmazlar. Kişi merkezli hareketler ise kişinin gitmesiyle etkilerini yitirirler. İsrailoğulları, Hz. Musa’nın mesajını iyi kavrayamamış görünmektedir: “Hemen Musa öfkeli ve üzgün olarak kavmine döndü (onlara şöyle) dedi: Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmamış mıydı ? Aradan geçen zaman size çok uzun mu geldi yoksa Rabbinizden size bir gazab inmesini arzu ettiniz de mi bana olan vaadinizden caydınız?” (Tâhâ 20/86). Hz. Musa’nın ilahi bildirimi almasının ardından “öfkeli ve üzgün” bir şeklide kavminin yanına dönmesi, onların sözlerinde durmamalarına kızdığını, ahiretlerini mahvedecek bir şey yapmalarına üzüldüğünü gösterir. Allah; İsrailoğullarını, Firavun çocukları öldürme, köleleştirme vb. zulümlerinden kurtardı. Rablerinin onlara verdiği “güzel bir vaat”; Tevrat, yardım, zafer, bağışlanma vb. iyilikler olarak yorumlanmıştır.Onlara Hz. Musa’nın “Aradan geçen zaman size çok uzun mu geldi?” şeklindeki sorusu, sapmalarının Mısır’dan çıkışlarından kısa bir süre sonra gerçekleştiğini ifade ediyor olsa gerektir. Ya da Hz. Musa’nın Tur dağına rabbiyle görüşmeye gitmesinin üzerinden uzun bir süre geçmediği halde İsrailoğullarının sapması kastedilmiştir. Bu nankörlükleriyle onlar, adeta Allah’tan belalarını istemiş olmaktadır. İşledikleri diğer bir suç da liderleri Hz. Musa’ya verdikleri sözü tutmamaları şeklindeki isyanlarıydı. Hz. Musa, onlara yönelik iki soruyla bir özeleştiri çağrısında bulunmakta ve suçlarını itiraf etmelerini teşvik etmektedir. Islah için önce ifsadın farkına varmak/vardırmak gerekir. Hz. Musa, İsrailoğullarını azarlama amaçlı olarak “gazab inmesini” isteyip istemediklerini sormakla ilahi öfkenin onları kuşatacak putperestliğe yöneldiklerini kast etmiş olabilir; çünkü o bağlamda Hz. Harun’a “Başımıza bir azap getir.” dedikleri aktarılmamıştır. Bununla birlikte Sâmirî’nin yönlendirmesiyle azaba uğramalarına neden olacak şirke yöneldikleri açıktır. İsrailoğulları tevhid dinine uygun bir hayat süreceklerine söz vermiş olmalarına rağmen, putperestliğe yönelerek sözlerini bozmuşlardı. Hz. Musa’nın “bana olan vaadiniz” dediği şey, Firavun’un zulmünden kurtulurlarsa doğru düzgün kul olacaklarına dair sözleri olmalarıdır; çünkü onların dindarlığı “Müslümanım ama İslamî bir hayat düzenine karşıyım!” tarzı bir dindarlıktır.
Görüldüğü gibi bu yazıda ele aldığımız Sâmirî kıssasına dair ilk iki ayette (Tâhâ 20/85-86) sınavdan geçirme Allaha, saptırmak Sâmirî’ye atfedilmekte, ilahi bildirimle İsrailoğullarının sözlerinde durmayıp hainlik ederek şirke saptıklarını öğrenen Hz. Musa’nın kızgın ve üzgün bir şekilde ve kötülüğü önlemek üzere kavminin yanına geldiğine dikkat çekilmektedir.
Dipnotlar:
1- Muhammed Murtazâ ez-Zebîdî, Tâcu’l-arûs min cevâhiri’l-kâmûs (Beyrut: Daru’l-Hidaye, 1994), “fesede”, 8: 496.
2- Onları saptıran Samiri’nin adının sonundaki iyelik ekinin, onun bir kavme aidiyetini gösterdiği ifade edilmektedir. Bk.Ebu’l A’lâ Mevdûdî, Tefhimu’l Kur’an, çev. Muhammed Han Kayanî - Yusuf Karaca (İstanbul: İnsan Yayınları, 1986), 3: 241. Sâmiri’nin bugünkü Nablus’un (Şekim) kuzeybatısı ile Tel Aviv civarlarında yaşayan bir topluluk olan Sâmirîlerle sadece isim benzerliği taşıdığı söylenmektedir. Bk. Fatih Kayak (Konya: Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2010), 25-26.
3- İsrailoğullarının buzağıya tapma şeklindeki sapmalarına başka surelerin ayetlerinde de değinilir ancak oralarda Sâmirî’den söz edilmez. Bk. el-Bakara 2/51, 54, 92, 93; en-Nisâ 4/153; el-A‘râf 7/148, 152.