Samatya-Cilvegözü Sarkacında Kara Propaganda
Kenan Alpay
“Kavgada ilk vuran kazanır” sözü ne kadar doğrudur kesin olarak bilinmez. Ama “haberde hızlı olan kamuoyunu belirler” ilkesi hiç de yabana atılacak gibi değil.
Haber(cilik), kamuoyunu aydınlatmak ve bilgi edinme hakkını temin etmekten öteye çok farklı misyonlarla donanmış durumda. Hayata ve gelişmelere dair perspektif kazandırmak, duyarlılık oluşturmak hatta kimini sempatik kimini de antipatik kılmak üzere operasyonel fonksiyonları icra ettiği de herkesin malumu. Operasyonel haberciliğin içinde boğulmak istenmiş bir toplumun mensuplarıyız.
Egemen sınıflar ve resmi ideoloji adına sistematik olarak manşetlerle ezildik, haberlerle mahkûm edildik, ilanlarla itibarsızlaştırılmak istendik. Genelkurmay Karargâhı’nda cuntacılar marifetiyle brifinglendirilen yargıçların, hâkimlerin, akademisyenlerin, bürokratların, sanatçıların yanından gazeteciler de hiç eksik olmadı. Tersine başköşede ve de esas duruştaydılar. Ne de olsa Apoletli Medya esasen “kronik brifing bağımlısı”ydı. Ne yazık ki tedavisi de imkânsıza yakındı.
Samatya, Samatya Bulunmaz Failin!
Brifing bağımlılığının değişik türleri var elbette. Ergenekon ve Balyoz davaları sonrası brifing kaynakları iyiden iyiye kuruyan TSK maalesef Türkiye’deki medyanın ihtiyaçlarını karşılayamaz olmuştu. Ancak her hâlükârda bunca zamandır usta-çırak ilişkisi bağlamında geliştirilen refleksleriyle medyanın yine de belli işler kotaracak kadar potansiyeli vardı. Örnek çok ama biz sondan başlayarak iki örnek verelim.
Birincisi örnek İstanbul Samatya’da yaşlı Ermeni kadınları hedef alan saldırılar olsun ikincisiyse Hatay Cilvegözü sınır kapısında gerçekleştirilen bombalı saldırının failleri üzerine yürütülen tartışmalar olsun.
Samatya’da yakın zaman önce art arda yaşanan dört saldırıda kadınlardan biri öldürüldü, diğerinin gözü kör edildi diğer ikisi ise ciddi biçimde yaralandı. Konuya ilişkin haberler “Ermeni düşmanlığı”na yeni bir start verilmesi olarak sunuldu. Hrant Dink cinayetinin bir devamı olduğu izlenimi yaratıldı. Saldırganın ırkçı saiklerle hareket ettiği, Hükümetin de bu saldırılara aynı gerekçelerle göz yumduğu ifade edildi.
Türk solu ve Kürt ulusalcıları tarafından tertiplenen basın açıklamalarında “Ermeni Halkının Yanındayız, Irkçılığa Geçit Vermeyeceğiz” pankartları açıldı. Ertuğrul Kürkçü, Sabahat Tuncel, Akın Birdal, Ferhat Tunç, Suavi gibi siyasetçi ve sanatçıların beyanlarının yanı sıra İHD ve DurDe gibi kuruluşlar tarafında hazırlanan raporlar da “ırkçı saldırı”ya dikkat çekiyordu.
TKP ve İHD başta olmak üzere kimi Kemalizme kimi PKK’ya ilişik sol-sosyalist çevrelerin tamamı bağıra bağıra şu kesin ve keskin yargıyı deklare ediyorlardı: “Samatya'da faşizm kol geziyor: Bir Ermeni kadına daha saldırıldı!” ve “Samatya saldırıları ırkçı saiklerle gerçekleşmiştir”. Elde hiçbir somut veri yoktu fakat hüküm kesindi!
Ancak kısa bir süre sonra olayların faili olarak yakalanan Murat Nazaryan’ın kimliği “ırkçılık karşıtı profesyonel hümanist cephe”yi fena halde ofsayta düşürdü. Çünkü güvenlik kameraları, mağdur ve görgü tanıklarının ifadelerinin yanı sıra öldürülen Marisa Küçük’ün evinde bulunan kan örneği de Ermeni asıllı Murat Nazaryan’dan başkasını göstermiyordu. Ama Murat Nazaryan, profesyonel hümanist cephenin kimyasını bozmuştu.
Hatta Eren Keskin ve Ayşe Günaysu tarafından İHD adına hazırlanan rapora göre Murat Nazaryan cezaevinde sürekli ağlıyor ve "Hiçbir şey hatırlamıyorum ancak polisler öyle diyorsa yapmışımdır" diyormuş. Yani neye dayandığı belirsiz bir “rapor” şunu diyor bize: “Asıl fail ortada yok, hırsızlık ve gasp değil ırkçılık var.”
İlaveten Samatya raporunu hazırlayan Ayşe Günaysu’nun Gazze’ye saldırı sonrası Siyonist İsrail’i koruyup kollayan ve Hamas üzerinden Filistinli Müslümanlara saldıran ırkçı bir bildiriyi kaleme alan kişi olduğunu hatırlatalım.
Anti-semitizmle mücadele adına açıkça ırkçı ve işgalci bir rejimi savunan Günaysu gibilerin yeni bir psikolojik harp unsuru olarak tezgâhladıkları Samatya komplosu çok şükür ki hızla çökmüştür. Ama provokasyon ve ajitasyon konusunda Kemalis sınıflardan hiç de geri kalmayan sol-sosyalist aktör ve kurumlar utanma duygusundan hiç nasiplenmedikleri için Ermeni toplumunu kendi sınıfsal çıkarları adına kullanmaktan vazgeçecekleri de beklenmemeli.