Selahaddin E. Çakırgil
‘Zamâne Yezidleri’ne destek vererek mi, Yezid’e karşı olmak?
Önceki yazı üzerine, tahmin edileceği ve beklendiği üzere, birçok mesaj geldi. Bunların çoğumun muhtevası eleştiri mahiyetinde idi. Ayrıca, fakir’in yayınlayan bazı internet sitelerinde de birçok eleştiri yorumları ve bazı hakaret ifadeleri yayınlandı. Anlaşılıyor ki, birilerinin kendi kafalarındaki ölçülere, kafa konforlarına biraz aykırı gelen sözlerin karşılığı, bu cenahlarda hakarete bile varan basit saldırılar oluyor. Hem de, İslamî hassasiyet adına..
Halbuki, sözlerinin, yazılarının sorumluluğunu düşünen kimselerin yazılarında hakaret yer almamalı ve, birilerinin istemediği, rahatsız olabileceği kanaat belirtmelerine yer verilmesi de hakaret sayılmamalıdır.
Kişi bir şey yazar veya söylerken, ‘Ben böyle düşünüyorum ve söylediklerim veya yazdıklarım, kalbî ölçü ve hassasiyetlerine ve beynimin ölçülerine ve anlayış seviyesine göre şekillenir.’ diyebilmelidir.
İnsan belki, doğru olduğuna inandığı herşeyi de söyleyemeyebilir, ama, söylediklerini her zaman her yerde tekrarlayabileceği şekilde ifade etmek dikkatinde olmalıdır. Ve kişi, azından, hele de aynı temel ölçüler ve inanç dairesi içinde olduklarından farklı düşündüğünde, kendi doğrularını sonuna kadar savunurken; kendisinden farklı düşünenlerin de kendi doğrularını sonuna kadar savunma hakkının olduğunu daha baştan kabullenmelidir. Böyle olmazsa, aklını ve duygularını başkalarına kiraya vermiş duruma düşmüş olur ki, bu da hiç bir müslümana yakışmaz, yakışmamalıdır. Çünkü, kendisinin en iyiyi kendilerinin düşündüklerini ve başkalarının hep yanlış düşündüğünü veya anlamadığını sananlar, totaliter ya da diktatöryal eğilimler taşımaktadırlar.
Hadiselerin ardından, böyle iradesizce sürüklenmek ve koyun gibi güdülmek de, herhalde müslümanlara, müslüman toplumlarına yakışmaz. Her ne kadar, bugün yakıştırılıyor ve çeşitli isimler altında, nice kutsallar üretilip, sultalarını sürdürenlerin yaptıklarını İslam adına veya Allah’ın hükmü adına diye dayatmaları durumu, hemen bütün müslüman toplumlarında asırlardır olduğu gibi bu gün de devam ediyorsa da..
Hatırlayalım ki, Hudeybiye Musalehesi öncesinde, Yüce Peygamber (S) bile, Mekke üzerine giderken, beraberindekilerle savaşmak üzerine bey’atleşirken, onların iradelerini, ‘Ben Peygamber’im, o halde siz bana kayıdsız-şartsız teslim olmak zorundasınız..’ dercesine ibtal etmek yoluna gitmemiş, konuyu onların iradelerine havale etmişti. Ama, sonra Mekke’li müşriklerle barış andlaşması yapmak durumu ortaya çıktığında, bazıları karşı çıkmış ve, ‘Ya Resulullah, biz seninle savaşmak üzerine bey’atleşmiştik, barış yapmak üzerine değil..’ diye itiraz etmişler ve bunun üzerine Yüce Peygamber de, ‘Eğer, barış üzerine bey’atleşmiş olsaydık, o bey’atle savaş yapamazdım; ama, savaş üzerine, yani en ağır durum üzerine bey’atleştiğimize göre, o bey’atle, savaşın içinde ve daha hafif bir durum olan barış yapılabilir..’ mealindeki cevabıyla onları ikna etmişti. Yani, Yüce Peygamber, ümmetine, onların iradesini, düşüncesini hiçe sayarak bir dayatmada bulunmuyordu.
Bu gibi konularda farklılıklar ortaya konulduğunda, söylenenler genelde, ’İslam tektir.. Herkese göre değişmez. O halde, her şeyi en iyi bilmek durumunda olan filan varken, sana ne oluyor?’ şeklinde olmaktadır.
Böyle bir yaklaşım, bizi, ‘Büyüklerimiz her şeyi bizden iyi düşünür; düşünen beyinlere zararlı fikirler üşüşür.. Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım.. Düşünme, biat et, rahat et!’ derekesine yuvarlar.. Bu gibi yaklaşımları geçmişte de çok yaşadı, İslam Milleti..
İslam elbette ki, tektir, ama, onun algılanmasında herkesin aynı durumda olduğu söylenemez. Müslümanların, İslam’dan çeşitli etkenlerle farklı mânâları çıkarması mümkündür. Eğer öyle olmasaydı, yüzlerce-binlerce tefsir de olmazdı, binlerce müfessir de olmazdı. Bu farklı algılama ve yorumlamada, kişinin algılama, idrak ve müşahede gücü ve seviyesinin, ilminin, bilgisinin ve kendisini kuşatan veya içinde bulunduğu şartların etkisinin olduğu da gözönünde bulundurulmalıdır. Bütün insanlar bir marangoz tornasından çıkmış aynı tip çubuklar şeklinde düşünülmemelidir.
*
Ya, farklı görüşler ortaya koyanların, yorum yazanların fikrî bir seviye düşünce ortaya koymak veya İslamî ölçü ve hassasiyetleri hatırlatmaları beklenirken, böyle olmayıp, bir de basit itham ve iftiralarda, hattâ hakaretlerde bulunmalarına ne demeli? Görüş açıklamak hakaretsiz olmuyor mu, veya hakaret etmeyi görüş açıklamak mı sanıyor, bazıları?