Şam-ı Şeriften Selamlar

Ahmet Varol

Şam’da bindiğim bir taksinin şoförü Osmanlı’nın bu beldeye hizmetlerinden ve bıraktığı eserlerden söz ederken aynı zamanda Osmanlı döneminde buranın Şam-ı Şerif olarak adlandırıldığını hatırlattı.

Böyle bir nitelemenin sebebi tabii ki bu beldenin İslâm tarihinde önemli bir yerinin olması ve muhtelif hadislerde ismiyle zikredilmesidir. Fakat gerek bu kaynaklarda ve gerekse tarihteki kullanımıyla Şam denirken belli bir belde kastedilir ve bu belde bugünkü Suriye’nin de dışına taşmaktadır. Osmanlı döneminde bu beldenin merkezi durumundaki şehir için de genellikle Şam-ı Şerif ismi kullanılmış. Şehrin Arapçadaki adı ise Dımeşk. Fakat bu isim Bizans döneminden gelen Damascus adının Arapçalaştırılmış şekli.

Osmanlı döneminde Kudüs şehri de özellikle Kuds-i Şerif olarak adlandırılırdı. Kudüs’ün tabii ki farklı bir önemi ve önceliği var. Onun için Osmanlı bu kutsal beldeyi özenle korudu. Büyük hizmetler yaptı ve önemli eserler bıraktı. Şimdi ne yazık ki o kutsal Kuds-i Şerif’in caddelerini ve sokaklarını lağım fareleri doldurdu. Bu lağım fareleri kutsal beldenin caddelerini kirletmekle yetinmeyip peygamberlerin bize emaneti olan kutsal Mescidi Aksa’ya da girmek ve orayı da kirletmek istiyorlar. Eğer ki binlerce yıl tevhid davetinin bir merkezi olmuş Kudüs’ün sembolü ve aynı zamanda peygamberlerin iman yolunun bir işareti olan Mescidi Aksa’nın içine de lağım fareleri doluşmaya başlarlarsa bu hepimiz için, bütün İslâm âlemi ve tüm dünya Müslümanları için utanç vesilesi olur. Bu utancı yüzümüze bulaştırmamak için şimdiden tedbirli olmalı, Siyonist saldırganlığa karşı Mescidi Aksa’nın kimliğini korumakta ısrarlı olacağımızı göstermeliyiz. Bunu imanî bir sorumluluk addetmeliyiz. Kimse bu konudaki görevini bir başkasına devretmeye kalkışmamalı.

Bu benim Suriye’ye vizesiz ilk girişim. Bir kere Kültür Bakanlığı’nın davetiyle girmiştik, ama o zaman da vizemiz Kültür Bakanlığı’ndan önceden gönderilmişti. Bu kez vizesiz girmekle birlikte Şam Havaalanı’nın pasaport kontrol kısmında “Yabancılar” kuyruğuna girdim. Çünkü Suriyeliler, Arap ülkelerinin vatandaşları ve yabancılar diye üç ayrı sıra oluşturuluyor. Biz de yabancılar kategorisine girdiğimizi düşündük. Ama biraz sonra bir görevli yanımıza geldi ve Türkiye pasaportu taşıdığımızı görünce Araplar sırasından geçiş yapmamızı istedi. Belki Suriyeliler kısmından alacaklardı, ama henüz prosedür uygun değil. Temennimiz bizim çizmediğimiz sınırların tamamen kalkması ve Müslüman halkların kardeşlik bilinci içinde yeniden ortak çatı altında güçlerini birleştirmeleridir. Gönülleri birleştirmede Allah’ın izniyle epey mesafe kat ettik. Güçleri birleştirme konusunda da inşallah hızlı bir ilerleme olur. Müslüman toplumların emperyalist dayatmalara karşı koyması ve özgür iradesiyle hareket edebilmesi bunu başarmasıyla olacaktır.

Şam, tarih boyunca önemli bir merkez olmuştur. Bizans döneminde bölgenin yönetimi için oluşturulan yerel otorite burada bulunuyordu. Emevi Sultanlığı’nın kurulmasıyla birlikte İslâm devletinin merkezi buraya taşındı ve uzun süre buradan yönetildi. Osmanlı da dediğimiz gibi buraya büyük hizmetler yaptı. Özellikle Sultan II. Abdülhamid’in bıraktığı önemli eserler var. Bunların arasında Şam denince akla gelen görkemli Hamidiye çarşısını burayı ziyaret eden herkesin gezdiğini tahmin ediyoruz. Yine Şam’ın merkezi kabul edilen ve bugün yeniden ihya edilen Hicaz Demiryolu İstasyonu da Sultan Abdülhamid’in bu beldeye armağanıdır. Hepsi bu kadar değil tabii. Ama şu bir gerçek ki Osmanlı gittiği yerlere hizmet götürmüş, oraların kanlarını emmemiş. Bu gerçeği bazıları görmek istemese de tarih ve tarihten kalan izler bize söylüyor. Ben gittiğim her yerde bunu gördüm.

Şam ziyaretimiz tabii ki turistik amaçlı değildi. Daha önce en az on kez ziyaret ettiğim beldede turistik mekânların birçoğunu zaten ziyaret ettim ve bu sefer ona vaktim de olmadı. Çünkü çok kısa süreli bir ziyaretim oldu. Fakat kısa süreli olmasına rağmen Allah’ın izniyle muhtelif ziyaretler ve görüşmeler gerçekleştirdim. Malum olduğu üzere Filistin yine kritik birtakım gelişmeler yaşıyor. Diyalog görüşmelerindeki tıkanıklık, Abbas’ın tek taraflı olarak seçim tarihi belirlemeye kalkışması türünden dâhili anlaşmazlığı çözme çabalarını çıkmaz sokağa iten gelişmeler yaşanırken işgal devleti de adeta zamanla yarışıyor. Yaptığımız görüşmelerden ve fikirlerine başvurduğumuz kişilerin tahlillerinden aldığımız notları inşallah müteakip yazılarımızda sizlere aktaracağız

VAKİT