Birinci Meclis'te saltanatın kaldırılmasına ilişkin kanun değişikliği müzakere edilirken, meclis oldukça hararetli ve uzun tartışmalara sahne olur. En sonunda Mustafa Kemal meclis kürsüsüne çıkıp halkın temsilcilerine şöyle seslenir:
"Bu bir emrivakidir. Mevzuubahis olan; millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi taktirde, hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir."
Bu beyanatın ardından Mustafa Kemal'in Nutuk'ta "sefil, aciz, idrak ve histen mahrum, adi bir mahlûk" olarak tasvir ettiği saltanat makamı kaldırılır. Hilafet makamı –bir buçuk yıl sonra lağvedilmek üzere- saltanattan ayrılır. Mecliste açık oylama ve sayım yapılmasını isteyen vekillerse kulak ardı edilerek kararın "oy birliği" ile alındığı kayıtlara geçirilir.
Zihnimde özetlediğim bu tarihçeyle beraber İngiliz Kraliyet ailesinden Prens William'ın düğün törenini haberlerden izliyordum. Nedense aklıma bir soru düştü, paylaşayım istedim: Sizce bu saltanat düğününü âdeta gözlerini kırpmadan büyük bir hayranlıkla izleyenler, kendileri gibi heyecanla düğünü takip eden İngiliz halkı için "Geri kafalı, pis saltanat düşkünü İngilizler" diye içlerinden geçirmişler midir?!
Sevag'ın ölümü aydınlatılsın
Geçtiğimiz hafta yoğun seçim gündemi sebebiyle öneminin farkında varmadığımız bir hadise yaşandı. Ya da ben seçim gündemi olmasaydı bu olaya daha çok dikkat çekeceğimize hâlâ naif bir biçimde inanmak istiyorum.
24 Nisan günü, yani 1915 zulmü için düğmeye basılmış olan o tarihî günün yıldönümünde, Türkiye ordusunda görev yapmakta olan bir Ermeni asker karnından kurşunlanarak öldürüldü. Adı Sevag Şahin Balıkçı. Daha 21 yaşıdaydı. Terhisine 21 gün kalmıştı. Fanatik bir Beşiktaş taraftarı olduğu söylenen Sevag, döndükten sonra nişanlısıyla evlilik planları yapıyordu, dönemedi...
Sevag'ın ailesi olayla alakalı açıklama yapmaktan imtina ediyorlar, yaptıklarındaysa oldukça itidalli konuşuyorlar. Örneğin anne Ani Balıkçı şöyle demiş:
"Olay kaza mı yoksa değil mi henüz bilmiyoruz. Pazar günü avukatlarımızla birlikte olay yerine gidip oradaki yetkililerle görüşeceğiz. Alacağımız raporla her şey netlik kazanacak. (...) Olayın 24 Nisan ya da soykırımla falan ilgisi yok. Benim kimseden korkum yok, oğlum gitmiş neden korkabilirim ki."
Alacakları bir raporla her şey netlik kazanacak mı emin değilim ancak onların neden tek bir raporla ikna olmak istediklerini de sanırım anlayabiliyorum... Fakat Sevag'ın nişanlısının verdiği bilgiler sadece bir kaza kurşunundan bahsettiğimize yönelik şüpheleri artırır cinsten ne yazık ki.
Taraf'tan Markar Esayan, perşembe günkü yazısında nişanlısının ağzından olayı şöyle aktarmış:
"50 lira çalınmış. Suç da Sevag'ın üzerine kalmış. Bir uzman çavuş karın boşluğuna yumruk atmış, başını da yatağa çarpmış. Karakola bildirdiler. Ancak baskıyla dilekçeyi geri aldırdılar. Ben de 'Terhise iki ay kalmış, uğraşma' dedim. O öldürüldü. Askerdeki ülkücülerden baskı görüyordu. Bence 24 Nisan Ermeni Soykırımı'nı Anma Günü'nü konuşuyorlardı; biri de çekti vurdu."
Askerde olan gençlerin pek çoğu gibi Sevag'ın da en yakın gördüğü nişanlısına durumunu içtenlikle aktardığını düşünmek sanırım yanlış olmaz. Jandarma Genel Komutanlığı ise yaptığı açıklamayla Sevag'ın nişanlısının iddialarını reddediyor:
"Grubun emniyetini sağlamakla görevli iki askerden biri olan ve vefat eden erimizin çok samimi arkadaşı olan bir er tüfeği ile oynadığı sırada Balıkçı'yı karın boşluğundan kazaen vurmuştur. Aile ile varılan mutabakat doğrultusunda, önümüzdeki günlerde, ailenin, olayın vuku bulduğu karakolda misafir edilmesi ve vefat eden erimizin komutanları ve arkadaşları ile baş başa görüştürülmesi planlanmıştır. Vefat eden erimizin, karakolda vuku bulan bir başka olay nedeniyle suçlanması, bu yüzden şikâyet dilekçesi vermesi, gördüğü baskı sonucu dilekçesini geri alması gibi hususlar gerçeği yansıtmamaktadır."
Olayın 24 Nisan tarihiyle ilişkilendirilmesini istemediği söyleyen anne Ani Balıkçı, oğlunun "komutanı tarafından özel koruma altına alındığını" da sözlerine eklemiş. Bu noktada eğer Sevag'ın üzerinde her hangi bir baskı söz konusu değilse, diğer erlerden farklı olarak "koruma altına" alınma ihtiyacı hissedilmesinin sebebi neydi diye sormak icap ediyor.
Zihindeki şüphelerden yola çıkarak bir kanıya varmak da "vatan sağolsun" refleksiyle hareket edip bu olayın üstünü örtmek de hatalı olur. Unutmayalım ki TSK'da bugüne değin yaşanan 420'yi aşkın intihar vakası var ve bu asker ailelerinin bir kısmı hâlâ "intihar" açıklamasına inanmadıkları için mahkeme kapılarında...
Yani başıma bir iş gelmeyecekse Sevag'ın ölümünün hakkıyla aydınlatılmasını istiyorum. Balıkçı ailesine ve Sevag'ın sevenlerine baş sağlığı diliyorum.
YENİ ŞAFAK