Seçimlerle ilgili bir türlü eksilmeyen gerilimli atmosfer dolayısıyla yanı başımızdaki İdlib’te, Suriye’de hangi gelişmelerin yaşandığıyla pek alakadar olamıyoruz. Ancak kamuoyu 23 Haziran’a doğru siyasi polemiklerle, dolar kurunun yukarılara doğru oynamasıyla, daralan piyasaların yol açtığı işsizlik ve geçim zorluğu gibi toplumsal sıkıntılarla boğuşurken İdlib havzası tehlikeli gelişmelerle sarsılıyor. Eğer önü alınmazsa hiç şüphesiz bu sarsıntıların vuracağı en yakın kıyı Türkiye olacaktır.
Ajansların geçtiği haberlere bakacak olursak İdlib’te “Esed rejimi ve destekçileri” tarafından mütemadiyen bombardımanlar yapılıyor, hastane ve okullar vuruluyor, çoluğunu çocuğunu kurtarmak için yüz binlerce insan yine Türkiye sınırına doğru hızla göç ediyor. Sekiz yılı aşkın bir zamandır Suriye’nin muhtelif şehirlerinde şahit olduğumuz acı tablo bir zamandır İdlib bölgesinde tekrar ediyor. Yalnız ajansların geçtiği, gazete ve televizyon haberlerinde aynen tekrar edilen “destekçileri” ifadesindeki bu meçhul failler kim oluyor acaba? Hem kim oluyor hem de neden isimlerini, adreslerini telaffuz etmekten imtina ediliyor. En ağır sonuçlar üreten bombardımanlar varken, katliam ve tehcir sistematik halde sürerken fail belirsiz bir biçimde “destekçileri” ifadesi ne anlama geliyor?
Gerginliği Azaltma Yok, Yükseltme Var
17 Eylül 2018’de Türkiye ve Rusya arasında Astana’da imzalanan mutabakatla İdlib ve çevresi “Gerginliği Azaltma Bölgesi” olarak ilan edilmişti. Bu mutabakata göre Esed rejiminin garantörü olarak Rusya, Esed rejiminin saldırılarını önlemekle yükümlü oldu. En büyük patron olarak Rusya esasen İran’ın saldırılarını da önlemek hususunda garantör devlet sayılır. Çünkü Esed rejiminin sahada hemen hiçbir muharip-askeri karşılığı kalmamışken bu işi Afganistan, Pakistan, Irak ve Lübnan’dan seferber edip komutası altında savaştırdığı 80 bine yakın askeri güçle İran üstlenmiş durumda. Dolayısıyla gerginliği azaltma bölgesinde gerginliği, tehcir ve katliamları kademe kademe ileri noktaları taşıma hususunda Esed rejimi ülkenin bütünlüğünü sağlıyor görüntüsü altında Rusya ve İran, Türkiye’yi ablukaya almaya girişiyor.
Hâlbuki Türkiye’nin garantörlüğüne bağlı İslami direniş grupları Soçi Mutabakatı çerçevesinde 10 Ekim 2018’de ağır silahlarını sınır hattından geri çekmişti. Ancak buna rağmen Türkiye’nin Amerika ile gittikçe artan gerilimini fırsat bilerek TSK’nın kurduğu 12 Gözlem Noktası’nın en yakınındaki alanları dahi taciz ederek, topçu atışlarıyla hedef alarak İdlib ve Hama kırsalını boşaltmaya ve ele geçirmeye çalışıyorlar.
29 Nisan ve 4 Mayıs’ta hedef aldıkları Zaviye bölgesindeki 10 Numaralı Gözlem Noktası’nın çevresini 12 Mayıs’ta da vurarak son iki haftada üç kez saldırı düzenlemiş oldu. Saldırıları Rusya Hava Kuvvetleri koordine ediyor, karada İran ve Esed birlikleri yerleşim birimlerini ele geçiriyor. Son olarak Hama kırsalında 3 köy, İdlip’in güney sınırındaysa 2 köy olmak üzere 5 köyü ele geçirdiler.
İdlib, daha önce olduğu gibi Rusya ve İran’ın yaptıkları anlaşmaları birer birer çiğneyerek toprak ele geçirmeye çalıştıkları son bölge olarak saldırılara maruz kalıyor. Hımeymim Üssü’nde havalanan Rus savaş uçakları güya “Gerginliği Azaltma Bölgesi” ilan edilen İdlib’teki sivil yerleşim birimlerini ölüm tarlalarına çeviriyor. 400 bine yakın insan İdlib içerisinde Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerine doğru kaçarak yer değiştirdi. Türkiye’nin gerek Dışişleri Bakanı gerekse TSK üzerinden Rusya nezdinde yaptığı girişimler hemen hiçbir fiili sonuç vermiyor maalesef.
Takıyyeciliğin Şahı: İran
Esed rejiminin değil Türkiye’ye karşı Suriye içinde direniş gruplarına dahi askeri, diplomatik sahada yapabileceği hemen bir şey yok. Rusya ve İran, İdlib üzerine daha yoğun saldırılar tertipleyerek Türkiye’yi bölgeden tümüyle tecrid edecek stratejilerini hızlandırıyor. Basra Körfezi ve Akdeniz’e doğru hareketlenen Amerikan savaş filosu kendileri için yakın ve büyük bir tehdit kaynağı olsa da Rusya ve İran her ne pahasına olursa olsun Türkiye’yi zaafa uğratacak, bölgeden tecrid edecek, demografik dayanaklarını yok edecek hamleler yapmayı önceliyor.
PKK-PYD tehdidini öne alarak, Esed rejimi tehlikesini öteleyerek, İslami direniş gruplarına gereken desteği esirgeyerek Türkiye ne Amerika karşısında ne de Rusya-İran bloğu karşısında tutunabilir. Bu bağlamda şu örneği verebiliriz: Eski Başkan Obama döneminde Pentagon’da Müsteşar Yardımcısı olan Andrew Exum 2015 yılında Esed rejimin aniden düşmemesi için Amerika’nın Rusya ile nasıl işbirliği yaptığına dair birkaç gün önce beyanat verdi mesela. Amerikan yönetiminin temel endişesini Exum şu cümleyle özetliyordu: “Esed rejiminin aniden düşmesi hem Suriye’de tamamen belirsizliğe neden olur hem de İsrail’in güvenliğini tehlikeye atar.”
Rusya ve İran’ın Amerikan karşıtı beyanlarına fazla kulak asmanın askeri ve diplomatik sahada ciddi bir karşılığı bulunmuyor. Mesela Amerika’nın Körfez’deki artan askeri varlığına ilişkin İran cephesinden sürekli en üst düzeyde sert, tehditkâr açıklamalar yapılıyor. Son olarak İran Devrim Muhafızları Komutanı Emir Ali Hacızade, Basra Körfezi’ndeki Amerikan savaş gemilerini vurabileceklerini söyledi. Biraz zaman geçince İran’ın Suriye ve Irak’ta Müslüman halklara karşı sergilediği saldırgan politikaların ne kadarını Amerika’ya karşı sergileyebileceğini göreceğiz. Anti-emperyalist mücadelede hep yüksekten uçuyorlar fakat namlularını hiç Amerika ve İsrail’e doğrultmuyorlar.
İran, Amerika ve İsrail’i bıkıp usanmaksızın tehdit eder ama günün sonunda Şii-Farisi söylemler eşliğinde Rusya’nın ileri karakolu gibi hareket eder ve Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, Yemen’de Müslümanlara karşı katliamlara girişir. Rusya ve İran, Türkiye’ye ne PKK-PYD probleminde ne de Amerika’nın baskılarına karşı küçük de olsa bir dayanak ve güvence hele hele dost ve müttefik olabilir. Amerika’ya karşı Rusya-İran bloğuna yüklenecek anlamı çok iyi tartmak ve tatbik etmek lazım.
Yeni Akit