Taha Kılınç / Yeni Şafak
Şarkın en sevgili sultanı
İslâm tarihinin en büyük kahramanlarından Salahaddîn Eyyûbî ile alakalı, zaman zaman alevlenen bir tartışma var. Gazze’de gözlerimizin önünde bir soykırım devam ederken, belki “tarih polemiği” yapacak zaman değil, ama merhum bir tarihçimizin oldukça sert beyanları da sosyal medyada sıklıkla paylaşılınca, kafası ve gönlü bulanan ve bunalan genç kardeşlerimizin ısrarlı sorularına topluca cevap vermek şart oldu.
Şimdi, Salahaddîn’e dair özellikle tartışma konusu edilen hususları teker teker izaha çalışacağım. Bunu yaparken de adaletten, insaftan, hakikatten ve kaynaklardaki doğru bilgilerden sapmamaya dikkat edeceğim.
1. “Nûreddîn Zengî’nin devletini gasp etti”
Salahaddîn Eyyûbî ve ailesi, Selçukluların Bilâdüşşâm mıntıkasındaki atabeyleri olan Zengîlerin emrine girdikten sonra, bu iki aile arasında sarsılmaz bir ittifak ve itimat meydana geldi. Salahaddîn’in babası Necmuddîn ve amcası Şirkûh önce İmâdüddîn Zengî’ye, sonra da onun oğlu Nûreddîn Mahmûd’a derin bir sadakatle bağlandılar. Nûreddîn’in 1174’teki vefatına kadar, Salahaddîn herhangi bir şekilde “bağımsızlık” düşünmedi, bu yönde hiçbir adım atmadı. Ancak Nûreddîn, ardında henüz 11 yaşında olan bir evlat bırakarak vefat ettiğinde, Salahaddîn, Haçlılara karşı savunmasız kalan Bilâdüşşâm’ı kendi yönetimi altında toplamak durumunda kaldı. Böyle bir sürece “gasp” demek, hiçbir tarihî vakıayla örtüşmez. “Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı gasp etti” denebilir mi mesela?
2. “Nûreddîn’in dul karısını nikâhına aldı, anası yaşında kadınla evlendi”
Nûreddîn Mahmûd Zengî’nin karısı İsmetuddîn Hatun, zaten eşraftan bir yöneticinin kızıydı. Kocası vefat edince, Şam’da ciddi bir yönetim krizi baş gösterdi, etrafı kendisini tesir altına almak isteyen komutanlarla ve danışmanlarla kuşatıldı. Salahaddîn’in onunla evlenmesi tamamen, devletin krize sürüklenmesini önlemek amacıyla yapılan siyasî bir nikâh akdiydi. Aradaki yaş farkı “anası yaşında” denecek kadar çok olmadığı gibi, İslâm tarihi boyunca benzer şekilde yapılmış sayısız evlilik mevcuttur. İsmetuddîn, 1186’da Şam’da vefat edinceye kadar, Salahaddîn’le sadece 9 yıl evli kalmıştır, ki Salahaddîn de bu süre zarfında sürekli seferlerle meşguldü. Sanki gayrimeşru ve gayriahlâkî bir işmiş gibi, bu evliliği dile dolamak insafa sığar mı?
3. “Kudüs’ün fethi, şişirilmiş bir zaferdir”
Haçlı sürülerinin 1099’da işgal ettiği Kudüs, sonraki 88 yıl boyunca Frenklerin yönetiminde kalmıştı. Hıttîn Savaşı’nda Haçlılara tarihî bir hezimet yaşatarak Kudüs’ü yeniden İslâm’a armağan eden Salahaddîn, Müslümanların ilk kıblesindeki her bir dinî mekânı aslına rücu ettirdi. Salahaddîn’in zaferini küçümsemek, Kudüs’ün tarihindeki en önemli dönüm noktalarından birini yok saymaktır. “Şişirilmiş zafer” sözü ile kastedilen, Haçlıların zayıflaması ve şehrin “zaten düşecek olması” idiyse, aynı yorumu İstanbul’un fethi için de mi yapacağız? Fatih, İstanbul’u Bizans’ın son derece zayıfladığı ve içten içe çürüdüğü bir zamanda fethetmişti. O zaman ona da mı “şişirilmiş zafer” diyeceğiz?
4. “Kudüs’ü aldı, ama Akkâ’yı alamadı. Bu mu kahraman?”
Bir komutan veya devlet başkanı, siyasî ve askerî kariyeri boyunca zafer kazandığı kadar, hezimetler de yaşayabilir. Tarih boyunca her coğrafya ve devlet için geçerli olan bu kaide üzerinden şahsî eleştiri yapmak, insafa ve mantığa sığmaz. Kudüs’ü fetheden İslâm ordusu, yıllar süren savaşların etkisiyle yorgundu, salgın hastalıklar baş göstermişti. Bizatihî Salahaddîn’in kendisi bile iki kez ölümden döndü. Müslümanlar yine de Fransa, Almanya ve İngiltere birleşik ordularına karşı, Akkâ önlerinde tam iki yıl çok başarılı bir direniş gösterdi. Eğer Salahaddîn, bu zor şartlar altında Haçlılarla anlaşmak yapmak zorunda kaldığı için eleştiriliyorsa, tarihte düşmanla anlaşma yapan her Müslüman lidere hakaretler mi yağdıracağız?
5. “Batılılar onu çok övüyor, demek ki bir şey var”
Kudüs’ün işgalden kurtarılmasından sonra, Salahaddîn Haçlılara İslâm’ın adaleti ve zimmî hukuku çerçevesinde muamele etti. Gösterdiği âlicenaplık öyle büyük hayranlık uyandırdı ki, Haçlılar kendisine “asil düşman” unvanını yakıştırdılar. Tarihte, yenilgiye uğrattığı düşmanı asaletiyle kendisine hayran bırakan nice İslâm kahramanı vardır. Batılı kaynaklar bugün sadece Salahaddîn’i övmüyor; Hz. Ömer’in Kudüs Hristiyanlarına muamelesini anlatan metinlere bakın, Hz. Fârûk’un göklere çıkarıldığını görürsünüz. Fatih Sultan Mehmed ve diğer birçok isim için de Batılıların sayısız övgüleri ve hayranlık ifadeleri vardır. Sırf Batılılar övüyor diye, hepsinden vaz mı geçeceğiz? Böyle bir tarihî değerlendirme ölçüsü olur mu?
“Şarkın en sevgili sultanı” Salahaddîn’e rahmet ve selam olsun.