I
Zulüm ve zorbalığın murdar kâsesinden beslenen, vicdanını yutkunan, cüzdanını kutsayan insanların pıtrak gibi, ısırgan otları misali yeryüzünü bürüyüp ürküttüklerini görmek; kadim bir insanlık hastalığı şeklinde düşünülebilirse de modern zamanların onu büsbütün kitleleştirdiği, azdırıp palazlandırdığı muhakkak.
Dilini çevreleyen, bilincine tüneyen kirliliği göremeyen, görmek de istemeyen insanların kesafeti; bir namus nişanesi gibi özenle sakladığımız, üzerine titreyerek korumaya, biriktirmeye / berkitmeye çalıştığımız umudumuzun bile köküne kibrit suyu dökmeye yelteniyor.
Dimağına pelesenk olan o geniş ağızlı ve murdar mağaradan kurtulmak isteyenlerin de çığlığı revan olmuyor, yola koyulmuyor, yankı bulmuyor ne yazık ki.
Güzellik mecalsiz.
Düşünce nâkıs.
Söz şevksiz.
Aşk özürlü.
Çığlıklar bungun.
Muhalefet bıkkın.
Rızık tedirgin.
Ahlâk utangaç.
Hamd isteksiz.
Günah pervasız.
Ve elbette ‘bunca tuğyan, bunca ıssızlık’…
II
Şairleri hatta daha genelde bütün sanatçıları tütsülü vadilerde dolaşan, ondan bıkınca da birbiriyle itişip kakışmayı bir marifet sanan bir ülke burası.
Tıpkı, gazetelerdeki köşe yazarlarının yazacak bir şey bulamayınca birbirine sataşması gibi, edebiyatla iştigal eden insanların da basit ağız dalaşlarına; sokak ya da mahalle kavgalarına tutuştuklarını görmek her an mümkün.
Nedense, kendi varlığını başkalarının yokluğu üzerine kurmak daha kolay geliyor insanlarımıza.
Önde olan, öncülüğü üstlenen, aydınlandığı kabul edilen insanların bile toplumsal yozlaşmayı sağaltmaya ve toplumun düşlediklerini / düşündüklerini / yaşadıklarını kendi bireysel ve zengin haddelerinden geçirerek dillendirmeye çalışmaları bir kenara; kırılmayı, yoksunluğu ve düşkünlüğü çoğalttıkları söylenebilir.
Elbette bu yargı herkesi kapsamasa da; tuzun kokması etin kokmasını da mukadder hâle getirmektedir. ‘Bu cennet, bu cehennem’i yurt edinmiş insanlar, yüzünü hayata dönmüş kalemleri beklemekteler hâlâ.
III
Ey söz, ey söz sahibi, ey sözün mutantan kutusunu kulesinde hapseden, dilinin kilerinde küflendiren şair!
Asmaların, tasmaların ve yosmaların koynundan çık artık!
Dimağını ve sözlüğünü arındır.
Dilin çözülsün ve zulûmatı terk et!
Yitiğimizi bul, gidenleri çevir, evimizi / ocağımızı onar.
Heybemizdeki zehiri, ağuyu dök; eğnimizi silkele!
Ki, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuklar gibi kakışlanan ve o büyük hüzne kapanarak matem tutan bu halkın dilsizliği dile gelsin!..